Referanduma sayılı günler kaldığı halde “evet”leri bir türlü çoğaltamayan Erdoğan’ın hırçınlığı artıyor. “Hayır” çadırında bulunan kadınlara “yalan söylüyorsunuz” diye hakaret edecek kadar saldırganlaşmış durumda. Fakat karşısında geri adım atmayan bir kitle var. Kadınlar sorularıyla Erdoğan’ı sıkıştırdıkları gibi, alkış ve ıslıklarla da protesto ediyorlar.
Bütün yasaklamalara, gözaltılara hatta kurşunlara rağmen “başkanlığa hayır” diyenleri korkutmayı, susturmayı başaramadılar. Aksine giderek kendilerine artan bir güvenle “hayır” diyorlar ve karşılarına dikiliyorlar. Eğer sandıkta çok büyük hileler yapılmazsa “hayır” çıkacağı kesin gibidir. Elbette Erdoğan’ın son anda referandumdan dönmesi de mümkündür. Her iki durumda da Erdoğan ve AKP yenilmiş, başkanlık dayatması kabul görmemiş olacaktır.
Gelinen noktada referandum sonrasına hazırlanmak, daha önemli ve acil bir durum almıştır.
“Hayır” diyenlerin bu kadar dirençli ve sayısal olarak üstün olmasına rağmen, sandıktan “evet”in çıkması durumunda, kitleleri sandığa çağıranlar, bu kez sokağa dökecek midir? En azından kafaca böyle bir hazırlık var mıdır?
Ya da “hayır” çıktığı durumda, bunu hazmedemeyip “tanımıyoruz” dediklerinde; veya onun kızgınlığı ile önceden belirledikleri yerlere saldırıya geçtiklerinde, bu saldırıları püskürtecek bir donanım yapılmış mıdır?
Ne yazık ki olmadığını görüyoruz. Oysa sokakta kazanmadan, sandıkta kazanılmaz! Bu, tarihsel olarak da defalarca kanıtlanmış yadsınamaz bir gerçektir.
Referandumdan “evet” ya da “hayır” hangi sonuç çıkarsa çıksın, Erdoğan ve AKP’nin saldırganlığı artacaktır. Bazı “hayır”cıların iddia ettiği gibi “hayır çıktığında Türkiye nefes alacak, rahatlayacak” değildir. Bunu 7 Haziran seçimlerinde de sıkça duymuştuk. Ancak değil nefes almak, Kürt illerinde katliamlar, büyük şehirlerde patlayan bombalarla kimsenin can güvenliğinin bile kalmadığı bir döneme girildi. Bir kez daha benzer hayallerle kimse rehavete kapılmamalıdır!
* * *
Artık savunmadan çıkıp saldırıya geçme zamanı! Esasında faşizmin pervasızlığını durduracak tek şey budur. “En iyi savunma, saldırıdır” sözü boş yere söylenmemiştir. Mızmız muhalefet ile ne duruma düşüldüğü, sürekli geriye gidildiği ortadadır.
Erdoğan ve avanesini bu kadar saldırgan ve rahat kılan da muhalefetin bu pısırıklığıdır.
Öyle ki, AKP’nin seçim broşüründe bile yapılacak anayasa değişikliği ile cumhurbaşkanının meclisi “fesih yetkisi” olduğu yazıldığı halde, Erdoğan “ispatlansın, istifa ederim” diyor; ama düzen-içi muhalefet “hadi istifa et” diye bastırmıyor. “Zaten istifa etmez” diyerek kabulleniyor. Hatta Kılıçdaroğlu “ispat ederiz ama istifa etmesin” diyor. Ve her fırsatta “cumhurbaşkanının meşruiyetini tartışmayız” diyerek güvence veriyor.
Düzen-içi muhalefetin durumu budur. Bu tarz bir muhalefetle bırakalım saldırıları püskürtmeyi, ona davetiye çıkarılmakta, varolan haklar bile birer birer kaybedilmektedir.
Oysa sırtımız duvara dayanmış durumda. KHK’larla iş güvencesi tümden kalktı. Kamuda çalışan yüzbinlerce kişi işinden oldu. Özelde çalışanların zaten herhangi bir güvenceleri yok.
Üstelik işsizlik, 2008 krizinin oranlarına ulaştı. Başta gençler ve kadınlar olmak üzere, işçi kıyımı tüm çalışanların başında bir kılıç gibi sallanıyor. Açlık sınırının altında olan asgari ücretle çalışmak bile bir nimet haline geliyor!
Öte yandan zaten iyice budanmış olan demokratik haklar OHAL ile tamamen gaspedilmiş durumda. En azgın sömürü serbest, greve çıkmak yasak! Bir kişinin iki dudağı arasında işten atılmak yasal, buna direnmek yasak! Her tür hakaret, yalan, demagoji serbest, gerçekleri söylemek yasak! Çetelerin silahlanması, terör estirmesi serbest, onlara taşla karşılık vermek bile yasak! Her tür hakkın gaspedilmesi serbest, bunları protesto etmek yasak!..
Kısacası taşları bağlayıp köpekleri salmış durumdalar. Buna daha ne kadar sessiz kalınabilir?
Düzen-içi muhalefetle, sandık demokrasisi ile bu gidişin önüne geçilemediği artık görülmelidir. Çalışma koşullarımızı iyileştirmek, insanca-onurluca yaşayabilmek için bile, devrimci tarzda mücadele etmek, bir tercih değil zorunluluk olmuştur.
* * *
Önümüz 1 Mayıs! İşçi ve emekçilerin taleplerini haykıracakları, güçlerini gösterecekleri, “birlik, dayanışma ve mücadele” günü…
İçine girilen bu dönemden ancak işçi sınıfının üretimden gelen gücünü ortaya koymasıyla çıkabiliriz. Tıpkı 15-16 Haziran’da olduğu gibi, tıpkı “metal fırtınası” estirdikleri günlerdeki gibi işçi sınıfı sokağa çıkmalı; emekten, devrimden yana tüm güçlerin önüne geçmelidir.
2017 1 Mayısı’na referandum sonuçları üzerinden gidilecektir. Sonuç ne olursa olsun, “Erdoğan istifa”, “Hükümet istifa” sloganları öne çıkmalı ve 1 Mayıs’ın da temel sloganı olmalıdır.
AKP hükümeti emperyalistlerin ve işbirlikçilerin çekişmeleriyle değil, işçi ve emekçinin ayaklanmasıyla yıkılmalıdır.
Haziran direnişinde yarım kalan bu işi, sınıfın öncülüğünde tamamlamak, en ideali olacaktır.
Ünlü ozan Nazım Hikmet’in söylediği gibi, “paranın padişahlığını / karanlığını yobazın / ve yabancının roketini yenecek” işçi sınıfına selam olsun! Selam yaratana!