Bir çürüme ve yozlaşma hastalığı Siyasi dedikoduculuk

dedikodu

Dedikoduculuk, genel olarak iyi karşılanmayan, hatta kınanan bir özelliktir. İnsanların özel hayatlarına dönük sırların merak edilmesi ve şurda-burda konuşulup çekiştirilmesi, kimse tarafından onaylanmaz. Ve daha çok işsiz-güçsüz kişilere, ev kadınlarına, kahve erkeklerine özgü bir özellik olarak bilinir.

Ancak işin içine siyaset girince, dedikoduculuğun bu kötü yüzü, bu kadar açık olarak fark edilmez. Onun siyasal bir değerlendirme olduğu yanılsaması hakim olabilir. Ya da böyle bir kılıfla perdelenir ve yapanlar tarafından meşrulaştırılmaya çalışılır. O yüzden de birçok devrimci, kimi zaman farkına bile varmadan “siyasi dedikoduculuk” hastalığına yakalanabilmektedir. Özellikle son dönemde, bırakalım tek tek devrimcileri, bazı devrimci hareketler de bu hastalığa tutulmuştur. Ve giderek daha geniş kesimleri içine çeken ciddi bir sorun haline gelmiştir siyasi dedikoduculuk.

İşsiz-güçsüz insanlarda, başka evlerin içine dönük olarak ortaya çıkan merak, “işsiz devrimci”lerde de başka yapıların içine dönük bir meraka dönüşmüştür. Devrimci yapıların iç sorunları, iç işleyişleri masaya yatırılmakta, buralara büyüteç tutulmaktadır. İçe dönük açıklamaların satıraraları büyük bir merakla araştırılmakta, bunların içinde, sorunlara ilişkin bilgiler ya da “kanıtlar” bulunmaya çalışılmaktadır.

Tek tek devrimci yapılar hakkında, onların yöneticileri ve kadroları hakkında daha fazla bilgiye sahip olmak, bir övünç kaynağı olabilmektedir. Devrimci bir yapının bir kadrosunun, resmi görüşünün dışında bir çizgiyi savunduğu; yapı içinde görüş ayrılıklarının bulunduğu; kongresinde alınan bir kararın aslında şöyle bir anlama geldiği; eylemdeki resmi tutum şöyle olsa bile ona uymayanların bulunduğu; bir yapının bir bölgede şöyle hatalar yaptığı vb, vb üzerine sınırsız sohbetler yürütülebilmektedir.

Tüm bu bilgiler, rahatça ortaya dökülebilmekte, üstelik bütün bunlar, uluorta ve dizginsiz bir biçimde konuşulabilmektedir.

Konuyu kişiselleştiren ve içe dönük bilgi anlamına gelen herşey dedikodudur. Diğer taraftan, deşifre edilmesi halinde devrimci faaliyete zarar verecek olan herşey de dedikodudur.

 

Dedikoduculuk örgütsüzlüktür

Son yıllarda, siyasi dedikoduculukta bir artış yaşanmaktadır. Herkes, devrimci yapılar ya da faaliyetler hakkında rahatlıkla konuşabilmektedir. İçinde siyasi tek bir cümle, tek bir fikir bulunmayan, ama devrimciler hakkında “magazin” bilgiler üzerinden yürütülen sohbetler, neredeyse sıradanlaşmıştır. Kimi zaman devrimci çevrelerde, daha çok da, devrimcilere yakın duran ama herhangi bir yapıyla bağlayıcı ilişki kurmayan kesimlerde, konuşulan konuların haddi hesabı yoktur.

Siyasi dedikoduculuğun bu kadar artmasında, son yıllara damgasını vuran örgütsüz devrimcilik, ya da örgüt içinde örgütsüzlük tarzının büyük bir etkisi vardır.

Örgütsüzlük, gerçekte mücadelenin gerisine düşmenin göstergesidir. Ancak örgütsüz insanlar, kendilerini her tür örgütlülükten muaf ve her tür örgütlülüğün üzerinde görürler. Bir yere aidiyet duygusu yaşamadıkları için, ne kendi örgütlerine ne de başkalarına karşı bir sorumluluk duyarlar. Deyim yerindeyse “sırtlarında yumurta küfesi yok”tur. Bu nedenle de sonuçlarını ve yaratacağı etkileri düşünmeden, herkes ve her şey hakkında bol keseden konuşma rahatlığına sahiptirler.

İster bir yapı içinde olsun, isterse dışında “genel devrimcilik” tarzında olsun, örgütsüzleşmek, kişinin mücadele dinamiklerinin zayıfladığını, siyasi bakışının gerilediğini, faaliyetlerinin azaldığını gösterir. Gerçekte kendisinin eksilmekte olduğunun farkındadır. Ama başkalarının fark etmesini istemez. Bu nedenle, başkalarının eksikliklerini öne çıkarmaya çalışır. Bu “başkaları”nın kim olduğu çok önemli değildir. İçinde yer aldığı yapıya karşı da olabilir, başka yapılara karşı da. Kendi dışındaki herkesi ve herşeyi eleştirmeye başlar.

Kendisinin zayıflıkları, siyasal olarak eleştirme kapasitesinin de sınırlı kalmasına neden olur. Bir devrimci yapının eylem çizgisini ya da politikalarını siyasal düzlemde eleştirebilme gücü ve kavrayışına sahip değildir. Bu nedenle, “eleştirme” çabası hızla dedikoduya dönüşür. Tek tek kişilerin eksikliklerini, hatalarını, yaşadığı sorunları ortaya döker. Bu yetmez, iç sorunlara, iç tartışmalara yönelir. Bir toplantıda yaşanan tartışmalar, iç işleyişte ortaya çıkan zaaflar, alınan ya da alınmayan kararlar, operasyonlar, eylemlerdeki tavırlar vb. her şey konuşma malzemesi olur.

Mücadeleyle bağları zayıflayan biri, bunu gizlemeye çalıştığında, savrulacağı noktanın sınırı yoktur. Daha az iş yaptıkça, daha çok dedikoduya yönelir. Sadece kendisi yapmakla da kalmaz, çevresinde de dedikodunun yaygınlaşmasına, diğer insanları sarmasına çalışır. Çevresindeki insanların dikkatlerini de siyasetten ve eylemden uzaklaştırmaya, devrimci faaliyetin “magazin” unsurlarına yöneltmeye çalışır. Ne kadar çok insan dedikoduya yönelirse, kendisinin eksiklikleri o kadar gözlerden gizlenecektir çünkü. Kendi başarısızlıklarını, kendi mücadeleden uzaklaşmasını, başka devrimcilerin sorun ve eksikliklerini anlatarak kapatmaya çalışır. İşleri ve başarıları azaldıkça, dedikoduları artar. Dedikoduculuk en çok onların işine yarar, en çok onlar tarafından teşvik edilir.

 

Dedikoduculuk tasfiyeciliktir

Uzun süren yenilgi döneminin bunda önemli bir etkisi vardır. Yenilgi yılları, tasfiyeciliğin güçlenmesine ve derinleşmesine neden olmuştur.

Tasfiyeciliğin dedikodu üretmesinin bir yanı, devrimci yapıların mücadele çizgisinde yaşanan sağa kayıştır. Siyasette reformist eğilimler gelişirken, örgütlenmede de gevşeklik ve şekilsizlik ortaya çıkmıştır. Düzeniçi politikalar, mücadele ve örgütlenme biçimleri ağırlık kazanmaya başlamıştır. Düzeniçi mücadele ise, sağlamlık ve ilkeliliğe ihtiyaç duymaz. Disiplin ve kurallar ikinci plana düşer. Yapı gevşedikçe, her türlü yozlaşma ve hastalığın yeşereceği barınaklar olmaya başlar.

Diğer yanı ise, mücadelenin hızının kesilmesinin yarattığı boşluklardır. “24 saatini devrime adamak” kavramı, genellikle, pratik olarak 24 saat “koşturmak” olarak algılanır. Eylemden eyleme, mitingden gösteriye, ajitasyon-propaganda faaliyetinden dergi dağıtımına, sürekli olarak “koşturmak”… Kapitalizmin herşeyi “hız”a endekslemesiyle de bağlantılıdır bu algılama tarzı. “Hız” varsa faaliyet vardır, hız yoksa demek ki ortada somut bir iş de yoktur. Yoğun bir sabır ve ince bir emek gerektiren faaliyetler, (okuma, siyasi çalışma yürütme ve insan örgütleme faaliyetleri mesela) “koşturmak” kapsamına girmediği için, faaliyet olarak görülmez.

Bu kadar yoğun bir pratik iş temposu yok ise, bu defa insanlar kendisini boşlukta hissetmeye başlarlar. Ve devrimin dolduramadığı bu boşluklar, düzen alışkanlıkları tarafından doldurulur.

Oysa devrimci faaliyet, ne tek başına pratik işlerden ibarettir, ne de “24 saatini devrime adamak” sadece kesintisiz ve yoğun bir koşturma anlamına gelir. Bunun siyasi ideolojik gelişim ve örgütlenme yanları da vardır; ancak genellikle “faaliyet”ten sayılmaz, göze görünmez. Oysa örgütlenme; sistemli, sabırlı bir emeği gerektirir. Hem de üzerinde düşünülmüş, yoğunlaşılmış bir emektir bu. Keza siyasi gelişim için de harcanan emek, hiç de küçümsenmeyecek bir zaman alır. O yüzden de örgüt faaliyetini içselleştirmiş bir kadronun, yenilgi dönemlerinde bile boş-işsiz kalma ihtimali yoktur. Esasında doğru çalışan bir kadronun hiçbir dönem dedikodu yapacak, ya da yapanları dinleyecek zamanı olmaz.

Ama bundan daha önemli olan, dedikoduculuğun, devrimci yaşamda asla yerinin olmadığını bilmek ve buna uygun bir tavır alabilmektir. Bunu da ancak her dönem ve her koşulda devrimci kalanlar başarabilir.

 

Dedikoduculuk, bireyciliktir

Dedikoduculuğun özünde, başkasının kendinden daha kötü olmasına sevinme vardır.

Sosyalizm, birbirine sarılarak, birbirine güç vererek ilerlemektir. Sosyalizm, rekabete değil, yaratıcı yarışmaya dayanır. Sosyalist insan, başkalarının başarılarından, olumluluklarından, kazanımlarından, üstünlüklerinden öğrenmeye çalışır. Kendisi yapamamış olsa bile, devrimin-insanlığın yararına yapılan her işten mutlu olur. Çünkü sosyalizm, bireyselliği değil, kolektifi öne çıkarır. Bireyin başardığı her şey kolektife malolur, kolektifin başarısı bireyi zenginleştirir.

Kapitalizm ise kötü rekabete dayalıdır. Kapitalizmde yükselmenin tek bir yolu vardır; başkalarının üzerine basmak. Birisi yükselirken, başkasını aşağıya itmek zorundadır. Sadece “ben” vardır kapitalizmde. Başkasının başarısının yarattığı tek duygu çekememezliktir. Kendi dışında gerçekleştirilen her başarıyı gölgelemek için adeta bir yarış verilir.

Devrim ve sosyalizm fikrinden uzaklaşan birinin, kapitalizmin sınıfsal özelliklerini daha fazla taşımaya ve göstermeye başlaması kaçınılmaz bir durumdur. Kötü rekabet ve kıskançlık da, kapitalist sistemde başkalarının başarılarına karşı gelişen bir duygudur. Dedikoduculuğun kaynağında bunun olması şaşırtıcı değildir.

Dedikoduculuk, devrim ve sosyalizm fikrinden uzaklaşmadır. Sürekli olarak başkalarını kötülemek, başkalarının eksikliklerini anlatmak, kendi eksiklerini bunlarla kapatmaya çalışmak, kolektivizmden ve devrimin genel çıkarlarından kopuştur. Anlatımlarında, kendi dışındakileri hem küçümseme, hem de bu duruma sevinme vardır. Çünkü birileri ne kadar kötü ise, kendilerinin eksiklikleri o kadar görünmez olacaktır. Hata yapanların üzerine basarak yükselmeye, kendilerini bu şekilde göstermeye çalışırlar.

Çok kötü bir sevinçtir bu. Çünkü devrimci bir yapının güç kaybetmesi, genel olarak devrimin güç kaybetmesidir aslında. Devrimcilerin yaptığı her hata, kitlelerin gözünde devrimin prestijini sarsar. Mücadeleyi bırakan her insan, kaybedilen her mevzi, kitleleri devrim ve sosyalizm fikrinden uzaklaştırır. Bir devrimci yapının ya da kadronun reformizm saflarına kayması, görüş ayrılıklarıyla ya da iç sorunlarla uğraşması, diğer devrimcileri güçlendirmez, tersine güçten düşürür.

Bu nedenle devrimcilerin yapması gereken, gördükleri hataları düzeltmek, başarısız olana yardımcı olmak, devrim saflarından geriye düşeni tutmaya, reformizme kayanı engellemeye çalışmaktır. Dedikoducu, eksikliklere sevinir; devrimci ise, eleştirinin içeriğinde sert, üslubunda kazanıcı olmaya çalışır. Başka devrimci yapıların saflarında olanların bile eksikliklerini gidermeyi, devrimci yanlarını güçlendirmeyi hedefler. Eleştirilerin dozu ne kadar sert olursa olsun, asıl amaç düzeltmek ve devrim saflarına kazanmaktır. Bu aynı zamanda kitlelere ve diğer devrimci yapılara da önderlik etmenin tek yoludur.

Devrimci yapıların ya da tek tek devrimci kişilerin güç kaybetmesinin kimseye faydası yoktur, olamaz. Bu güç kaybına sevinecek olan tek unsur kapitalizmdir, karşıdevrimdir. Ve tabi ki, bir de devrim saflarının gerisine düşmekte olan dedikoduculardır. Tıpkı batan gemiyi uzaktan seyreden fareler gibi. Gemiyi ilk onlar terk eder, sonra da herkesin gemiden kaçması ve geminin batması için dua ederler. Böylece kendi haklılıkları ortaya çıkacaktır.

 

Dedikoduculuk, ilkesizliktir

Dedikoduculuk, gizlilik konusunda hiçbir kural ve ilke tanımaz. Öğrendiği her türlü bilgiyi dedikodu malzemesi haline getirmekten çekinmez. İşine yarayacağını düşündüğü her türlü bilgiyi anlatır, yayar, bu konuda kanıtlar toplar ve sunar, hatta daha ileri giderek yayın organlarında yazar.

Oysa gizlilik, devrimci kalmak isteyen her yapı için olmazsa olmazdır. Lenin, ünlü “Ne Yapmalı” adlı eserinde, “devrimciler örgütü”nün özelliklerini sıralar ve “gizlilik” ilkesini, sıraladığı tüm ilkelerin en önemlisi olarak addeder. Bu ilke, karşıdevrimin darbelerine karşı, devrimci yapının en etkili zırhıdır. Dedikodu, işte bu zırhı deler ve devletin darbelerine açık hale getirir.

Devrim mücadelesinin adına yaraşır bir biçimde verilebilmesi ve başarıya ulaşabilmesinin tek koşulu, ilkeli ve kurallı olmaktır. Bu mücadeleye baş koyanların da ilkeli, kurallı, disiplinli olmaları şarttır. Dedikoduculuğu iş edinenlerle, böyle bir savaşım verilemeyeceği ortadadır.

Dedikodu, ilkesizlik, kuralsızlıktır. Herkesin her şeyi bilmesi ve konuşmasıdır. Dolayısıyla devrimci bir yapının en büyük düşmanıdır. Çünkü devletin kulağına giden her türden “iç bilgi”, devrimci bir yapıya zarar verir. İster devrimci yapılar hakkında olsun, isterse tek tek devrimciler hakkında olsun, anlatılan her dedikodu, mutlaka bir yerden bir darbe indirecektir. Bu nedenle, dedikoduya karşı tavır almak ile ihbarcılığa karşı tavır almak arasında çok kalın bir çizgi yoktur.

* * *

Yukarıda sıraladığımız çeşitli etkenler, siyasi dedikoduculuğun son dönemde giderek artmasına neden oldu.

Devrimci hareketler hakkında eleştiriler, polemikler elbette ki yapılacaktır; bu siyasi faaliyetin önemli bir parçasıdır. Ancak bunu yaparken iki unsuru kesin olarak dikkate almak gerekir. Birincisi, bu eleştiriler, her şeyi deşifre etmeye götürmemelidir. İç bilgiler, eleştiri malzemesi haline getirilemez. Öte yandan tek tek kişilerle uğraşmadan, siyaseten eleştiri yapılmalıdır. İkincisi, eleştiri dışlayıcı değil kazanıcı olmalıdır. Dedikodu dışlanır, siyasi eleştiri ise mutlaka dikkate alınır.

Dedikodu batağına batanlara karşı, tutum çok net olmalıdır! Onlar, niyetleri ne olursa olsun, objektif olarak devrim cephesini zayıf düşürmektedirler. O yüzden de ister ikili konuşmalarda, isterse çeşitli kurumlarda olsun, dedikodu yapılmasına kesin bir tutum almak, konuşulmasını engellemek, devrimci bir görevdir.

Kurumlarımızda devrimci yapılar hakkında siyasi eleştiri kapsamı dışına çıkacak herhangi bir şeyin konuşulmaması zaten oturmuş durumdadır. Ancak dedikoduculuk öylesine yaygınlaşmış durumdadır ki, ne kadar dışında kalmaya çalışsak da, bir biçimde bizi de içine çekmeye çalışanlar çıkmaktadır. Bunlara karşı çok daha uyanık olmak ve bizi içine çekmeye çalıştıkları bataklıktan olabildiğince uzak durmak zorunludur.

Devrim saflarında bir biçimde yer alan herkes, faaliyete kattıkları ile varlığını ortaya koymalıdır; başka devrimciler ya da başka örgütler hakkında öğrendiği “iç bilgiler” ile değil. Bu bilgileri anlatarak kendisinin “ne kadar ileri bir devrimci” olduğunu değil, ancak ve ancak ne kadar “örgütsüzleşmiş” bir dedikoducu olduklarını gösterirler. Ve bunun bizim gözümüzdeki yeri oldukça aşağıdadır.

Değer verdiğimiz tek şey, devrim saflarında duran kişinin, kendisinin ne kadar sağlam ve tutarlı olduğu, kapitalizmin kirlerinden arınmaya ve devrimcileşmeye ne kadar istekli olduğu, mücadele etmeye ne kadar kararlı olduğudur. Her yeni devrimcinin kendisini vurması gereken mihenk taşı budur.

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …