AKP-Cemaat çatışmasının Kürt hareketine yansımaları

tuncelide-sakine-cansiz-protestosu

AKP-Cemaat çatışmasının en şiddetli yaşandığı son bir ay içinde, daha önce birlikte saldırdıkları Kürt hareketini, birbirlerine karşı kullanma yarışı başladı. Benzer bir durum, daha önce “Ergenekon” adıyla tasfiyeye girişilen “ulusalcı” kesimler için de geçerli.

AKP, bugüne dek yapılan haksızlıkların-hukuksuzlukların suçunu Cemaat’e yıkmaya çalışırken, Cemaat de işlenen cinayet ve katliamlardan AKP’nin (ve ona bağlı çalışan MİT’in, Genelkurmay’ın) sorumlu olduğuna dair belgeleri ortaya döküyor. Bir yandan “düşmanımın düşmanı benim dostumdur” diyerek, kendilerine yeni müttefikler arıyorlar; diğer yandan 11 yıldır birlikte işledikleri suçları birbirlerinin üzerine atarak aklanmaya çalışıyorlar.

Bu hengame içinde, daha önce üstü örtülen, kabul edilmeyen bazı gerçekler, belgeleriyle birlikte ortaya dökülüyor. Bu tür çatışmaların belki de en “hayırlı” yönü bu oluyor. Hatırlanacaktır; yıllar önce “Susurluk” olayında da benzer bir durum yaşanmıştı. Egemen klikler, birbirlerinin ayağını kaydırmak, ya da “kullanım değeri” sona ermiş kişi ve kurumları ortadan kaldırmak istedikleri zaman, esasında “herkesin bildiği sırlar” belgeleriyle ortaya dökülmektedir. Hatta bunu bilinçli-planlı bir şekilde, zamanlamasını da iyi ayarlarayarak gerçekleştiriyorlar. Son olarak Paris cinayeti ve Roboski katliamında yaşandığı gibi…

Bilindiği gibi, Gülen Cemaatine bağlı “Taraf” başta olmak üzere yayın organları, AKP’yi yıpratmak için Roboski katliamının üzerinde sıkça durmuşlardı. Çünkü bu katliamın Başbakan ve Genelkurmay Başkanı’nın onayı ile yapıldığını çok iyi biliyorlardı. AKP ile çatışmalar şiddetlenince, yeniden Roboski’yi hatırlattılar ve bu yönde yayınlarını yoğunlaştırdılar. İki yıldır mahkemeler arasında sürünen ve hasıraltı edilmeye çalışılan dava, tam da bu dönemde sonlandırıldı ve katliam emrinin Genelkurmay Başkanlığı tarafından verildiği resmen kabul edilmiş oldu.

Bir diğer gelişme, geçen yıl Paris’te katledilen üç Kürt kadın devrimci (Sakine Cansız, Fidan Doğan, Leyla Şaylemez) davasında yaşandı. PKK liderlerinin Paris cinayetinin arkasında Gülen Cemaati olduğuna dair demeçlerinin artması üzerine, bu cinayetin MİT tarafından yapıldığına dair belgeler ortaya dökülmeye başladı. Önce ses kayıtları, ardından MİT’e ait olduğu söylenen belgelerle, cinayeti işleyen Ömer Güney’in MİT ile olan ilişkisi ortaya serildi.

Roboski ve Paris katliamlarının Kürt halkı üzerinde yarattığı derin etkiyi ve bunun yarattığı büyük öfkeyi AKP’ye yönlendirmek için, Cemaat’in harekete geçtiği görülüyor. Hiç kuşkusuz bunda Kürt hareketinin AKP-Cemaat çatışmasında, AKP’den yana tutum almasının rolü var. Özellikle Öcalan’ın daha önceki açıklamaları (MİT Müsteşarı’ndan yana sözleri) ve son olarak 17 Aralık yolsuzluk operasyonunu “hükümete darbe” olarak nitelemesi, Cemaat’in bu yöndeki atraksiyonlarını arttırdı. Tam da Paris cinayetinin yıldönümünde, bu olayın arkasında MİT ve AKP’nin olduğuna dair belgeleri ortaya sürdü.

 

Paris cinayetinin belgeleri

Geçen yıl 9 Ocak’ta Paris’te katledilen üç Kürt kadın devrimci, ölüm yıldönümlerinde dünyanın pek çok yerinde görkemli gösterilerle anıldılar. KCK tarafından yapılan açıklamalarda, cinayetin arkasında Gülen Cemati olduğu bir kez daha yinelendi. Murat Karayılan, geçen yıl Amed-Lice’de katledilen gerillaları da hatırlatarak, “Bu saldırı, çözüm sürecini sabote etmek amacıyla ‘paralel devlet’ tarfından gerçekleştirildi.” dedi. Cemil Bayık ise, “bu katliamı yapan kişinin izleri, Fettullahçılarla ilişkili olabileceğini gösteriyor. Büyük Birlik Partisi ile organik ilişki içinde olduğu yönünde önemli belirtiler hatta delliler vardır” diyerek BBP ile Cematin arasında derin ilişkiler olduğunu ifade etti.

Bu açıklamaların ardından, katil zanlısı olarak Fransa’da tutuklu bulunan Ömer Güney’e ait ses kayıtları internette yayınlandı. Kasette, Ömer Güney’in yakını olduğunu söyleyen kişi, katilin bunu kendisine tutuklamadan önce verdiğini ve “başıma bir iş gelirse açıklarsın” dediğini söylüyor. Kimliği belirsiz bu kişi, katilin talimatları MİT’ten aldığını ve esas hedefin Sakine Cansız olduğunu da ekliyor. Ve MİT mensubu oldukları söylenen kişilerle arasındaki konuşmada, suikast düzenlemek istedikleri PKK liderlerinin isimleri sıralanıyor. Kasette konuşanlardan birinin Ömer Güney olduğu kesinleşmiş durumda. Diğer iki kişinin ise kimlikleri belirsiz.

Ardından bir MİT belgesi daha ortaya çıktı. BDP Genel Merkezi ve bazı basım kurumlarına gönderilen belgede, “Konu: Sera kod Sakine Cansız” başlığı altında ona yönelik suikast planına onay verildiği ve bunun için katile 6 bin avro gönderildiği yazıyor.

Ömer Güney’in cinayetten önce defalarca Türkiye’ye girip çıktığı, buna karşın nerede ikamet edip, kimlerle görüştüğünün gizlendiği, dahası MİT ile ilişki içinde olduğuna dair bazı ipuçları ortaya çıkmıştı. Bu ses kaydı ve belge ile önemli kanıtlar elde edilmiş oluyor. Tabi ki, bunların Cemaat’in çok önceden elinde olduğu, ortaya dökmek için zamanını beklediği de anlaşılıyor.

Diğer yandan bu cinayeti MİT’in işlemiş olması, Cemaat’i aklamıyor. Çünkü “Sri Lanka modeli” dedikleri, önderleri katlederek hareketi bitirmeyi amaçlayan “çözümü” savunan da, Cemaat’tir. Cemaat’in basındaki tetikçilerinden Taraf gazetesi yazarı Mehmet Baransu, Paris cinayetinden önce şunları yazmıştı: “Bir örgütü etkisiz hale getirmek istiyorsanız, çoluk çocuğu değil, 40 liderini öldürürsünüz.”

Esasında Kürt hareketini baskı ve terörle bitirme konusunda AKP ile Cemaat, uzunca bir süre birlikte hareket ettiler. 2006 yılında Amed serhildanı sırasında “kadın da olsa çocuk da olsa gereğini yaparız” diyen Erdoğan’dır. AKP’nin işbaşında olduğu süre boyunca yüzlerce Kürt gerillası ve yurtsever katledildi. Paris cinayetinden hemen sonra Erdoğan, Sakine Cansız’ı kastederek, “biz iadesini istedik, ancak Fransa vermedi, sonucu da böyle oldu” demişti. Hüseyin Çelik ise, cinayetin ardından saatler geçmeden “bu bir iç infazdır” açıklamasını yapmıştı.

Kısacası bu iki karşı-devrimci kesimin ellerinde, binlerce devrimcinin, yurtseverin kanı bulunuyor. Daha önce birlikte işledikleri cinayetleri-katliamları, şimdi birbirlerinin üzerine atarak rakiplerini zayıf düşürmeye çalışıyorlar.

 

Roboski’de mahkeme kararı

28 Aralık 2011 tarihinde gerçekleşen Roboski katliamının yıllardır süren davası da, AKP-Cemaat çatışmasının keskinleştiği bugünlerde sonlandı. Cemaate yakın yayın organlarının, katliamın yıldönümünü de vesile yaparak yeniden AKP’yi hedefe çaktığı günlerde, Askeri Savcılık kararını açıkladı. Bunda Cemaat’in “aba altından sopa gösteren” yayınlarının ve Paris cinayetiyle ilgili belgeleri ifşa etmesinin önemli bir payı olduğu muhakkak.

Çünkü Askeri Savcılığın kararı, Roboski’de 34 kişinin katledilmesinin ardında Genelkurmay Başkanı’nın onayı olduğunu ilan ediyor. Kararda; “istihbari bilgiler ışığında operasyonun Hava Kuvvetleri’nce yapıldığı, fakat normal prosedürün işletilerek önceden Genelkurmay Başkanı’na bildirildiği, onun emriyle operasyonun başlatıldığı” belirtiliyor. Ardından “hata” yapıldığı söyleniyor, fakat bunun da yasal dayanakları sıralanarak ceza verilemeyeceğine hükmediliyor ve “kovuşturmaya yer olmadığı”na karar vererek noktayı koyuyorlar. Daha önce Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’nın “görevsizlik kararı” verdiği davaya, Askeri Savcılık da “takipsizlik” kararı verip dosyayı kapatıyorlar!

Elbette bu dava, ne hukuken, ne siyaseten ne de vicdanen kapanmıştır. BDP milletvekilleri davayı AHİM’e ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne taşıyacaklarını açıkladılar. Ama daha önemlisi, davanın siyasi olarak da sürdürülmesi ve peşinin bırakılmamasıdır. Başta Kürt halkı olmak üzere insani değerlerini yitirmemiş herkes bu davanın takipçisidir.

Katliamın, Genelkurmay Başkanı ve Başbakan’ın emriyle gerçekleştiği daha önceden de açığa çıkmıştı. “İçlerinde bir PKK’li var, diğerleri sivil, vuralım mı” diye sordukları ve onların da “vurun” dedikleri biliniyordu. Kaçakçıların arasında PKK liderlerinden Feyman Hüseyin’in de bulunduğu şeklinde istihbarat aldıklarını, bu durumun “kaçınılmaz hata” olduğunu belirtmişlerdi. Şimdi mahkeme kararı ile Başbakan’ı işin içinden sıyırdılar, “emir komuta” zincirini Genelkurmay Başkanı ile dondurdular. Ama bu katliamdan ne AKP, ne de Başbakan Erdoğan sıyrılabilir.

Roboski halkının üzerindeki baskı ve zulüm halen devam ediyor. Geçtiğimiz günlerde “sınır ticareti” yapan yaklaşık 40 kişinin üzerine, yine askerler tarafından ateş açıldı. Devlet, burada sınırı kapatmak istiyor, halk ise buna izin vermiyor. Son olarak askerlerin sınırı tel örgülerle çevirdiğini gören bölge halkı, sınıra yürüdü. Askerler, halkın üzerine ateş açtılar, ertesi sabah da, evlere baskın düzenleyerek onlarcasını gözaltına aldılar. Ardından katiamda yakınlarını kaybeden Ferhat Encü’ye “jandarmaya hakaretten” 4 yıla kadar hapis istemiyle dava açıldı.

Kısacası, devletin Roboski halkına karşı kini ve saldırıları bitmiyor. Halkın dirençli tutumu, onları çıldırtıyor. Ama ne yaparlarsa yapsınlar, bu katliamı unuturamayacaklar ve sorumluları er geç hesap verecekler!

 

Kürt hareketinin tutumu

AKP-Cemaat çatışmasında, başta Öcalan olmak üzere Kürt hareketinin önde gelen isimlerinin yaptığı açıklamalar, bu çatışmada AKP’den yana tutum aldıklarını ortaya koydu.

Bu durum yeni de değil. Çatışmanın başlama noktası kabul edilen, 7 Şubat 2011 tarihinde MİT Müsteşarı’nın savcılığa çağrıldığı ve Erdoğan’ın buna izin vermemek için yasal düzenleme yaptığı dönemde de Öcalan, “MİT düşse, Türkiye’de bütün kaleler düşmüş olacaktı” diyerek, tavrını MİT’ten yana koymuştu. Cemaat için “paralel devlet” kavramını, Erdoğan’dan çok önce Öcalan’ın kullandığı da biliniyor.

17 Aralık operasyonunun ardından BDP heyeti ile görüşen Öcalan, operasyonu “darbe” olarak niteledi ve hedefinde Başbakan’ın olduğunu söyledi. Bunun nedeni olarak da “çözüm süreci”ni gösterdi. “Ülkeyi bir darbe ateşiyle yeniden yangın yerine çevirmek isteyenler, bizim bu ateşe benzin taşımayacağımız bilmeliler. Her darbe teşebbüsü, karşısında bizi bulacaktır” diyerek, Cemaat’e meydan okudu.

Bu arada AKP’ye de, “süreci işletmezsen hem darbe yersin, hem de bizi kaybedersin” diyerek uyarılarda bulundu. Ancak bir süredir hükümetin “çözüm süreci”nde üzerine düşeni yapmadığı, böyle giderse sürecin biteceği yönlü tehditlere son verildi. Hatta bizzat Öcalan, en son Aralık ayına kadar hüküme süre vermişken, şimdi yerel seçimlerin yapılacağı 30 Mart’a kadar bekleyeceklerini söyledi. Ve bir kez daha bir seçim döneminde AKP’yi rahatlatmış oldu. Hem de 30 Mart’ın AKP için bugüne dek girdiği en kritik seçim olacağı ortadayken…

Kürt hareketinin tıpkı Gezi döneminde olduğu gibi “çözüm süreci”ne helal getirmemek adına AKP’ye yakın duran bu tavrı, doğal olarak birçok kesim tarafından eleştiriliyor. Kendi içinde bile bunun rahatsızlığı görülüyor. Artan basınç üzerine, AKP’ye de Cemaat’e de tavır aldıklarını, “üçüncü yol” izlediklerini söylemeye başladılar, fakat Öcalan’dan başlamak üzere Kürt hareketinin sözcülerinin açıklamalarında Cemaat hedefe çakılırken, AKP’ye nefes boruları açılıyor. Hiç kuşku yok ki, şöyle bir dönemde AKP’yi en fazla rahatlatan şey, Kürt hareketinin AKP’ye tanıdığı zamandır.

* * *

Bugüne dek birçok kirli işi birlikte yapan AKP-Cemaat arasında taraf olmak, ya da “ehven-i şer” diyerek birini diğerine tercih etmeye kalkmak, doğru bir yaklaşım değildir. Aralarında giderek tırmanan çatışmadan dolayı, çeşitli argümanlarla kitleleri yanlarına çekmeye çalıştıkları, hatta dün “düşman” gördükleri kesimlerle “ittifak” arayışına girdikleri görülmektedir. Geçmişte “dinci-laik” çatışmasında olduğu gibi, bu oyuna düşmemek gerekir. Son olaylarda da görüldüğü gibi, klikler arasındaki çatışmalar geçicidir, onlar için aslolan düzenin bekasıdır.

Komünist ve devrimciler ise, bırakalım birbirine bu kadar yakın AKP-Cemaat’i, düzen-içi muhalif partiler de dahil olmak üzere bir bütün olarak bu sömürü ve soygun düzenine karşıdırlar. Her fırsatta çözümün, şu ya da bu parti-klik değil, devrim ve sosyalizmde olduğunu söylemelidirler. Hiç birine yedeklenmeden kendi bağımsız tavırlarını ortaya koymalı ve çözümün sandıkta değil, sokakta olduğunu yinelemelidirler. Pragmatist değil, ilkeli bir duruş sergilenmeli ve kitlelere gerçekler gösterilmelidir. Sadece doğru olmakla kalmayıp, er ya da geç kazandıracak olan tutum da budur.

 

 

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …