8 Mayıs 1945- Kızıl Bayrak Berlin’de!

22 Haziran 1941 şafağında Hitler, sürpriz bir saldırı ile Sovyetler Birliği’ne yüklendi… Hitler, giriştiği sefer için “Dünya tarihinde görülen en büyük askeri yürüyüş” diyordu. Abartmıyordu. Bu saldırı ile dünyanın en büyük iki ordusu, insanlığın verdiği en kesin savaşımda birbirine girdi… Berlin, Londra, Washington’daki görüşler, Rus direnişinin bir aylık ‘yıldırım savaşı’ ile ezileceği merkezindeydi.

Bu savaşın sonucunu yalnız silah gücü değil, bütün dünyanın bir cephe halinde birleşmesi belirleyecekti.  Stalin bunu, Alman istilasının başlamasından iki hafta sonra radyoda yaptığı ilk savaş sırası konuşmasında belirtti. Sovyet halkına, düşmanın epeyce toprak ele geçirdiğini söyledi. Ne var ki bu, paniğe neden olmamalıydı. “Yenilmeyecek ordu yoktur, hiç de olmamıştır” diyordu. Almanya, çok önemli askeri avantajlar sağlamıştır ama “kendisini kana susamış bir saldırgan olarak ortaya koymakla politik bakımdan kaybetmiştir.” Sovyet’lerin karşı-stratejisi, “Bütün bir halkın savaşı” olmalıdır. Ordu, “her karış vatan toprağı için savaşmalıdır” ama “zorunlu geri çekilme halinde” değerli her şey boşaltılmalı ya da yok edilmelidir.

Avrupa ve Amerika halklarındaki sadık müttefiklere sesleniyordu: “Ülkemizin özgürlüğü için verdiğimiz savaş, demokratik özgürlükler için Avrupa ve Amerika halklarının mücadelesi ile kaynaşacaktır.” Bu ülke halklarını yalnız direnmeye değil, “zaferi kazanmaya” çağırıyordu… Rusya’nın Hitler’e direnmesi, sürgündeki hükümetler ile ittifak kurması, Avrupa’daki bütün Nazi düşmanı unsurları –komünistlerden tutun da monarşistlere dek- Direnme Hareketi’nde birleştirdi. (…)

Almanlar “yumuşak sivil geri” bulamıyorlardı. Karşılaştıkları şey; gerilla olarak örgütlenmiş ve düzenli Rus birlikleri ile işbirliği halinde kolektif çiftçiler oluyordu…  Sovyet taktiğinde, ordu ile halkın faaliyetleri eşgüdümlüydü. Kullanılan slogan; “Cephe, yalnız topların gümbürdediği yer değildir. Her çiftlikteki her atölye cephedir”… Siviller ordu ile işbirliğine fizik olarak da kendilerini hazırlamışlardı. Altı milyon insan, GTO rozeti testini kazanmıştı. Bu, her türlü koşma, yüzme, atlama, kürek çekme ve kayak yapma koşullarına uygun, “çalışmaya ve savunmaya hazır” insan demekti. Pek çok insan ücretsiz paraşütle atlama ve planör kurslarına katılmıştı. Her çiftliğin atış talimlerinde silah kullanmayı öğrenen ve kendi silahları olan sivil savunma grupları vardı. İşte bunlar hazır gerilla çetelerini oluşturuyordu.

Düşman yaklaşırken her sanayi kuruluşunda işçiler ekipler kurarak makineleri söküyor, yağlıyor, ambalajlıyor ve doğuya doğru gönderiyorlardı. İşçiler de makineleri ile birlikte doğuya gidiyor, Sibirya’da ya da Urallar’da belli yerlerde fabrikalarını yeniden kuruyorlardı. (…)

Kızıl Ordu dergileri, ‘yıldırım tipi’ savaşı tahmin edebilmişlerdi… Eğer güçleri eşit ülkeler sözkonusu ise ‘yıldırım’ hemen başarıya ulaşmazsa, savaş uzar ve sonucu, ülkelerin nispi ekonomik kaynakları, savaş yedekleri ve halkın morali belirler. İşte şimdi Ruslar ile Almanların yüzyüze geldikleri sınav buydu…

Şimdi Moskova cepheydi. Halk günlük 1.600 kalorilik rejime girmişti. Ne okullara, ne evlere kömür veriliyordu. Kömür savaş sanayi içindi. Evlerde elektrik yoktu. Elektrik mühimmat yapmak içindi. Halk, oniki saatlik çalışmadan sonra evlerine dönüyor, karanlıkta giysileri ile yatağa yığılıp, yorganlarını başlarına çekiyorlardı…

Stalin Moskova’da kaldı. 7 Kasım 1941’de Alman topları varoşlarda gümbürder ve Hitler Moskova’nın alındığını ilan ederken, Stalin Kızıl Meydanda birlikleri teftiş ediyordu. Bu hareket, Moskova halkına güven veriyordu. Bu hareketiyle onlara, başkomutanları ile birlikte ulusun savunmasının merkezi olduklarını anlatıyordu. O kış Moskova, Almanları altmış mil geriye itti ve orada tutmayı başardı.

1942 yazında Hitler, “Stalingrad’ı ne pahasına olursa olsun ele geçirin!” emrini vermişti. Stalingrad’ın düşmesi, Moskova’nın güneyden sarılması için yol açacaktı… Günlerce, binlerce uçak ve binlerce top bu kente saldırdı. Almanlar, Stalingrad’ı ikiye ve belki de on parçaya böldüler. Hitler, kaç kez bu kentin alındığını bildirdi. Gerçekten de çoğunu almıştı ama halkı alamamıştı.

“Volga’dan öte toprak yoktur” sözü Stalingrad’da dilden dile dolaştı. Sokak sokak, ev ev, oda oda dövüştüler. Tüfek, el bombası, bıçak, demir sandalye, kaynar su… ne buldularsa kullandılar. “Yıkılmadık bina kalmadı” diyordu Alman raporları. “Eğer yüreğiniz varsa, her tuğla yığını bir kale olabilir” sözleri dolaşıyordu dillerde. Stalin, “geri alınan her tepe, zaman kazandırır” diye tel çekmişti. Stalingrad halkı, tam yüzsekseniki gün işte böyle savaştı… Ve 2 Şubat 1943’de Almanlar teslim oldular.

Burası, uzun savaş cephesinin bir dönüm noktası oldu. Almanların bütün dünyayı köleleştirme hevesleri, işte burada, yiğit Volga kentinin erkek ve kadınlarınca parça parça edildi…

Stalingrad’dan sonra Almanlar sürekli geri itildiler. 1943’de Ukrayna’dan, 1944 yazında Sovyet cephelerinden sürülüp atıldılar. Temmuz sonlarında Sovyet orduları Almanları Varşova’dan söküp attı. Kızıl Ordu, 1945 Nisan’ında Berlin’deydi.

Anna Strong’un “Stalin Dönemi” kitabının 135-153 sayfalarından kısaltılarak alınmıştır.

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …