Ukrayna’da Kasım ayında başlayan eylemler, Şubat ayının 21’inde hükümetin devrilmesi ile yeni bir evreye girdi. AB ve ABD destekli, faşist önderliğe sahip muhalefetin eylemcileri, Başkanlık Sarayı’nı işgal ettiler. Devlet Başkanı Yanukoviç başkenti terketti, eski başbakan Yulia Timoşenko hapisten çıkarılarak başkente getirildi. Şimdi Ukrayna’da iç savaş ve bölünme tartışmaları başlamış durumda.
Kitle hareketi değil, hükümet darbesi
Ukrayna’da benzer bir hükümet darbesi, 2004 yılında gerçekleşmişti. Doğrudan ABD tarafından organize edilen ve AB tarafından desteklenen 2004 darbesi, Rusya yanlısı hükümeti devirmiş ve ABD-AB işbirlikçisi bir yönetimin başa gelmesine neden olmuştu.
Ancak bir taraftan Ukrayna’nın Rusya’ya ekonomik ve siyasi bağımlılığı, diğer taraftan bütün kapitalist devletlerin genel özelliği olan rüşvet ve yolsuzluk bataklığının yeni Amerikancı hükümeti de kuşatması, bu yönetimin uzun süreli olmasını engelledi. 2010 yılında Rusya’nın müdahalesiyle Ukrayna’da yeniden yönetim değişikliği gerçekleşti ve 2004 darbesini gerçekleştiren ekipte yer alan eski başbaban Timoşenko, yolsuzluk suçlamasıyla hapse atıldı.
Bugün başlayan hareket de yine Almanya’da ve ABD’de hazırlanıp servis edilmiş bir hükümet darbesi. Bunu bir “kitle hareketi” olarak göstermek için büyük bir çaba sarfediyorlar. Oysa Ukrayna’nın doğusunda ve güneyinde, bu eylemlere karşı bir tepki var; hatta eylemlere önderlik eden partilere karşı saldırılar gerçekleşiyor. Kiev ve batı eyaletlerde ise, eylemler etkili ama kitlesel değil. Dahası, işçi sınıfı başta olmak üzere emekçi halkın eylemlere katıldığı yönünde somut bir veri de yok.
Eylemlerin kurgusunda da öncekiyle yöntemsel bir farklılık var. 2004 yılında “barışçıl” olmakla öne çıkartılan, günler boyunca “silahsız-eylemsiz” biçimde meydanda oturarak hükümet devirmekle övünen eylemciler, bugün çatışmalı, direnişli, eylemli biçimde harekete geçmiş durumdalar. Ve 2004’te “barışçıl devrim”leri öven batılı emperyalistler, bugün keskin nişancıların ve silahlı milislerin gerçekleştirdiği provokasyonların arkasında duruyor, hükümeti “sağduyuya çağırmaya” devam ediyorlar.
Bunu da anlamak zor değil. 2000’lerin başında dünya genelinde emperyalistler “barışçıl” olmanın propangandasını öne çıkarıyorlardı. Bugün ise, Arap ayaklanmalarının başladığı günden bu yana, “direniş” olgusu dünya genelinde sempati topluyor. Kitlelerin egemenlere karşı direnmesi, militan bir mücadele hattı tutması meşru görülüyor. Havada uçan molotoflar, polise atılan taşlar, devasa sapan ve mancınıklar, polis karşısında militan bir duruş, devlet binalarının işgal edilmesi, polis barikatlarına yüklenilmesi, meydanın işgal edilip burada bir yaşam örgütlenmesi gibi unsurlar, dünya kamuoyunda güçlü bir dayanışma duygusu oluşturuyor. Dünya halkları genel olarak kendi egemen sınıflarının baskısı, sömürüsü altında öylesine bunalmış durumda ki, bir halkın kendi devletine karşı direndiğini, mücadele ettiğini gördüğünde sahipleniyor. Mücadele eden grubun taleplerinden bağımsız olarak, mücadeleci yönü destek topluyor.
Ukrayna’da da Kasım ayından itibaren başlayan eylemler, başlangıçta böyle bir etki yarattı. Ancak tıpkı Suriye “muhalefeti” gibi, onun da gerçek yüzü hızlı biçimde ortaya çıktı. İlk günden itibaren, hareketin arkasında ABD-AB ittifakının olduğu konusundaki tespitlerimiz, her geçen gün daha net biçimde kendisini ortaya koydu.
Faşizmin zaferi
Hareketin önderliğini yapan kurumların içinde faşistlerin rolü oldukça önemli bir yer tutuyor. Eylemlerde Stepan Bandera’nın posterleri taşınıyor. Stepan Bandera, Ukrayna tarihinin faşist yüzünü temsil eden bir isim. 1900’ün başında Ukrayna Milliyetçileri Örgütü’ne üye olan, Ekim Devrimi’ne ve Ukrayna’nın Sovyetler ile birleşmesine karşı mücadele eden, 1930’lardan itibaren Nazilerle işbirliği yaparak Sovyet karşıtı propaganda ve örgütlenme çalışması yürüten, işgal sırasında çoğu kadın ve çocuk 70 bin Polonyalı’yı, sayısız Yahudi’yi ve Kızılordu askerini katleden, savaş sonrasında ise sığındığı Almanya’da KGB tarafından ölümle cezalandırılan, alçak bir faşist.
2004’te Rusya yanlısı hükümete karşı gerçekleştirilen ABD darbesinin arkasından, Ukrayna’nın batısındaki kentlerde Stepan Bandera’nın heykelleri dikilmiş, AB’ci devlet başkanı Yuşçenko tarafından “Ukrayna kahramanı” nişanıyla ödüllendirilmiş, kitlelerin tepkisi üzerine bu nişan geri alınmıştı.
Bugün eylemlerde işte böyle halk düşmanı bir katilin resimleri taşınıyor. Ama diğer taraftan, Kiev başta olmak üzere 13 kentte Lenin’in heykellerini, Kızılordu askeri heykelini yıktılar. Zaten harekete önderlik eden partiler, faşist kimliklerini açıkça ortaya koyuyor, bununla övünüyorlar.
Mesela eylemin ilerleyen günlerinde, karakolların basıldığı, eylemcilerin eline 1500 silahın geçtiği haberleri duyulmuştu. Sonrasında tüfekli keskin nişancılar, polisleri, gazetecileri, hükümet yanlılarını vurmaya başladı. Bu işleri örgütleyen Sağ Sektör adlı faşist grup, eylemin silahlı gücünü temsil ediyor. Asıl olarak futbol kulüplerinin holiganlarından oluşuyor ve Ukrayna burjuvazisinin bir kesiminden doğrudan destek alıyorlar. Yanukoviç’in muhaliflerle “ateşkes” ilanını tanımayarak silahlı çatışmalara devam etme emrini veren de onlar olmuştu. Grubun lideri Dimitriy Yaroş, Başkanlık sarayının ele geçirilmesinin ardından “Devrimci Ulusal Muhafız”ın kurulduğunu duyurdu. Hedefleri, faşist militer gücü birleştirerek, gelecekteki polis ve istihbarat teşkilatının nüvesini oluşturmak.
Aslında Ukrayna parlamentosuna bakmak bile önemli bir fikir veriyor. Svoboda (Özgürlük) adlı parti, parlamentoda sandalyesi bulunan yasal bir neonazi parti. Lideri Oleg Tyagnibok uluslararası Yahudi düşmanları listesinin başlarında yer alıyor. Arkasındaki destek öylesine belirgin ki, eylemler sırasında Ukrayna’ya gelen batılı temsilcilerin hemen hepsiyle doğrudan görüşmeler yapıyor, ya da eylemler sırasında Münih’e giderek AB temsilcileriyle görüşüyor.
Yine parlamentoda yer alan Değişim Cephesi’nin lideri Andryi Parubyi, 1991’de Sovyetler’den ayrılır ayrılmaz, Nazilere atıfla Sosyal Nasyonalist Parti’yi kurmuş, faşist katil Bandera adına etkinlikler, futbol turnuvaları düzenleyerek adını duyurmuştu.
Bir de doğrudan ABD ve AB uşağı partiler sözkonusu. Anavatan Partisi’nin lideri ve görece daha liberal olan Arseniy Yatsenyuk, ABD’nin en çok önem verdiği, üzerinde durduğu isim. Udar’ın lideri Vitali Kliçko, partisini 2010 yılında Alman Konrad-Adenauer Vakfı’nın yardımıyla kurdu ve Almanya ile sistemli bağını hep sürdürdü. Ortak Dava Partisi’nin lideri olan ve Ocak ayı sonunda Adalet Bakanlığı’nı işgal ederek adını duyuran Aleksandr Danilyuk ise, açıkça Sorosçu kimliğiyle tanınıyor. Zaten meydan işgali sırasında bu partinin çadırlarının elit havası, bildirilerinin, amblemlerinin profesyonel görüntüsü, bu kimliği tamamlıyor.
İç savaş tehlikesi
ABD-AB ittifakı, içerideki faşist militer güçleri harekete geçirerek hükümeti devirmeyi başardılar. Hemen arkasından, ABD’nin yetiştirmesi Yatsenyuk başbakan ilan edildi ve kendi hegemonyalarını kurmaya giriştiler.
Ancak ortaya çıkan tablo, onların mutlak zaferini ilan etmeleri için erken. En başta, doğu ve güney eyaletleri yeni yönetime karşı tepkilerini açıktan ifade ediyorlar. Kırım gibi, Ukrayna’nın Karadeniz’e açılan en önemli mevzisi, Ukrayna’dan ayrılarak Rusya’ya katılmayı tartışıyor. Rusya’nın donanmasını barındıran Kırım’ın bu tutumu, son derece önemli.
Ukrayna’nın batısınnda, tarihsel olarak batılı emperyalistlerin; doğuda ve güneyde ise, Rusya’nın (öncesine SB’nin) etkinliği oldu. Bu iki bölge, sadece empeyalist etkinlik alanı olarak değil, demografik yapıdan siyasi görüşe, dini inançtan ekonomik duruma kadar, pekçok konuda farklılıklar yaşıyorlar. Doğusu protestan, batısı katolik; doğusu Rus ağırlıklı batısı Ukraynalı; doğuda Rusça konuşuluyor, batıda Ukraynaca; doğusu devrim döneminde sosyalizm savaşçısı, batıda faşist eğilimli kentler fazla; doğu hem ağır sanayinin hem de tarımsal üretimin merkezi, batı daha yoksul… Neredeyse iki ayrı devletin biraraya gelmesi gibi görüntüsü olan Ukrayna, gerçekten de tarihinde önemli kesitlerde iki ayrı devlet olarak varolmuş.
Geniş kitleler için en önemli olan ise, kendi yaşam koşullarındaki kötüleşme, yoksullaşma. Emperyalist politikalar, onların yoksulluğundan destek buluyor. Mesela 2004’teki darbenin kitle desteğinin arkasında, 1991’deki bölünme sonrasında Rusya yanlısı yönetimin hızlı özelleştirmeleri ve yağmasının yarattığı tepkiler bulunuyordu. Bu tepkiler, ABD politikalarının kitlelerde yankı bulmasına yol açmıştı. Ancak yeni hükümetin yolsuzlukları da hızla ayyuka çıkınca, 2010’da yeniden Rus yanlısı bir hükümet kurulmuştu. Bugün özellikle batıdaki halk, AB ile imzalanacak anlaşma ve kurulacak ilişkilerin ekonomik refah getireceğine inandırılmış durumda.
Ülkenin yüzde 60’ı ciddi bir yoksulluk içinde yaşıyor. Ekonomik yapı her geçen gün tahrip oluyor. Ülke tarımda ve sanayide gelişkin bir ülke iken, özelleştirmeler ve emperyalist yağma nedeniyle bu üstünlüğünü her geçen gün kaybediyor. Kendilerine daha iyi bir yaşam vaadedildiğinde, bundan etkilenmeleri ve hareketin peşine takılmaları da zor olmuyor. Ukrayna’daki bölünmeyi, bu tablo derinleştiriyor.
Ancak, ülke daha ilk günden ciddi bir ekonomik krizle karşı karşıya. Darbeden sonra kurulan hükümet, döviz kurunu dalgalanmaya bırakmak, ABD ve İMF’ye yardım çağrısı yapmak gibi adımlar atmaya başladı bile. Ukrayna’nın Rusya’ya bağımlı olduğu dönemde yaşadıkları ekonomik sıkıntıların artık biteceği propaganda ediliyor; oysa, İMF’ye ve ABD’ye bağımlı bütün ülke ekonomilerinde onyıllardır gördüğümüz dizginsiz yağma, özelleştirme ve işgücü sömürüsü, önümüzdeki dönemde Ukrayna’da da bütün pervasızlığıyla kendini gösterecektir.
Üstelik buna bir de, doğalgazda Rusya’ya bağımlı olmanın getirdiği sorunlar eklenecektir. Rusya, geçmişte de doğalgaz fiyatını ve satış miktarını Ukrayna üzerinde “demoklesin kılıcı” gibi kullanıyordu; yeni hükümete karşı yaptırım olarak bu kartı daha etkili biçimde kullanmaya yönelecektir. Ve bu konuda AB ve ABD’nin Ukrayna’ya sunabileceği bir alternatif de yok. Çünkü AB emperyalistleri de doğalgaz konusunda Rusya’ya bağımlı durumdalar; AB ülkelerinde giden doğalgazın yüzde 80’i Rusya-Ukrayna hattı üzerinden Avrupa’ya ulaşıyor. Rusya bu hükümet darbesinin “cezasını”, Avrupa doğalgazı konusunda da verebilir.
ABD-Rusya hegemonya savaşı
Ukrayna, hem Rusya hem de ABD açısından vazgeçilmez önemde. Ukrayna’nın stratejik yapısı, her iki emperyalisti de, burada keskin bir savaş vermeye zorunlu kılıyor.
ABD emperyalizmi, Ekim Devrimi’nden bu yana kendisi için bir tehdit olarak gördüğü, II. Emperyalist savaş döneminde açıkça rakibine dönüşen Rusya’yı kuşatmak ve etkisizleştirmek istiyor. Sovyetler’in dağılmasının ardından, eski “Doğu Bloku” ülkelerinin bir kısmını NATO’ya alarak bu kuşatmayı başlatmıştı. 1999 yılında Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Macaristan, 2004’te Bulgaristan, Estonya, Letonya, Litvanya, Romanya, Slovakya ve Slovenya, 2009’da ise Arnavutluk ve Hırvatistan NATO’ya üye yapıldılar.
Bu hamlenin en önemli ayaklarını, Amerikancı darbeler gerçekleştirilmiş olan Gürcistan ve Ukrayna oluşturuyordu. Ancak 2008 yılında Gürcistan’ın kendi sınırları içindeki özerk bölgeler üzerinde hegemonya kurmak için başlattığı savaşta Rusya’ya yenilmesi, Gürcistan’ın NATO’ya alınması hayallerinin ertelenmesine neden oldu. Ukrayna ise 2010’da yeniden Rus yanlısı bir yönetime geçince, Ukrayna da ABD’nin çekim alanından uzaklaştı. Şimdi ABD, Kasım 2013’te imzalanmayan AB anlaşmasını bahane ederek, Ukrayna’da hegemonyasını kurmak için harekete geçti.
Ancak Rusya için de Ukrayna vazgeçilmez önemde. NATO’yu kendi sınırlarından uzak tutmak için Ukrayna’ya kendi hegemonyasında tutmaya ihtiyacı var. Ama bununla sınırlı değil. Rus donanmasının Kırım’da bulunması, Karadeniz sınırı çok küçülmüş olan Rusya için son derece önemli. Denizlerdeki savaş gücünü, ancak bu şekilde elinde tutabiliyor; Karadeniz ve Akdeniz’deki etkinliğini bu şekilde sürdürebiliyor. Keza bütün Avrupa’ya doğalgaz satışını Ukrayna üzerinden gerçekleştiriyor oluşu da, Rusya’nın vazgeçemeyeceği bir ekonomik üstünlük.
Bu koşullarda, Ukrayna’da AB-ABD ittifakıyla faşist bir hükümet darbesi gerçekleştirildi, fakat hükümetin devrilmiş olması son nokta değil. Hem Ukrayna’nın kendi içindeki, hem de dünya genelindeki dengeler, Rusya’nın müdahale olanaklarını güçlendiren unsurlar. Yani Ukrayna halkını bekleyen şey, daha fazla “özgürlük”, daha fazla “demokrasi”, daha fazla “ekonomik refah” değil; iç savaş ve bölünme tartışmalarının getireceği daha fazla yıkımdır.