“Bu dava, siyasi bir davadır”

ali-ismail-mahkeme-pdd

Ali İsmail KORKMAZ’ın duruşması 3 Şubat’ta Kayseri’de yapılan duruşma ile başlamış oldu. Duruşmaya katılmak için birçok ilden direnişçiler, şehidini sahiplenmeye Kayseri yollarına döküldü. Elbette devlet davayı nakletmiş olmanın sonucuyla her il otobüsünü belirli noktalarda durdurarak zorluklar çıkardı. Tüm bunlara rağmen sabahın erken saatlerinde avukatlar ve direnişçiler duruşmaya hazırdı.

Duruşma her zamanki gibi yer, kamera kayıt cihazı, mikrofon eksiklikleriyle başladı. Salon dolduktan sonra Ali İsmal’in ailesi geldi, herkesin alkışlarıyla, ellerinde Aliş’in fotoğrafıyla en ön sıraya oturdular. Her gün çocuklarının katillerinden bahsedip üzülen aile, ilk kez katillerle yüzyüze geldi. Bunun ne kadar önemli bir an olduğunu, en çok da salonda olan Ethem Sarısülük ve Abdullah Cömert’in abileri anlamıştır heralde. Bir davada katile peruk-gözlük taktıran, yüzünü saklatan ve sonrada onu Ankara’dan kaçıran devlet, diğer davada ise her şey açıkken ısrarla sanık durumuna getirilmeyen katiller… Çocukları devlet tarafından öldürülen aileler, yıllarca mücadele ettiler çocuklarının katillerini bulmak için, dahası çocuklarının mezarını bulmak için… Böyle bir mücadeleler tecrübesinden geçenler için, “Alişim” diyen Emel Ana’nın katilleri ilk kez görmesi önemliydi, Berfo Ananın “Cemili”nin mezarı hala söylenmemişken…

Tüm bunlarla birlikte başladı duruşma. Ana ve baba bakıyorlar katillere, ama onlar bakamasın diye, sıra sıra önlerine dizilen polisler etten duvar örüyorlar. Bu etten duvarın kaldırılmasını istiyor avukatlar, bir kısmı kaldırılıyor, ama Ana’nın önünde iki polis ısrarla dikiliyor. Ana’nın bakışlarından korkuyor katiller!

Emel Ana acısını haykırıyor mahkeme heyetine; “Ben Alişimi temiz ellerle büyüttüm, onlara dokunmam, dokunup elimi kirletmem, korkmayın çekin önde duran polisleri” diyor. Hepimizin tüyleri diken diken oluyor, bir Ananın duruşma salonunda varlığının ağırlığını saatlerce hissediyoruz. O kadar haklı ki her söylediğinde… Katiller kimlik tespitinde her ayağa kalktığında, Ana onlara Aliş’inin fotoğrafını gösteriyor, “buraya bakarak konuşun” diyor. Katiller sol tarafa bakamıyorlar, saatlerce gözlerini kaçırıyorlar, yerin dibine girdikçe giriyorlar. Salon bizimle, hakim olan biziz…

Salona hakim olan biz olmamıza rağmen, davanın gidişatına hukuksal hakimiyet yönü oldukça zayıftı. Temsilciliği üstlenen avukat tarafından, iddianamenin değerlendirilmesi 5 dakikada üstünkörü yapıldı. Tarihe geçen bir direnişin şehidi söz konusuydu ve direnişin en önemli unsurlarından biri de günlerce Türkiye’nin tüm illerinde direnişin sürmesiydi. Böyle bir direnişten tam olarak söz etmeden, diğer şehitlerden söz etmeden ve dahası ilk sözü Ali İsmail’e vermeden duruşmaya başlanması çok kötüydü.

Böyle duruşmalarda normal verilmesi gereken dilekçelerin yanı sıra bu duruşmayı diğer adli vakalardan ayıran çok önemli noktaları bir bir açıklamak ve duruşmaların da buradan ilerlemesini savunmak gerekiyordu. Tarihe geçecek duruşmalarda, söylenen her sözün de değeri vardır.

ALİ İSMAİL KORKMAZ

Bir yaz karanlığıdır

Özgürlüğe taşınacak aranırken güneş

Zebani silsilesi önde engel

Arkada sopalı kalleş

Devlet, gaz, boyalı su, mermi

* * *

İsyana bir çığlıktı

“Bu daha başlangıç, mücadeleye devam

Taksim sokakları dar

Milyonlar Hatay, Adana, Eskişehir, Ankara’da

Sekiz karanfil güzelliğinde

Sevdalıydı genç yürekler düşsel inançta

* * *

Pusulu yollar aşıldı

Ölüm küçüldü

Düştü toprağa bir yoldaş yürek

Gülen gözlerle Eskişehir’de

Avuç avuç su serpildi okyanus mavisi

Kuşlardır habercisi

Ben ALİ İSMAİL KORKMAZ’ım,

öldürmekle bitmezim.

Bu değerlendirmelerin yapılamamış olmasını, sanık vekillerinin Gezi direnişini tamamen haksız bir gösteri olarak adlandırarak, polislerin yaptıklarını meşrulaştıran savunmaları izledi. On milyon insanın katıldığı bir direniş ve bunun meşruluğu mahkeme salonlarında da net bir şekilde savunulmalıydı…

Davaya yönelik sahipleniş, devleti fazlasıyla korkutmuştu. Mahkemeye ülkenin dört bir yanında kitlenin akacağı biliniyordu. Dahası, Eskişehir halkının Ali İsmail’i sahiplenişi de devleti tedirgin ediyordu. Eskişehir’de her hafta adalet yürüyüşleri, adalet nöbetleri gerçekleştirilmiş, binlerce sticker, binlerce afiş yapılmış ve Eskişehir’deki avukatların ısrarlı talepleriyle dava açılmak zorunda kalınmıştı. Bu korkuyla, katılımı düşürmeyi hedefleyerek ve “daha güvenli”gerekçesinin arkasına saklanarak, dava Kayseri’ye nakledilmişti.

“Güvenli”denilen mahkemede ise, girişte aramalardan geçerek salona girilmesine rağmen arka taraflarda silahlı birinin olduğu söylendi ve olaylar çıktı. O kişi aniden dışarı kaçırıldı ve sonra getirildiğinde de silahı yoktu. Alınan ifadesinde, son tekmeyi atan tutuklu polis Mevlüt Saldoğan’ın yakın akrabası uzman çavuş olduğu anlaşıldı. Bütün bu “güvenlik” safsatalarının tamamen davayı kaçırmak ve katilleri korumak olduğu, ilk duruşmada kanıtlanmış oldu.

Öğle arasından sonra ifadelere başlandı, önce polislerin sonra da sivillerin ifadeleri alındı. Bu ifadelerin ilkinde, Terörle Mücadele şubesinde polis memuru olan tutuksuz Şaban Gökpunar’ın, herkesin elinde jop olduğunu söylerken, “Ali İsmail diye tabir edilen şahıs” ifadesi herkesin tepkisini çekti. Gökpunar, Ali İsmail’in dövüldüğü sokakta olmadığını, kamera kayıtlarından da görüleceğini söyledi. Emel Ana itiraz etti: “Tabir edilen şahıs değil, Ali İsmail Korkmaz”… Şaban Gökpunar, o sokakta 20 kişilik TEM polisinin başında duran Baş polisti, amirlerinden aldığı talimatları uygulayan kişi olmasına rağmen tutuksuz yargılanıyordu ve yalanlarına devam ediyordu…

Sabah duruşmada psikolojik üstünlük bizim tarafımızda olmasına rağmen, öğleden sonra bu etki kaybedildi. Her konuşmak isteyen susturulmaya çalışıldı, öyle ki, aile bile bir şey diyemez durumdaydı. Ailenin çıkışları bile, ailenin arkasında bulunan, dava komitesindeki avukat tarafından engellenmeye çalışıldı. Komitedeki avukatlar, davanın gidişatında belirleyici oldular. Bu durum ifadeler ve çapraz sorguda aleyhimize sonuç doğurdu. Oysa sanıklar, psikolojik baskıyla doğruyu söylemek zorunda kalabilir, yalanlarını o kadar insanın içinde ve ailenin gözü önünde sürdüremeyebilirlerdi. Bu durum sağlanamadı.

İfadelerin devamında tutuklu polis Mevlüt Saldoğan, “Benim müdahale ettiğim şahsın Ali İsmail olduğunu kesinlikle kabul etmiyorum” diyerek ağız birliğinde bulundu. Bunun dışında o son vurduğu öldürücü tekmeleri “ayağımla dürttüm” olarak ifade etti. Tekmesinin sebebini ise, Ali İsmail’in dövüldükten sonra yerdeyken kendisine “küfür etmesi” ile yaptığını anlatırken, “erkekliğe yakışmaz küfür etmek” diyebildi. Ali İsmail’in abisi sinirlenip “senin yaptığın mı erkekliğe sığar, 19 yaşındaki gencin kafasına tekme atmak mı erkekliğe sığar” dedi.

Türkiye’de o kadar şiddette alışmış bir halk olduk ki, devletin yaptığı şiddetin “işkence” olduğunu kabul etmekte zorlanıyoruz. Halbuki AİHM kararlarında ve Avrupa’daki diğer ülkelerin kararlarında bu durum “işkence” olarak geçiyor. Türkiye’de hala polisin görevini “biraz sert” yapması olarak algılanıyor. Engin Çeber’in de önce gözaltındayken işkence gördüğü ardından hapishanede işkencesinin devam ettiği ve öldürüldüğü görüntülerle de kanıtlanmıştı. Bu sayede işkenceyi yapanlar ve buna izin verenler işkence suçundan cezalandırıldılar. Yargıtay’ın da kararı onamasıyla emsal niteliğinde bir karara ulaşıldı. Elimizde emsal kararların da olduğu bir durumda Ali İsmail’in davasında neden işkenceden söz edilmediğini anlamak çok güç… Öyle ki, Ali İsmail’in darp edilişi yalnızca bir kez değil, toplamda aynı sokakta dört kez oluyor. İkinci dövülmesinin üzerine yerde oturur vaziyetteyken dövülmesi bir işkencedir. Tutuklu polis Mevlüt Saldoğan’ın tekrar kafasına çok şiddetli tekmeler atması apaçık işkencedir. ali-ismail-mahkeme

Ali İsmail’in avukatlarının çapraz sorguda “AKP’nin polisi misiniz” demesi üzerine Mevlüt Saldoğan “hayır, Türkiye Cumhuriyeti’nin polisiyim” diyerek gerçeği ortaya çıkarmıştır. Sistem içi mücadele edenlerin her zamanki “devlet”i ve devletin organlarını yanlış algılamalarının sonucuduydu sorulan soru… Hükümetler değişse de sistem değişmedikçe, baki kalan şey devletin organlarıdır ve bu organlar (yargı-kolluk-parlamento gibi) hükümetlerle birlikte yok olmazlar. Bugüne kadar kolluk güçlerinin bir çok cinayet ve katliam yapmalarına rağmen yargılanmamaları, ya da kitlelerden gelen baskı üzerine göstermelik yargılamalarla, en az cezayla geçiştirilmesi, bunun en net kanıtıdır. Mevlüt Saldoğan’ın “devletin polisiyim” demesi doğrudur, başka bir hükümet geldiğinde de işkence yapacaktır… Bunu atlamak, böyle yanlış sorular sormak, tam da doğru cevabın verilmesine yol açar…

Duruşmanın devamında ifadeler sürerken polislerin avukatı susma hakkını kullanmasını isteyerek yönlendirmede bulundu. Öyle korkuyorlar ki, gerçeğin ortaya çıkmasından, ezberlenmiş ifadelerinin ters düz olmasından…

Israrla “o dövülen kişi Ali İsmail değil” diyorlar. O gün her şeyi “hatırlamıyor”lar, ama tek hatırladıkları dövdükleri kişinin Ali İsmail olmadığı…  Öyle ki, tutuksuz polis Yalçın Akbulut, orada olanları göstermesi istendiğinde “o Ali İsmail değil ki göstermem” diyerek cevap veriyor, tüm ilerlemeleri buradan oluyordu…

Savcının Yalçın Akbulut hakkında tutuklama istemi olmasına rağmen, Ali İsmail’in avukatlarının tek tek sebeplerini açıklayarak tutuksuz olan polislerin de tutuklanmasını talep etmemesi çok kötüydü. Benzer şekilde katillerin avukatlarının 11 saat boyunca konuşmadan oturup, söz sırası kendilerine geldiğinde yazılı olarak çok net şekilde savunmalarını okumaları ve taleplerini sıralamaları karşısında, Ali İsmail’in avukatlarının sözlü olarak yalnızca telefon kayıtlarını ve kasten öldürmeden ek savunma istemiş olmaları çok yetersizdi. Dinleyen herkes çok net bir duruş, hazırlanılarak gelinen yazılı taleplerin olacağını bekliyordu… Duruşma sırasında birçok durumda avukatların çekingen ve hep sessiz sedasız bir duruşma salonu istemeleri tepkiyle karşılandı…

İfadelerden sonra diğer polislerden de tutuklamaların olması gerektiği herkesçe istenen bir talepken, tutuklu olanların tutukluluğunun devamına karar verilmesi, bizleri sevindirmemeli. İlk duruşmada elimizde olanı kaybetmek değil, her şey ortadayken daha fazlasını istemek durumunda olmalıyız. Bu hattı izlemediğimiz sürece, ileride tahliyeler çıktıkça şaşırmamalıyız…

Eskişehir ve Ankara’da önceki aylarda dinlenilmek istenip avukatların yasalara aykırıdır savunusuyla Kayseri mahkemesine görüş sormaya karar veren mahkemelerin durumu da 3 Şubat’ta netleşmiş oldu. Olayın birebir tanıkları ve sanık olması gereken, fakat tanık olan, o sokakta diğer direnişçileri dövdüğü için Ali İsmail’i dövemeyen polis Selçuk Bal’ın da Kayseri’de dinlenmesine karar verildi. Katillerden sonra ifade verecek olmaları da bir artı olarak hanemize işlenmiş oldu…

Savcının Yalçın Akbulut’a ilişkin tutuklanma talebi reddedildi, tutuklu sanıkların ise tutukluluğunun devamına karar verildi… Kayseri mahkemesi ikinci duruşmayı 12 Mayıs’a erteledi.

Bundan sonra, tanıkların dinlenmesiyle birlikte duruşmada görüntüler de izlenecek ve söylemiş oldukları yalanlar tek tek ortaya çıkacaktır. Fakat unutulmaması gereken, bu dava sıradan bir adli vaka değil, siyasi bir davadır. Davanın siyasi olmasıyla birlikte ailenin yanı sıra herkesin bu davada söyleyecek bir sözü olmalı, duruşmada Ali İsmail’in neden o mücadelenin içerisinde olduğu, neden o gün sokağa çıktığı ve neler istediği tek tek anlatılmalıdır…

Devletin katilleri koruduğu ilk değildir, elimizde yüzlerce örneği bulunan bir konuda çok daha hassas çok daha düşünceli davranmalıyız. Her şeye rağmen, duruşmanın ilki bitmiş olsa da bilinmesi gereken bu halkın davayı takip ettiği ve katillerden hesap sormak istediğidir… Ne olursa olsun, katiller ne kadar yalanlar söylerse söylesin, artık halk onları yargılayacaktır. Tüm Gezi şehitlerinin, organ kaybı olanların, yaralananların ve bu mücadeleye omuz verenlerin unutmayacağı bir isimdir, Ali İsmail KORKMAZ…

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …