Ukrayna’da ABD-AB emperyalistlerinin eliyle örgütlenen silahlı hükümet darbesi, Rusya emperyalizminin müdahalesiyle yeni bir evreye başladı. Kırım parlamentosu, Rusya’ya bağlanma kararı aldı. Böylece bir kere daha ABD’nin kaldırdığı taş, kendi ayağına düştü, başlattığı hareket, Rusya’nın güç kazanmasına neden oldu.
Kiev’de başladı, Kırım’da sonuçlandı
Kiev’de Kasım 2013’te, kitlelerin yaşam koşullarını iyileştirme, ekonomik ve siyasi baskılara karşı tepkisini ifade etme amacıyla başlattığı hareket, Ocak ayının sonlarından itibaren hem biçim hem de içerik değiştirmişti. Şubat ayında artık ortada kitleler değil, faşist partilerin keskin nişancıları, paramiliter ekipleri, silahlı-sopalı savaşçıları vardı. Doğrudan ABD-AB tarafından kurulan ya da finanse edilen partiler hükümeti devirdi, yeni bir hükümetin kurulmasını sağladı.
Ancak bu değişiklik, Ukrayna’da yaşayan ve zaten tarihsel-sosyolojik olarak iki kampa ayrılmış bulunan halkın içindeki farklı görüş ve tutumları derinleştirdi. Lviv gibi bazı kuzey eyaletlerinde faşist ayaklanmalar başlarken, güney ve doğu eyaletlerinde Rusya yanlısı gösteriler ortaya çıktı. Bu arada Rusya Ukrayna sınırlarına asker yığarak son yılların en büyük askeri tatbikatını başlattı. Ayrıca kıtalararası balistik füze denemesi gerçekleştirerek askeri tehdidini yükseltti.
Kırım, Rusya’ya bağlanma talebini yükseltince, 27 Şubat günü Rus askerleri Kırım’a girdi, hükümeti devirdi ve Rusya yanlısı Aksinov yeni başkan olarak görevlendirildi. Yeni Kırım parlamentosu, 6 Mart günü doğrudan Ukrayna’dan ayrılma ve Rusya’ya katılma kararı aldı, 16 Mart günü yapılan referandumda da Tatar Türkleri dışında adeta oybirliğiyle Rusya’ya katılma kararı kabul edildi.
Ardından başka eyaletlerde de ayrılma çabası ve talepleri yükseldi. Harkov ve Donetsk başta olmak üzere, Lugansk, Melitopol, Dnepropetrovsk, Nikolayev, Mariupol şehirlerinde Rusya yanlısı gösteriler yapıldı, devlet binalarından Ukrayna bayraklarının indirilerek Rusya bayrakları asıldı, Luhansk kentinde yerel yönetimin yeni Kiev yönetiminin meşru olmadığını ilan eden bir metin yayınladı. Hükümet değişikliğinin ardından iki hafta içinde 143 bin Ukraynalı, Rusya’ya göçmenlik başvurusunda bulundu.
Ayrı bir eyalet olmayan ama özerk bir statüye sahip bir şehir olan Sivastopol da bu süreçte Rusya’dan yana tavır koydu, Moskova’ya bağlanma amacıyla referanduma gitme kararı aldı. “İki ülke donanmasını barındıran, yeryüzündeki tek şehir” olan Sivastopol’daki donanmamın yüzde 80’i Rusya’nın, yüzde 20’si Ukrayna’nındır. Kırım yarımadasının güneybatısındaki bu küçük şehir de bugün çatışmalı noktalardan birine dönüşmüş durumda.
Rusya, Ukrayna’nın genelinde ortaya çıkan ve aslında ABD tarafından yaratılan ortamı, kendi lehine çevirmek için harekete geçti. Rusya parlamentosu, Kırım’ın Rusya topraklarına katılması kararını onayladı, Kırım Rus toprağı olarak ilan edildi. Bunun bir parçası olarak, Kırım’da bulunan ve Ukrayna’ya ait olan silah, teçhizat ve her türden malzemeye el koydu, Ukrayna’nın üslerindeki askerlere ya Rus ordusunun bir parçası olma, ya da silahlarını teslim ederek Kırım’dan ayrılma şartı koşuldu. Kırım’da yerel saat uygulamasından para birimine, kurumlara çekilen bayrağa kadar yaşama ilişkin her unsur, Rusya’ya bağlı olarak yeniden düzenlendi.
Ukrayna için en korkutucu olan ise, Rus parlamentosunun Putin’e, sadece Kırım’da değil, bütün Ukrayna’da Rus askerlerini kullanma yetkisini tanımasıydı. Bugün Kırım gibi Rusya’ya bağlanmak amacıyla eylem yapan eyaletler düşünüldüğünde, bu karar Ukrayna için en büyük tehdit anlamına geliyor.
Sonuçta, tarihteki en kansız ilhaklardan birisi gerçekleşmiş oldu; Kırım, sadece birkaç silah atışı ve birkaç yaralı asker ile, Rusya tarafından ele geçirildi. Ve Putin bu durumu, Kremlin sarayının en görkemli salonunda, Çarları hatırlatan bir havada yaptığı törenle ve “tarihi bir hata düzeltildi, Kırım anavatana döndü” sözleriyle dünyaya duyurdu.
Batılı emperyalistler etkisiz
ABD ve AB, 1992’de Ukrayna’nın bağımsızlığını ilan etmesinden bu yana, ülkeyi hegemonyaları altına almak için her yöntemi kullandılar. Sadece ABD’nin, son on yılda harcadığı para, 5 milyar doları geçti. Keza Almanya, tam bir siyasi ve mali destekle, Vitali Kliçko adlı faşiste bir parti kurdurdu, yükselmesini ve Ocak-Şubat eylemlerinde en etkili isimlerden biri haline gelmesini sağladı.
ABD ve Almanya, Ukrayna’nın Rusya’dan uzaklaştırılması konusunda birlikte hareket ediyorlar. Ancak ülkenin hegemonyası ve atılacak adımlar konusunda, onların da anlaşamadığı unsurlar oldukça fazla. Eski hükümetin devrilmesi sırasında Almanya’nın daha etkili olmasına rağmen, yeni hükümetin doğrudan ABD yanlısı Yatsenyuk tarafından kurulması, Kliçko’nun partisinden tek bir ismin bile yeni hükümette yer alamaması bunun göstergelerinden biri.
Almanya’nın ve AB’nin doğalgaz bağımlılığı, Rusya’nın karşısına doğrudan dikilmesinin önündeki engel. Bulgaristan gibi bazı AB ülkeleri, Rus doğalgazına yüzde 10 bağımlı durumda. Almanya’nın bağımlılığı ise yüzde 50 civarında. Yani Rusya’nın doğalgaz vanasını kapatması, bu ülkelerin ekonomilerinde ciddi sorunlara yolaçacak. Bu nedenle, herşeye rağmen, Almanya, Rusya’yı doğrudan karşısına alacak adımlar konusunda daha temkinli yaklaşıyor. Hatta, Ukrayna’daki ABD etkisini de hesaba katarak, 2004 yılında gerçekleşen Amerikan menşeli hükümet darbesinden bu yana, hem Rusya hem de Almanya, Ukrayna dışında doğalgaz boru hattı kurulması çalışmaları yürütüyorlar.
Diğer taraftan, ABD de Rusya’nın bu hamlesine karşı somut bir adım atamamanın sıkıntısını yaşıyor. 27 Şubat’ta Kırım’da Rus işgalinin başlamasının ardından, 7 Mart günü ABD savaş gemisi USS Truxtun boğazlardan geçerek Karadeniz’e açıldı. Ancak bütün tehdit gücü bununla sınırlı kaldı, herhangi bir savaş girişiminde bile bulunmadı. Bunun dışında, Rusya’nın G-8 üyeliğinden çıkarılması, bazı Rus ve Kırımlı yetkililere seyahat yasağı ve Batı merkezlerindeki malvarlıklarını durduma yaptırımının devreye sokulması gibi adımların gerçek bir anlamının olmadığı ortada. İran, Suriye gibi bazı ülkelere çok daha ciddi yaptırımlar sözkonusu olmasına rağmen, onların ABD karşısında geri adım atmasına neden olmuyor.
Aslında Rusya’ya hiçbir noktadan ekonomik ve siyasi yaptırım uygulanması ihtimali yok. Rusya’nın en önemli ihraç kalemi olan doğalgaz ve petrol, alıcısı bütün ülkeler için hayati önemde. En başta Ukrayna’nın Rusya’ya 1.5 milyar dolarlık doğalgaz borcu bulunuyor; dahası Rusya artık doğalgazı Ukrayna’ya eski fiyattan satmayacağını, yüksek fiyattan doğalgaz vereceğini açıkça ilan ediyor.
Almanya, Rusya’dan sadece doğalgaz değil, önemli sanayi ürünleri de satın alıyor. Ve dünya genelinde pekçok ülke, Rusya yapımı silahlarla ordusunu yeniliyor. Bu durumda, ABD’nin önünde sadece askeri bir müdahale olasılığı bulunuyor ki, bunu da gündeme getirmek bile istemiyor.
Rusya’nın kırmızı çizgileri
Eski Sovyetler Birliği sınırlarını kaybetmiş olan Rusya için, bu sınırlar içinde vazgeçilmez önemde olan noktalar bulunuyor. Ukrayna bu konuda en öne çıkan ülke. Ülkenin hem tarım hem de sanayide en gelişkin bölgeleri doğu eyaletleri; ve bu doğu eyaletleri, Rusya ekonomisine, Rus askeri sanayine doğrudan bağımlı durumda. Rusya bu bölgeleri kaybetmek istemiyor.
Kırım daha özel bir önem de taşıyor. Rusya’nın Karadeniz donanması Kırım’da ve Sivastopol’da konuşlanmış durumda. Rusya bu askeri üsler için Ukrayna’ya fahiş düzeyde kira ödüyordu. Karadeniz sınırları iyice küçülmüş olan Rusya için Kırım’ı kaybetmek, Akdeniz’i kaybetmek anlamına geliyor, “sıcak denizlere açılma” hayalini kaybetmek anlamına geliyor. Bu nedenle Rusya, bedeli ne olursa olsun Kırım’ı ele geçirmek için harekete geçecekti. Bunu bugüne kadar Ukrayna üzerinde hegemonya kurma çabasıyla sürdürmüştü, artık doğrudan Kırım’ı ilhak ederek sorunu kökünden çözmüş oldu.
ABD ve AB, Kiev’deki harekete müdahale ederken, böyle sonuçlanacağını elbette hesap etmemişlerdi. Ancak benzer bir durum, 2008 yılında Gürcistan’da da yaşanmıştı. Gürcistan, kendi sınırları içinde yer alan, ancak bağımsızlıklarını ilan etmiş bulunan Osetya ve Abhazya üzerinde hakimiyetini kurmak için 2008 yılında ABD’nin kışkırtmasıyla askeri müdahale gerçekleştirmişti. ABD, “sınır sorunlarını çözdüğü koşulda” Gürcistan’ın NATO’ya alınacağını duyurmuş, bu nedenle Gürcistan yönetimi de harekete geçmişti. Rusya ile yakın ilişkileri olan bu iki bölgede savaşın başlaması üzerine, Rus ordusu Gürcistan topraklarına girdi ve Gürcistan ordusunu, başkent Tiflis’e kadar sürdü. ABD donanması o günlerde yine Karadeniz’e çıkmış, Tiflis’in karşısında denize demir atmış ve beklemişti; hepsi bu. Beş gün süren savaş, Osetya’nın Rusya’ya bağlanmasıyla sonuçlanmış, ABD emperyalizmi ise bunu seyretmekle yetinmişti. Ve bu müdahalesizlik, dünya genelinde ABD’nin işbirlikçisi ülkelerde, ABD’ye karşı bir hayal kırıklığı ve güven erozyonu oluşturmuştu. Şimdi aynı tablo Kırım konusunda yaşanıyor.
Taşların yerinden oynaması, bundan sonraki gelişmelerin de belirsizleşmesine neden oluyor. Sadece Ukrayna’nın doğu eyaletlerinde değil, eski SB coğrafyasında Rus nüfusun bulunduğu bütün ülkelerde referandum tartışması başladı bile. Moldova’da, Rusların çoğunlukta olduğu Transdinyester bölgesi, geçmişte tek taraflı olarak bağımsızlığını ilan etmişti; bugün Rusya’ya bağlanma talebinde bulunuyor. Keza, bağımsızlık ilanlarından kısa bir zaman sonra NATO’ya alınan Baltık ülkeleri Letonya, Litvanya ve Estonya’da önemli oranda Rus nüfus bulunuyor.
* * *
Amerikan merkezli hükümet darbelerinin finansörü Soros, yazdığı bir yazıda “dünyada aşılamayan siyasi krizlerin sayısı gittikçe artıyor. Bu küresel yönetişimin bozulduğunu gösteriyor… Böylece bir iktidar boşluğu oluşuyor” diye yazıyor. (aktaran Ergin Yıldızoğlu, Cumhuriyet gazetesi, 24.3.14)
Bu aslında yeni bir durum değil. 2000’lerin başından buyana, dünya üzerinde ABD emperyalizminin hegemonyası giderek azalıyor, Çin ve Rusya emperyalistlerinin hegemonyası ise giderek artıyor. Bu durum, çeşitli iktidar boşluklarının doğmasına neden oluyor. Bu boşluklar bazen sözkonusu emperyalistlerden birinin kendi hegemonyasını inşası ile dolduruluyor; bazen Taliban örneğinde olduğu gibi, hem bir emperyalistten (genel olarak ABD’den) destek alarak ama onun mutlak kontrolüne de girmeden kendi savaşını yürütme biçimine bürünüyor; bazen AKP hükümetinin “Suriye’den bir parça da ben koparabilir miyim” hevesiyle savaşa ilişkin ayrı ve “baskın” politikalar izlemesine neden oluyor. Sonuçta yaşam boşluk tanımıyor ve bir biçimde dolduruluyor.
Elbette ki en önemlisi, bu dönemde kitle hareketleri büyük bir yükseliş gösteriyor, kitleler ekonomik ve siyasi baskılara karşı dünyanın her yerinde sokaklara dökülüyorlar. Ancak hemen hiçbirinde devrimci önderliklerin olmayışı, dünya genelinde kitle hareketlerini yönetebilecek komüntern tarzı örgütlenmelerin yokluğu, bu hareketlerin genel olarak şu ya da bu emperyalistin etki alanına girmesine, ya da temel bir sonuç elde edemeden sönümlenmesine neden oluyor. Oysa emperyalist hesapları yerle bir edecek tek unsur kitlelerin örgütlü eylem gücüdür.