Nuriye ve Semih’i ziyaret ettik

 

Nuriye Gülmen ve Semih Özakça artık dışarıdalar, ancak işlerine hala dönebilmiş değiller. O yüzden de açlık grevine devam ediyorlar.

7 Aralık günü her ikisini de ziyaret ettik. Açlık grevinin uzaması ve cezaevinde yaşadıkları tahribattan dolayı ziyaret saatlerine belli bir  düzenleme getirildiğini yakınlarından öğrendik. Her gün saat 14.00-16.00 ile 18.00-20.00 arası ziyaret kabul ediliyor. Ayrıca bir ziyaret defteri açılmış, ziyarete gelenler yazı yazıyorlar.

Önce Semih’in evine gittik. Gittiğimizde içeride bizden önce gelen ziyaretçiler vardı. Biraz bekledik ve beklerken heyecanımız daha da arttı. İçeri girdiğimizde Semih ve eşi Esra bizi büyük bir coşku ile karşıladılar. Esra da açlık grevini sürdürüyordu. Her ikisinin de vücutları oldukça zayıflamıştı, ama moralleri oldukça yüksek. Tokalaşırken “acaba bir zarar verebilir miyim” düşüncesiyle, ürkerek çekinerek tokalaşıyoruz. Kısa bir hal hatırdan sonra günlerini nasıl programladıklarını konuştuk. Daha önce yaşanmış açlık grevleri ve ÖO direnişleri üzerine sohbetler ettik. Kendi ÖO tecrübelerimizi aktardık. Ayrıca güncel politik gelişmeler konuştuğumuz konular arasındaydı. Yaptıkları eylemin önemi üzerinde durduk. Bunun KHK’larla atılan devrimci-demokratları harekete geçiren, güç ve moral veren bir etki yarattığını söyledik. Onlar için yapılan eylemleri anlattık.

Ayrılmadan, Ekim Devrimi’nin 100. yılı dolayısıyla çıkardığımız “İnsanlığın umudu, özlemi EKİM DEVRİMİ” kitabını hediye ettik. Ayrılma vakti gelip çattı. Görüşme saatini geçirmeden Nuriye’nin yanına da uğramak istiyoruz. Oradan ayrılıp Nuriye’nin evine doğru yola çıktık.

* * *

Nuriye’nin evindeyiz. Nuriye 2 Aralık günü yapılan mahkemede tahliye olmuştu. Evin penceresi çiçeklerle doldurulmuş. Kapıyı çalıyoruz. İçerisi dolu, beklememiz gerekiyor. Hem heyecanlıyız, hem de sabırsızız. Çünkü görüşme saatleri olarak belirlenen zaman dilimi dolmak üzere. Ama süre bitmeden içeri girebildik.

Daha salondayken Nuriye yattığı odadan bizi “hoş geldiniz” diyerek karşılıyor. Çok coşkulu, yaşam dolu. İncecik bir beden kalmış. Ama etrafına neşe ve enerji saçıyor.

Onunla da önce günlük yaşamı üzerine sohbet ettik. Sabah kalkar kalkmaz gazetelere baktığını, günde 4 gazete okuduğunu, ziyaret saatlerinde ziyarete gelenlerle ilgilendiğini, bol bol röportaj verdiğini söylüyor. Arta kalan zamanlarda kitap okuduğunu söylüyor. Hastanedeyken çok kitap okuduğunu hatta bazı günler bir kitap bitirdiğini belirtiyor. “Çünkü” -diyor- “hastanede televizyon, radyo yoktu (son günlerde küçük bir radyo edindim), dolayısıyla hep kitap okudum.” Ardından “kitap okumak aslında tembelliktir” diye ekledi. Onu da şöyle açıkladı: “Eğer okuduğunu konuşamazsan, yazarak üretime dökemezsen, kısaca paylaşamazsan anlamı yoktur.” Nuriye gerçekten çok önemli bir noktaya parmak basmıştı. Okumayı kendi bireysel gelişimi ile sınırlamayan, aksine yazarak-konuşarak paylaşmayı esas alan, entelektüalizmle arasına sınır çeken doğru, devrimci bir anlayışı ifade ediyordu. Ayrıca üretmeyi çok özlediği anlaşılıyordu.

Belirlenen görüşme saatini biraz aşmıştık. Ancak zamanın nasıl ilerlediğini farketmedik bile. Bir taraftan çıkmak istemiyoruz, bir taraftan “fazla yormayalım” düşüncesi baskılıyor bizi. Zaten eve girerken refakatçılar “Nuriye çok konuşmayı, fazla kalmanızı ister; biz kısa tutmanızı istiyoruz” şeklinde dostça uyarıda bulunmuşlardı. Nuriye’ye de Semih’e verdiğimiz “EKİM DEVRİMİ” kitabını bıraktık. Her zaman yanlarında olduğumuzu belirttik, ziyaret defterine PDD olarak mesajlarımızı yazarak ayrıldık.

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …