“Vardım, varım, varolacağım” HER ŞEYE RAĞMEN…

Sıkı durun! / Kaçmadık, yenilmedik!

Çünkü Spartaküs, ateş ve ruh demektir!/ Yürek ve can demektir!

Çünkü Spartaküs, zafer özlemini /Sınıf bilinçli proletaryanın / Mücadele azmini ifade etmektedir

Bunlar elde edildiği zaman / İster yaşayalım, ister yaşamayalım / Programımız yaşayacaktır!

Ve kurtulan halkların dünyasına egemen olacaktır!/ Her şeye rağmen!..

 

Bu sözler, 15 Ocak 1915’te katledilen Karl Liebknecht ve Rosa Lüksemburg’un ölmeden önce yazdıkları son yazıdan alınmıştır. Çok yakın bir zamanda öleceklerini biliyormuşcasına, adeta bir “vasiyet” gibi sözlerle seslenmişlerdir kitlelere…

Ama “vasiyet”lere özgü hüzünden eser yoktur! Son derece coşkulu, kendinden emin ve geleceğe umut dolu bir öngörü ve meydan okuyuş vardır. Yaşasalar da ölseler de programlarının yaşayacağına dair sarsılmaz bir güven vardır. Ve en vurucu sözleri son satırda saklıdır: “Her şeye rağmen…”

O “her şeye rağmen”in içinde, sadece karşı-devrimin zulmü, işkencesi, katliamı yok; ihanet, entrika, iftira, riyakarlık vb. dost yüzlü, dost gülücüklü düşmanlıklar da var. Yenilgiler, gerilemeler, güç yitirmeler, hatta tek başına kalmalar da var. Ama karanlığın en koyusunda bile ışığı görebilenler, umutlarını asla yitirmezler! O ışık, bilimsel kanıtlara dayanan “program”dadır; o program doğrultusunda inancını kaybetmeden mücadele eden insanlardadır.

* * *

‘79’un Şubat’ında “programları”nı bir bayrak gibi göndere çeken ihtilalci komünistler de bu inanca sahiptiler. Türkiye işçi ve emekçilerin çektiği acılara son vermek, her başkaldırının kanla bastırılmasını durdurmak, mücadeleyi zafere taşımak için en gerekli olan şeyi; her şart altında ayakta kalmayı başaran bir örgütü yaratmak için yola çıktılar. Sorunları ML bir bakışla çözümleyen, hedef açıklığına sahip, yeraltı kuralları ile çalışan sağlam bir örgütlülük; donanımlı-disiplinli kadrolarla çelikten bir çekirdek oluşturmaktı amaçları…

Kendilerinden önceki devrimcilerin yiğitliklerini, cesaretlerini, cüretlerini kuşandılar; ama eksik bıraktıklarını tamamlama, hatalarını düzeltme çabasıyla birleştirerek… Geçmişi reddetmeden geleceğe uzandılar…

Ne sivil faşist cinayetler, ne sıkıyönetim, ardından gelen askeri faşist cunta, ne de oportünist saldırılar önlerini kesebildi. Doğru bildikleri yoldan emin adımlarla yürüdüler. Proletaryanın yoğun olduğu şehirlerden başlayarak dalga dalga yayıldılar… “Orak-Çekiç”le çaldılar işçi ve emekçilerin kapılarını. Grev çadırlarında, barikat savaşlarında buluştular. Nöbet tuttular birlikte, çatıştılar faşistlerle kıran kırana…

Asıl fırtına Eylül’de gelecekti. Birçok “büyük” örgüt, bozguna uğrayan ordular gibi dağılmıştı kısa sürede. Revizyonist-reformist önderler, sendikacılar, aydınlar, “teslim kuyruğu”na girerken, diğerleri de yurtdışında soluğu almıştı. Kitleler örgütsüz ve öndersiz kalıvermişti birdenbire. Bu kadar kolay zafer beklemeyen cunta da pervasızca saldırdı üzerlerine.

Bu kasvetli havayı dağıtmak, karanlığı parçalamak gerekiyordu. “Çivi çiviyi söker” dediler. “Hücum”a geçmeli ve faşizmin sanıldığı kadar güçlü olmadığını göstermeliydiler. Büyük bir cüretle işe koyuldular. Cuntaya sıkılan “ilk kurşun” oldular. Sokakları, evleri, “granitten bir kale” yaptılar. Bulundukları hiçbir mevziyi direnişsiz terketmediler. Öldüler, yaralandılar, ağır işkencelerden geçtiler, ama yenilmediler…

Şairin dediği gibi, bir ayrık otu tarlasında ‘bir tutam kır çiçeği’ydi onlar. Gören, duyan herkese umut olan, “dövüşenler de var bu havalarda” dedirten…

Küçük ama çelikten, bolşevik bir müfrezeyle, nelerin başararılacağını dosta-düşmana gösterdiler. Devrime ve sosyalizme inançlarını hiçbir zaman kaybetmeden haykırdılar Spartaküsler gibi: “Sıkı durun! Kaçmadık, yenilmedik!”

“Ateş ve ruh, yürek ve can”dı her biri. Sınıf bilinçli proletaryanın mücadele azmini, zafer özlemini temsil ediyorlardı. Bu uğurda ölseler de, “programları”nın yaşayacağına inançları tamdı. Onun için işkencehanelerde, zindanlarda, mahkemelerde, “ölebiliriz ama biz kazanacağız” oldu son sözleri…

Programlarına, örgütlerine, yoldaşlarına güvenleri tamdı. Geleceğe çok önemli bir miras bıraktıklarını ve bu mirasın üzerinden yükseleceklerini biliyorlardı.

Elbette kolay olmayacaktı bu. Yine saldırı sağanağı altında, ayaklarına çelmeler takılarak yürüyeceklerdi. Ama “her şeye rağmen” kavga sürecek ve yarattıkları gelenek kuşaktan kuşağa taşınacaktı…

* * *

Spartakist önderlerin ölümlerinin üzerinden 100 yılı aşkın bir süre geçti. Ama ne isimleri, ne mücadeleleri, ne de programları unutuldu.

’79 Şubatı’nda komünist bir örgütü kuran ihtilalci komünist önderlerin ölümü üzerinden de yaklaşık 40 yıl geçti. Onların isimleri, mücadeleleri de unutulmadı.

Bu mirasa sahip çıkanlar, tasfiyeciliğin ve teslimiyetin kol gezdiği bir kesitte “yeniden doğdular” küllerinden… Köklerine, geleneklerine sıkıca sarılarak geleceği örmeye koyuldular bir kez daha… ’98 Şubat’ında programlarını yenileyerek, her gelişmeyi ML bakışla çözümleyerek bugünlere ulaştılar. Geleneği yaşatma, hep ileriye taşıma azmi ve kararlılığıyla sıkıca sarıldılar görevlerine…

‘79’da doğan “Şubat güneşi” işçi ve emekçileri, ezilen halkları ısıtmaya, yol göstermeye devam edecek. Çünkü onların bir bayrak gibi göndere çektikleri “programları” tüm çarpıtmalara, kara çalmalara rağmen hala ışıl ışıl… Üzerinden değil 40 yıl, 100 yıl geçse de bilimsel temellere dayanan, sınıf mücadelesi içinde pişen ve sınanan ilkeler, değerler, asla yok olmazlar.

Spartakist önderlerin söyledikleri gibi: “Vardım, varım, varolacağım!” Herşeye rağmen!…

Su ve ateş çağındaydı soluğumuz

En umutsuz gece yarılarında

En ıssız yollarda bırakıldık hep

Yıkılmadık!

Günün bir yanında avuçlarken güneşi

Bir yüzünde yeniden düştük toprağa

Korkmadık!

Yüreğimizle parçaladık en sert kayaları

Filizlenip uzandık dostluğun gökyüzüne

En bereketli yağmurları

Hep kendi soluğumuzla yarattık!

. . .

Yaşamı bilinçten emziriyoruz artık

Umudu sevinçten süzüyoruz

Yolu yok başka yaşamanın

Her sabah geçmişin yüreğine

Filizlenen bir gelecek çiziyoruz.

Adnan Yücel

Bunlara da bakabilirsiniz

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …

Ser verip sır vermeyen yiğit: İSMAİL GÖKHAN EDGE

İsmail Gökhan Edge, Diyarbakır işkencehanelerinde sır vermedi, ser verdi. O, 1953 yılında Eskişehir’de doğdu. İzmir …