Afrin işgal altındayken…

TSK’nın başlattığı Afrin işgalinin 58. gününde, 18 Mart günü Afrin merkeze girildi. Yandaş haber kanalları zafer çığlıkları atarak verdiler bu haberi. Üstelik 18 Mart 1915’te yaşanan Çanakkale Savaşı ile paralellikler kurarak, kahramanlık menkıbeleri okuyarak…

Afrin savaşı sürerken dergimizde yayınlanan yazıda, Afrin üzerinde emperyalistlerin hesaplarını ortaya koymuş, bunun savaşın geleceği açısından etkili olacağını belirtmiştik. Bunu ancak halkların büyük bir direnişi bozabilirdi, fakat Kürt hareketinin ABD ile artan ilişkileri, bu yönde kaygı oluşturuyordu. Sonuçta öyle de oldu. Türkiye’nin, “Fırat’ın Batısı’nın boşaltılması” konusunda ABD’ye yaptığı baskının ilk adımı olarak, YPG Afrin’den çekildi. Kent merkezi, 24 saatten kısa bir sürede TSK’nın ve ÖSO çetelerinin eline geçti. ÖSO çetelerinin çığlıkları eşliğinde heykeller yıkıldı, pankartlar parçalandı… YPG, büyük bir savaş vermeden toprak kaybetmiş oldu.

 

Afrin’de ABD-Türkiye anlaşması

ABD ile Türkiye arasındaki ilişkiler, son dönemde önemli gel-git’ler yaşadı. Özellikle 15 Temmuz Amerikan Darbesi sonrasında, AKP hükümeti ABD’ye karşı sertleşen bir söylem içinde oldu.

Gerçekte ise, ne Erdoğan’ın ABD ile ilişkileri düzeltme çabası bitti, ne de ABD, Türkiye ile bağlarını kestirip attı. Yapılan karşılıklı ziyaretlerde, gizli görüşmelerde, özellikle Suriye savaşında birlikte hareket etmenin yolları arandı.

Son dönemde ABD’nin Ortadoğu coğrafyasında en etkili işbirlikçilerinden birisi YPG oldu. Ancak bu ilişki, ABD’nin savaşı ve hedefleri için yeterli değildi. 2018’in ilk günlerinde, ABD strateji kuruluşları açıktan “Türkiye olmazsa Ortadoğu savaşını kaybederiz” tespitlerini yapmaya başladılar. Bu tarihten sonra ABD-Türkiye arasında ziyaretler de, gizli görüşmeler de hız kazandı.

Afrin işgali, bu görüşmelerde hazırlanan konulardan biriydi. Erdoğan’ın Afrin saldırısına başlayacaklarını duyurmasının ardından, ABD’li yetkililer “Afrin bizim operasyon alanımız değil” gibi sözlerle, bu operasyona sessiz kalacaklarını duyurdular. Şubat ayında ABD Dışişleri Bakanı Tillerson ile Erdoğan arasında yapılan 3,5 saatlik ve devlet kayıtlarına geçmeyen gizli görüşmede, Afrin konusu konuşuldu.

 

Türkiye “cihatçı koridoru”nu birleştirdi

Türkiye için bu işgalde Kürt hareketinin güç kaybetmesi, sınırlarından uzaklaşması gibi hedefler elbette vardı. Ancak Erdoğan’ın Kürt hareketini hedefe çakması, dönemsel hedefleriyle ilgilidir ve demagojiktir. Yarın ABD’nin arabuluculuğunda, yeniden bir “çözüm süreci”nin başlaması ihtimali her zaman olasılıklar içindedir.

Bu nedenle Afrin’de TC’nin daha önemli bir hedefi vardır: Suriye’nin kuzey batısında, İdlib-Afrin-Cerablus hattını birleştirerek, kendisine bağlı bir yönetim oluşturmak! Zaten İdlib’de, AKP hükümetine bağlı bir “şeriat devleti” kuruluşunu ilan etti. 2 Kasım 2017’de, İdlib’deki cihatçı çeteler “Milli Selamet Hükümeti” kurduklarını duyurdular. Diğer taraftan Cerablus bölgesinde de, TC’nin atadığı kaymakamlar, muhtarlar vb. görev yapmaktadır. AKP hükümeti, Suriye içinde devletçikler kurmaktadır. Afrin ise, İdlib ile Cerablus’un birleşmesi, tek bir yönetim alanına dönüşmesine engel olan bir “cep” konumundadır. Afrin’i almak, AKP’nin Suriye’deki “Kuzeybatı koridoru”nu oluşturmak anlamına gelir.

Suriye’de artık “IŞİD’e karşı mücadele” bahanesi etkisizdir. Rusya ve İran’ın yardımıyla Suriye Ordusu IŞİD’e önemli kayıplar verdirdi, ABD’nin yardımıyla IŞİD’in elindeki bazı bölgeler YPG’ye devredildi. Bu koşullarda Türkiye’nin Suriye topraklarında asker bulundurma gerekçesi de giderek zayıfladı. Ancak Erdoğan’ın “Suriye’den toprak koparma” hayalleri zayıflamadı, tersine bu konudaki iddiasını güçlendirdi.

Erdoğan bu nedenle Afrin konusunda bu kadar ısrarlı davrandı, ABD ile olan ilişkilerinin başat sorunu haline getirdi. Sıradaki hedef ise Menbiç’tir. Ve ABD ile bu konuda da anlaşma yapmış olma ihtimali yüksektir. Ancak Afrin ve Menbiç’i alma karşılığında, ABD’ye ne verdiği; bu pazarlıkta Türkiye ve Suriye halklarının, Kürt halkının neler kaybettiği henüz belli değildir.

 

ABD Afrin’i Türkiye’ye hediye etti

ABD, Suriye savaşında önemli kazanımlar elde etti. Başlangıçtaki hedefi, Kürt kantonlarını birleştirerek, Suriye-Türkiye sınırlarında bir “Kürt koridoru” oluşturmaktı. Bu “koridor”un Akdeniz’e kadar uzanması gerektiği, Ortadoğu’nun ortasında sıkışmış olan Kürt petrolleri (Irak’taki Kürt petrolleri başta olmak üzere) için denize kapı açmak istediği gibi teoriler de uzun süre konuşuldu. Ancak hem Türkiye’nin hem de Rusya’nın buna izin vermediği görüldü. Türkiye’nin Cerablus’u işgal etmesi, Rusya’nın da Halep karşılığında Cerablus’a sessiz kalması bu planı bozmuş oldu.

Bu koşullarda ABD daha etkili bir hamle yaptı. YPG’nin Rakka ve Deyr ez Zor’a girmesini sağlayarak, Suriye-Irak sınırının önemli bir bölümünü ele geçirdi. ABD’nin hedefi artık “kuzey koridoru” değil, “doğu koridoru” oluşturmaktı. Bu, İran’ın Irak üzerinden Suriye’ye ve Akdeniz’e ulaşmasını zorlaştıran son derece önemli bir hamleydi. Keza İran’ın arkasındaki en önemli emperyalist olan Çin’in de “Yeni İpek Yolu” projesini darbeliyor, Çin ticaret yolunun İran üzerinden Akdeniz’e ulaşmasını zorlaştırıyordu.

Deyr ez Zor ve Rakka’nın alınması, ABD’ye iki büyük kazanım daha getirdi. Deyr ez Zor’daki oldukça zengin petrol yatakları ve Tabka’da bulunan stratejik bir barajın ele geçirilmesi.

Ancak ABD’nin kazanımları bunlarla sınırlı kaldı. Başlangıç hedefi olan Suriye’de hükümet değişikliği ise, bir hayale dönüştü. Esad’ın yeri sağlamlaştı, Esad arkasındaki emperyalist destek güçlendi, Suriye halkının Esad’a desteği-ABD’ye nefreti arttı.

Bu tablo, ABD açısından önemli bir sıkışmayı ifade ediyor. Irak’ta 15 yıl süren bir savaştan sonra, ABD, Irak hükümeti üzerindeki inisiyatifini, Kürt bölgesindeki gücünü önemli ölçüde kaybetmiş durumdadır. Suriye’de ise, hedefini gerçekleştirmek bir yana, bölgede Rusya ve İran’ın etkinliğini artırmıştır.

Son günlerde giderek artan biçimde, ABD’nin doğrudan Suriye Ordusu ile savaş başlatacağı, Şam’ı bombalayacağı, böylece Rusya-İran inisiyatifinde yürüyen savaşta kendi tıkanmışlığını gidermeye çalışacağı konuşuluyor. ABD’nin bu yöndeki hazırlıklarına karşılık Rusya’dan karşı tehditler yükseliyor. Hatta Afrin’in işgal edildiği gün, Suriye Ordusu’nda izinlerin kaldırıldığı duyuldu.

ABD açısından Suriye’nin önemi, Suriye ile sınırlı değil. Bölgede İran’ın ve Rusya’nın artan etkinliği, ABD’nin bütün Ortadoğu politikalarını baltalıyor. Filistin artık İsrail ile görüşmelerde arabuluculuk görevini Rusya’nın üstlenmesini istediğini duyurdu. Lübnan limanlarını Rus gemilerine açacağını ilan etti. ABD, Lübnan Başbakanı Hariri’yi Suudi Arabistan’da esir alarak İran etkisini kırmak istedi, ancak kaldırdığı taş ayağına düştü; İran’ın çabasıyla Hariri’yi serbest bırakmak zorunda kaldı. Suudi Arabistan’da prenslere dönük operasyonlar ile yönetimi kendisine daha bağımlı hale getirdi; ancak Suudi Arabistan’ın Suriye savaşında etkin bir rol oynamasını sağlayamadı. Akdeniz’de Kıbrıs çevresinde yeni bulunan petrol havzalarından Katar’la kurduğu ilişkiye kadar her aşamada karşısına İran ve Rusya’nın barikatları dikiliyor.

ABD’nin, savaştaki tıkanma noktalarını aşması için, yeni bir saldırı unsuru bulması gerekiyor. Ve bu saldırıya hazırlanırken, Türkiye’nin desteğine gerçekten ihtiyaç duyuyor. Astana sürecinde Rusya ile birlikte görünen, gerçekte ise sürekli ABD ile işbirliği arayışlarını sürdüren Türkiye’yi kazanmak istiyor. Bunun için de Afrin’i vermesi gerekiyorsa, sorun etmiyor. Çünkü bugün ABD’nin öncelikli hedefi, Irak-Suriye sınırını kontrol altında tutmak ve Deyr ez Zor petrollerini kullanmaktır. Bu yanıyla, Türkiye’nin en önemli talebi olan YPG’nin “Fırat’ın doğusuna çekilmesi”, ABD açısından kabul edilebilir bir taleptir.

Üstelik Afrin, ABD’nin zaten gözden çıkardığı bir alandır. Çünkü Afrin’de YPG, asıl olarak Rusya ile işbirliği yürütmektedir. Ve ABD’nin çizdiği çerçevenin dışında hareket etmektedir. Afrin’den vazgeçmek, YPG üzerindeki kontrolünü de artıran bir unsur olacaktır.

Bu tablo içinde ABD, Suriye savaşında yeni bir hamlenin hazırlıklarını yaparken, Türkiye’yi kazanmak için Afrin’i kaybetmeyi göze almakta ve YPG’yi “Fırat’ın doğusuna çekilmeye” zorlamaktadır.

Görünen o ki YPG, ABD’nin bu politikasına uyum sağlamıştır.

 

Rusya sessiz kaldı

Rusya elbette ABD ile Erdoğan arasında yapılan anlaşmaya rağmen, Afrin’i koruyabilir, TC’nin Afrin’i işgal etmesini engelleyebilirdi. Ancak bunu yapmadığı gibi, hava sahasını TSK uçaklarına kapatmayarak, Afrin işgaline onay verdiğini gösterdi.

Bunu yaparken Rusya’nın birden fazla hedefi vardı.

Öncelikle YPG’nin ABD ile olan işbirliğinden rahatsızlığını ifade etmiş oldu. TSK’nın işgale başlamasından bugüne YPG ile Suriye’nin ve Rusya’nın görüşme ve pazarlıklarının devam ettiği biliniyor. Bu pazarlıklarda YPG’nin talebi, Suriye Ordusu’nun Afrin-Türkiye sınırına yerleşerek Afrin’e koruma sağlamasıydı. Rusya’nın ise buna karşılık, YPG’den Deyr ez Zor’dan çekilmesini, petrol yataklarını Suriye’ye devretmesini istediği söylendi.

Görünen o ki bu pazarlıklar sonuç vermedi; YPG Deyr ez Zor’dan ve ABD işbirliğinden vazgeçmedi. Rusya, İran ve Suriye ise, bu koşullarda YPG’ye somut bir destek vermediler, ancak Suriye Ordusu’na bağlı yüzlerce milis savaşçıyı Afrin’e gönderdiler. Bu yanıyla hem pazarlıklar sürerken zaman kazanmaya çalıştılar, hem de YPG’ye gayri-resmi destek sunmuş oldular.

Rusya’nın ikinci hedefi ise, Türkiye Afrin savaşında oyalanırken, İdlib ve Doğu Guta gibi çok önemli iki cihatçı odağına saldırı düzenlemek oldu. Bugüne kadar Rusya’nın İdlib’e yönelik her harekatı AKP hükümetinin engeline çarpıyordu. Çünkü AKP, İdlib’deki cihatçı çetelere doğrudan destek veriyor ve birlikte hareket ediyordu. 31 Aralık ve 5 Ocak günlerinde Rusya’nın Hmeymim Üssü’ne saldırı düzenlenmesi, Rusya açısından bardağı taşıran damla oldu.

Bu koşullarda Rusya, Türkiye’nin Afrin saldırısına izin verdi; kendisi de İdlib’deki stratejik bir hava üssünü ele geçirdi, önemli noktaları cihatçılardan temizledi, ardından Şam yakınlarındaki bir mahalle olan Doğu Guta’nın tamamen cihatçılardan arındırılması harekatını başlattı. Ve Afrin savaşı boyunca, Doğu Guta’nın neredeyse tamamını temizlemiş oldu.

Rusya’nın Afrin işgaline sessiz kalması, Türkiye’ye istediğini verirken bağlarını korumayı hedefliyordu. Diğer taraftan YPG’nin ABD ile işbirliği nedeniyle Afrin’in terkedilmesi, Rusya’nın YPG ile ilişkilerini kopardığı, koparacağı anlamına da gelmiyor. Tam tersine, çekilme kararı alan YPG güçlerine güvenlik sağladı ve kendi kontrolündeki bölgelere çekilinceye kadar korudu. Bundan sonra da ABD ile ilişkileri ne olursa olsun, Rusya Kürt hareketi ile bağlarını etkin kılmak için çaba harcamaya devam edecektir. Rusya’nın sabırlı ve uzun vadeli politikaları içinde, YPG’yi kazanma hedefi sürecektir.

 

YPG’nin çekilmesi, dönüm noktasıdır

Afrin, Rojava’nın ilk ilan edilen üç kantonundan biridir. Başından itibaren “Kürt bölgesi” olarak tanımlanmış, “Kürt toprağı” olarak ele alınmıştır. Bu yanıyla Menbiç ya da Rakka gibi değildir. YPG’nin Afrin’den çekilmesi, “kendi toprağını”, üstelik yeterince “savaşmadan” terketmesidir.

Elbette Afrin saldırısı başladıktan sonra YPG 58 gün boyunca savaştı, direndi; ancak en etkili ve en şiddetli savaş ve direnişin Afrin kent kuşatması sırasında yaşanacağı umuluyordu. Kent savaşında çok daha büyük bir direniş sergileneceği ve TSK’nın buraya girmekte zorlanacağı, bugüne dek verdiklerinden çok daha fazla kayıplar vereceği bekleniyordu. Ama öyle olmadı… YPG, kent merkezinde herhangi bir direniş sergilemeden çekildi…

Yer yer “TSK’nın çok güçlü olduğu” yönünde söylemler gündeme geliyor, ya da Cizre-Nusaybin vb. kentlerde yaşanan saldırılar örnek gösteriliyor. Ancak bu doğru bir yaklaşım değildir. En başta Afrin, Cizre değildir. Cizre-Nusaybin vb. yerlerde her ne kadar Kürt hareketi “demokratik özerklik” ilan etmiş olsa da, buralar TC sınırları içindedir. Afrin ise ilk ilan edilen Kürt kantonlarındandır ve fiilen Suriye’den kopmuş, bağımsız bir yönetimi vardır. Yıllardır Kürt hareketine bağlı kurumlar tarafından yönetilmektedir. Diğer yandan TC sınırları içindeki Kürt bölgelerinde ağırlıklı olarak milis güçlerin direnişi olmuştu. Afrin’de ise, IŞİD ve diğer cihatçı gruplarla savaşın içinde pişmiş, son dönemde ise ABD’den her tür mühimmat yardımı alan ordulaşmış bir kuvvet sözkonusudur. Cizre’de savunma araçları son derece sınırlıyken, Afrin’de en son teknoloji ürünü ağır silahlar, tanklar, uçaksavarlar vb ile her çeşit savaş aracı vardır. Cizre’de halk bu boyutta bir saldırıyı beklememektedir; Afrin yıllardır, yeraltı tünellerinden ağır silah ve gıda stoklarına kadar bu savaşa hazırlanmaktadır.

Bu koşullarda Afrin’den çekilmek, TSK karşısında bir yenilgi nedeniyle değil, ABD’nin yaptığı anlaşmanın bir parçası olarak gündeme gelmiştir.

Üstelik, “TSK’nın güçlü olması” Afrin’den çekilmek için yeterli ise, yarın TSK Menbiç’i, Kobane’yi vb. istediğinde, yine savaşmadan çekilecek midir?

Dahası, kendisinden güçlü bir silahlı kuvvet ile karşılaşan bir halk, direnmeden hemen çekilmeli midir? Vietnam ABD karşısında, Filistin İsrail karşısında savaşarak yanlış mı yapmıştır? Ya da Gezi Ayaklanması sırasında, silahsız kitleler silahlı kolluk güçleri karşısında direnirken, kimin güçlü olduğu tartışması nerede durur?

Afrin, Kürt hareketinin son 6 aydaki ikinci önemli yenilgisidir. Bağımsızlık referandumunun yenilgisinin ardından Kerkük’ten de benzer biçimde savaşmadan çekilmenin ağırlığı hala yaşanmaktadır. Kerkük’ün “anlaşma” ile teslim edilmesi, bir kırılma yaşatmıştır.

YPG elbette KDP değildir. Dünya halkları YPG’nin adını, 2014’teki IŞİD saldırısı üzerine Kobane’de gerçekleşen büyük direniş sırasında duydu. “IŞİD’i yenen güç” olarak, YPG’ye karşı sevgi ve sempati büyüdü. Dünyanın dört bir yanında destekçileri oluştu ya da doğrudan savaşmak üzere gelip saflara katılanlar oldu. Aynı dönemde, emperyalistler de YPG’ye göz diktiler: YPG komutanları Fransa’da Elysee Sarayı’nda ağırlandı, savaşçıları VOG dergisine kapak oldular.

ABD ile başlatılan işbirliği ise, uzunca bir süre YPG’nin bu başarılarının gölgesinde kaldı; daha alt perdeden eleştirildi. Ancak işbirliği giderek boyutlandı. “IŞİD ile savaşan örgüt” pozisyonundan, Rakka ve Deyr ez Zor’da “IŞİD’le işbirliği yaparak kentin yönetimini devralan örgüt” görüntüsüne dönüştü. Ardından ABD’den ağır silah ve teçhizat sevkiyatı; doğrudan ABD subaylarından alınan askeri eğitim; ABD’nin YPG ile Suriye içinde bir alternatif ordu, bir “sınır gücü” kuracağını duyurması; ve ABD Kongresi’nde YPG için (resmi söylem “Suriye’de terörle mücadelede birlikte hareket edilen güçler için”) 550 milyon dolar bütçe ayrılması…

ABD ile ilişki güçlendikçe YPG’ye yaklaşım da adım adım değişti. Bu durumda destek güçleri de azaldı. Son Afrin işgali sırasında, Kobane döneminin tüm dünyada oluşan güçlü kitle desteği yaratılamadı. Keza emperyalist AB ülkelerinin işgal karşıtı açıklamaları da son derece cılız ve göstermelikti.

YPG, çekilme kararı ile birlikte, Suriye’de ABD’yle hareket etme, kaderini ABD emperyalizmine bağlama konusunda önemli bir adım atmış, adeta durduğu yeri netleştirmiştir.

YPG’nin bu kararı “ne karşılığında” aldığı, Afrin’den vazgeçerek neyi kazandığı henüz belli değildir.

Ancak aldığı bu kararın sonuçları olacaktır. Bu iki yönüyle de böyledir. Birincisi, kaderini ABD’ye daha fazla bağlamış, ABD’nin Suriye’de başlatacağı yeni bir savaşın bir parçası olacağını göstermiştir. Bu, Rusya başta olmak üzere bölgedeki diğer emperyalistler için önemli bir durumdur.

İkincisi ve daha önemlisi, Afrin’den savaşmadan çıkmış olmasının Kürt halkı ve dünya halkları nezdinde bir karşılığı mutlaka olacaktır. YPG, hangi gerekçeyi ileri sürerse sürsün, bu çok kolay kabullenilecek bir şey değildir ve Kürt halkı bunu unutmayacaktır.

* * *

ABD’nin Suriye savaşında bir tıkanma yaşadığını ve bu tıkanmayı açmak için önemli hazırlıklar yaptığını söylemiştik. ABD bütçesinden YPG’ye ayrılan yardımın yanısıra, Suriye’deki ABD askeri üslerini güçlendirmek amacıyla 4 milyar dolar bütçe hazırlandı. Ardından Dışişleri Bakanı Tillerson görevden alınarak, daha şahin, daha saldırgan bir katil olduğu bilinen Mike Pompeo, CIA başkanlığından alınarak Dışişleri Bakanlığı’na atandı. Pompeo’nun yerine CIA başkanlığına ise, işkenceli sorguyu açıktan savunan Gina Haspel getirildi. Bu atamalar, ABD’nin savaş hazırlıklarının hız kazandığını göstermektedir.

ABD’nin hazırlık yaptığı bu savaşın içeriği, zaten 11 Ocak 2018 tarihinde Washington’da gerçekleştirilen gizli toplantıda kararlaştırılmıştı. Toplantıya ABD liderliğinde İngiltere, Fransa, Ürdün ve Suudi Arabistan katıldı. Ve Suriye’nin parçalanması planının detayları konuşuldu. Toplantıya Türkiye davet edilmemişti. Bu durum üzerine Türkiye, Suriye’nin parçalanmasına kendi rolünü artırmak için, 20 Ocak günü Afrin işgalini başlattı.

Afrin işgali, tüm bu süreç açısından bir dönüm noktasıdır. Gerek YPG, gerek AKP hükümeti, gerekse bölgedeki işgalci ülkeler açısından, yeni bir sürecin başlangıcıdır. Ve bu süreç, öncekinden çok daha sert, çok daha şiddetli yaşanacak bir savaşın habercisidir.

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …