Rakka’dan Afrin’e… PYD’NİN KIRILMA NOKTALARI

PYD’nin Afrin’den geri çekilmesi, ABD ile işbirliğinin getirdiği bir noktadır. Bu durum, başta Kürt halkı olmak üzere ona destek veren tüm kesimlerde büyük bir hayal kırıklığı ve moral bozukluğu yaratmıştır.

Elbette bu süreç, Afrin’le başlamadı. Rakka operasyonu, PYD-YPG’nin ABD ile işbirliğinin dönüm noktası olmuştu. O günlerde yazdığımız yazılarda bu tehlikeye dikkat çekmiş ve PYD’nin girdiği bu yoldan bir an evvel dönmesini dilemiştik. Ne yazık ki, öyle olmadı; Afrin’le birlikte ABD ile işbirliğinin acı sonuçlarına bir halka daha ekledi.

Bu işbirliği sürdüğü müddetçe buna yenileri de eklenecektir. Eşyanın tabiatı gereği bu böyledir. Kimse emperyalizmin karakterinin değiştiği, ya da Kürt hareketinin kendi çıkarları için bu işbirliğini sürdürdüğü gibi gerekçeler uydurmasın..  Gerçekler apaçık ortadadır. Kimin kimden yararlandığı ve yapılanların kimin çıkarlarına hizmet ettiği açıktır.

Dost acı söyler! Kürt halkının dostları olarak, acı da olsa gerçekleri söylemeye devam edeceğiz. Tıpkı Rakka operasyonu sırasında yaptığımız gibi… Dergimizin Temmuz-Ağustos 2017 tarihli 63. sayısında yer alan “Rakka operasyonu ve Kürt hareketi” başlıklı yazının konuyla ilgili bölümlerine bakıldığında, yaklaşık bir yıl önce yapılan değerlendirmelerin ve öngörülerin ne kadar ibasebetli olduğu görülür. Afrin’deki yenilgiyi anlamak için Rakka’ya bakmak gerekir çünkü. 

Rakka operasyonunu ve o günlerde yaşananları hatırlamak için, sözkonusu yazıyı kısaltarak yayınlıyoruz.

* * *

Rakka operasyonu ve Kürt hareketi

Suriye savaşında önemli bir aşama olan Rakka operasyonu, 3 Haziran’da başladı.

Rakka operasyonunu öne çıkaran asıl faktör, ABD’nin bu operasyonu, ağırlığını YPG’nin oluşturduğu Demokratik Suriye Güçleri (DSG) ile yapmasıydı. ABD, Ortadoğu’daki en önemli müttefiki Türkiye ile ilişkileri germe pahasına bu adımı attı. Elbette içinde bulunduğu koşullarda çıkarları bunu gerektiriyordu. YPG, Suriye’de savaşan gruplar içinde hem nicel, hem nitel olarak büyüyen bir askeri güçtü. Ayrıca ezilen Kürt halkını temsil etmeleri ve IŞİD’e karşı verdikleri mücadele ile dünya halklarının sempatisini kazanmıştı. Bağımsız ya da federatif Kürdistan’ı kurma hedefi ile Kürt halkı ölümüne savaşıyordu. Sadece Suriye’de değil, her yerden Kürtlerin ezici çoğunluğu maddi-manevi destek sunuyor, “enternasyonal dayanışma” adına, dünyanın dört bir yanından YPG’nin çatısı altında savaşa katılıyordu.

Bir ideal uğruna savaşmak, savaşçılara büyük bir moral ve saygınlık kazandırır. YPG’yi büyüten de bu olmuştur. ABD, bu durumu kendi çıkarları doğrultusunda kullanmak istedi. Kobane’deki direnişin ardından, giderek artan bir ilişki geliştirdi, kantonlarda üsler kurmaya başladı. Türkiye’nin itirazlarına rağmen Membiç’in ele geçirilmesine önayak oldu. DSG adıyla kamufle etmeye çalıştığı YPG’ye her tür silah yardımı yaptı, askeri uzmanları bölgedeki birlikleri eğitti vb…

Rakka operasyonu ise, bu ilişkinin artık işbirliğine evrildiği aşama oldu. Öyle ki, ABD, YPG için “kara gücüm” tanımlaması yaptı. Başını ABD’nin çektiği “koalisyon güçleri” havadan bombardıman yaparken, YPG’nin yönettiği DSG de karada savaşacaktı. Böylece ABD kendi askerini bölgeye yığmadan, hem maddi kayıplarını azaltarak, hem de kitlelerin tepkisini çekmeden amacına ulaşmış olacaktı. (…)

 

Türkiye’nin durumu

Rakka operasyonundan etkilenen ülkelerin başında hiç kuşkusuz Türkiye geliyor… Rojava’da (Güney Kürdistan) Kürt kantonlarının kurulması, Türkiye’nin korkulu rüyası olan “bağımsız Kürdistan” ya da “Akdeniz’e uzanacak Kürt koridoru” heyulasını yeniden hortlattı. Ülke içinde “çözüm süreci”nin başlaması da, ardından en vahşi saldırıların düzenlenip Kürt illerinin yerle bir edilmesi de, Suriye’deki gelişmelerle doğrudan bağlantılı idi.

PYD’yle ABD’nin ilişkileri, Türkiye’yi başından beri tedirgin ediyordu. AKP hükümetinin açıkça “PYD ile değil, bizimle işbirliği yap” çağrıları da işe yaramadı. Çünkü ABD’nin Suriye’deki çıkarları bunu gerektiriyordu. Türk ordusu Suriye’de bir “işgalci güç” olarak görülürken, PYD’ye bağlı YPG güçleri, ülkenin asli unsurlarıydı. Ayrıca savaşma istekleri Türk ordusundan daha güçlüydü. ABD neden YPG’yi tercih ettiğini çeşitli defalar açıkladı. Amerika’nın Avrupa ve Avrasya İşlerinden Sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı Jonathan Cohen de 19 Mayıs’ta düzenlenen bir panelde YPG ile ilgili bir soru üzerine şunları söylüyor: “Bu savaştalar, çünkü bu savaşta olmayı istiyorlar. Kendilerine göre elbette motivasyonları var.”

Bu sözlerden iki hafta sonra gerçekleşen Rakka operasyonu, bir süredir gergin olan Türk-Amerikan ilişkilerini, daha da açtı. Bilindiği gibi Erdoğan, Türkiye’nin ABD ile birlikte Rakka operasyonunu yapabileceğini söylemişti. Fakat ABD, tercihini YPG’den yana yaptığını açıklamakla kalmadı, YPG’nin ağır silahlarla donatılacağına dair bir anlaşmaya da imza atmıştı…

Rakka operasyonu, Türkiye’nin bulunduğu alanı büyütme isteğini kabarttı. TSK’nın Afrin kantonuna gireceği yönünde haberler arttı. Kürtlerin kontrolündeki bölge yakınlarına takviye güç yığıldı. Ayrıca Kürt kantonlarından Türkiye’ye dönük saldırılar yapıldığı söylenerek o bölgelere ateş açıldı.

ABD, Türkiye’nin bu saldırılarına son vermesini istedi. Daha önce de TSK’nın Kürt bölgesine dönük hamlelerini ABD bayrağı çekerek durdurmuşlardı… Diğer yandan Trump, CIA’nin gizli programını bitirme kararını açıkladı. Bu, “eğit-donat” denilen, Suriyeli muhalifleri silahlandırıp eğiterek savaşa sürdükleri operasyonları durdurdukları anlamına geliyor ki, Türkiye’yi yakından ilgilendiriyor. Bu plan kapsamında Antakya ve Gaziantep’de “operasyon odaları” kurulmuş ve Türkiye toprakları cihatçı grupların eğitildiği merkez üs olmuştu. Şimdi Türkiye’deki “operasyon odaları”nın önemi kalmıyor ve cihatçı gruplara verilen paralar kesiliyordu. Bunun sonuçları önümüzdeki günlerde daha net görülecektir…

Rusya adına yapılan açıklamalarda da Türkiye’nin Afrin operasyonuna sıcak bakılmadığı ifade edildi. Rusya, bir yandan PYD’nin ABD ile artan işbirliğine karşı Türkiye’yi öne sürerken, bir yandan da Kürt hareketini tümden karşısına almamaya özen gösteriyor. Rusya, Suriye’de savaşan gruplar içinde sadece PYD’yi meşru gördüğünü açıklamış, Cenevre’deki görüşmelere PYD’nin katılmasını istemişti. Elbette bunlar, PYD’nin ABD ile olan işbirliğinin seyrine bağlı olarak değişim gösterecektir.

 

ABD ile işbirliği savunulamaz

Yazının başında da belirttiğimiz gibi, Rakka operasyonunun en önemli sonuçlarından biri, Kürt hareketi ile ABD arasında uzunca bir süredir devam etmekte olan ilişkinin, işbirliği noktasına gelip dayanmasıdır.

Bunun savunulacak hiçbir yanı yoktur. “Emperyalistler arası çatlaklardan yararlanma” ya da “IŞİD gibi insanlık dışı bir örgütü bitirme sorumluluğu” gibi gerekçelerle bu işbirliğini mazur göstermeye çalışmak boşunadır.

PYD, uzunca bir süre, “üçüncü yol” dediği bir politika ile Esad yönetimine ve cihatçı gruplara eşit mesafede durmaya çalıştı. Suriye savaşına müdahil olan ABD ve Rusya ile dengeli bir ilişki tutturmaya özen gösterdi. Ortaya çıkan fırsatları da değerlendirerek Kürt halkının bulunduğu bölgelerde özerklik ilan etti. Bu süreçte Suriye, Türkiye’yi zor durumda bırakmak için bu duruma göz yumdu. Kürt kantonlarındaki memurların maaşlarını ödemeye, kolluk güçlerini tutmaya devam etti. O dönem AKP hükümeti Öcalan üzerinden PYD’yi ÖSO’nun içine almaya çalıştı, fakat ÖSO, Kürtlerin özerkliğini kabul etmeyince, bu girişim sonuçsuz kaldı.

PYD’yi istedikleri noktaya getiremedikleri için üzerine IŞİD’i saldılar. Erdoğan “Kobane düştü, düşecek” diye sevinirken, Kobane’de büyük bir direniş sergilendi. Bunun üzerine ABD uçakları Kobane’ye yardım paketleri atmaya başladı, IŞİD’e karşı mücadelesiyle Kürt hareketine karşı oluşan ilgi ve desteği, kendi lehine kullanmak istedi.

Bu dönem boyunca PYD, Kürt halkının haklarını savunmuş ve bölgesini IŞİD başta olmak üzere cihatçı gruplardan korumuştu. Dinci gericiliğe karşı laik yapısı, yönetimde farklı ulus ve mezheplere yer vermesi, özellikle de kadınların öne çıkan tutumuyla adeta “çölde bir vaha” gibi görüldü. Ve haklı olarak dünya kamuoyunun sempatisini ve desteğini üzerinde topladı. Bütün bunlar, “emperyalistler arası çelişkilerden yararlanma”yı başarması, savaşan kesimlere eşit mesafede durması sayesinde oldu.

Peki şimdi öyle mi? Bu savaşta ABD’nin yanında saf tuttuğu daha açık nasıl gösterilebilir? Arap halkının ağırlığında olan Rakka’da ne işi vardır?

“Emperyalistler arası çelişkilerden yararlanma”dan, bir emperyalistle işbirliğine; kendi halkını ve bölgesini korumaktan, başka bölgelere saldıran askeri bir varlığa dönüşen noktadır burası.

Kaldı ki PYD, uzunca bir süre Rakka operasyonuna katılmak istemedi. Bunun ne anlama geldiğini çok iyi biliyordu. Ancak ulusalcı ideolojik-siyasi bakış, onları bu noktaya sürükledi. PKK, ABD’nin Irak işgalini de “Saddam zulmünün son bulması” adına desteklemişti. Hatta “demokratik sömürgecilik” gibi bir kavram uydurarak, bu durumu teorize etmişti.

Şimdi de Rakka operasyonu “büyük savaş” denilerek selamlanıyor. “IŞİD’in bitirilmesi”, “Rakka’nın özgürleşmesi” olarak sunuluyor. “Rusya, İran ve Türkiye’nin bölgedeki egemenliğine son vereceği” söylenerek alkışlanıyor. Kim adına?

“Koalisyon güçleri” denilen ABD ve AB emperyalistleri mi Rakka’yı özgürleştirecek! IŞİD’i bizzat yaratıp dünya halklarının başına musallat eden ABD mi, IŞİD’i bitirecek! Emperyalizm, hangi halka özgürlük götürmüş ki, Araplara ya da Kürtlere götürecek olsun!

Rusya, İran, Türkiye, bölgede egemenlik kurmak istiyor da ABD-AB emperyalistleri istemiyor mu? Hatta Ortadoğu’da yoğunlaşan yeni emperyalist savaşı bizzat ABD başlatmadı mı? Afganistan, Irak, Libya ve son olarak Suriye’yi karıştıran, cihatçı örgütlerle en vahşi saldırıları düzenleyen ABD ve işbirlikçi bölge ülkeleri olmadı mı? Ki bunların başında Suudi Arabistan, Katar gibi ülkeler geliyor.

Hal böyleyken Rojava eşbaşkanı Salih Müslim, Katar krizinin ardından sorulan bir soru üzerine şunları söylüyor: “Suudi Arabistan ile akrabalık bağı olan birçok Arap aşireti Rojava’daki bağımsız yönetimde yer alıyor ve bundan gurur duyuyoruz.”

Dinci-gericiliğe karşı laikliğin simgesi olarak gösterilen PYD, şimdi Suudi gericilerle bağı olan Arap aşiretleriyle ilişki kurmaktan gurur duyuyor! Bu açıklamanın Katar krizi ardından yapılması ise, ABD’nin Suudi gericileriyle başlattığı krizde, kimin yanında durduğunu göstermesi bakımından dikkat çekicidir. ABD işbirlikçiliği bu duruma düşürmüştür.

Rojava’daki Kürt yetkililerin her açıklaması, bu işbirliğini teyit eder niteliktedir. PYD öncülüğündeki Suriye Demokratik Konseyi eşbaşkanı İlham Ahmet, “IŞİD sonrasında Rakka’nın yönetilmesi ve yeniden inşası için ABD’nin uzun vadeli siyasi ve finansal desteğine ihtiyaç duyacakları”nı belirtti. ABD’nin bölgede kalması ve “garantör ülke” olması gerektiğini de ekledi.

PYD kendi varlığını ABD’nin bölgedeki gücüne bağladığı sürece, bugüne dek elde ettiği kazanımları, hepsinden önemlisi dünya halklarının destek ve dayanışmasını yitirecektir. Nitekim Filistin davasıyla özdeşleşen isimlerden Leyla Halid de bir röportajında, Kürt hareketinin Suriye’de ABD ile kurduğu ilişkiyi eleştiriyor. Kürt hareketi ve yandaşları ise, bu konuda yapılan dostça uyarılara bile, topyekun saldırıyla karşılık veriyorlar. Bu aslında, yanlışın farkında olduklarını ve onu bu şekilde kapatmaya çalıştıklarını gösteriyor.

Ayrıca Rakka operasyonu sırasında ABD’nin “beyaz fosfor” kullandığı ortaya çıktı. Beyaz fosfor denilen kimyasal silahın kullanılması yasaklanmış durumda. Bu durum açığa çıkınca ABD, “hedef belirleme ve işaretleme amacıyla kullandıklarını” söyledi… ABD ile yapılan işbirliğinin her tür insanlık-dışı uygulamalara ortak etmesi, kaçınılmaz sonuçlar olarak karşımıza çıkıyor.

Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyindeki Kürt bölgelerine saldırısı üzerine, YPG’nin Genel Komutanı Sipan Hemo, “saldırıların devam etmesi halinde Rakka operasyonundan çekileceklerini” ifade etti. Elbette bu açıklama, ABD’ye “ya Türkiye’yi sen durdursun, ya da biz gideriz” yolunda bir ikaz için yapıldı. Ama hem ABD’nin işbirliğini kabul edip, hem de üstü örtük tehditler savurmak ve işbirliğini bozacaklarını ima etmek akıl karı değildir. İsmet İnönü’ye atfedilen benzetmede olduğu gibi, “emperyalistlerle işbirliğine girmek, ayıyla aynı yatağa girmek gibidir.” En hafifinden ciddi yaralar almadan oradan çıkmak kolay olmayacaktır.

 

Sonuç yerine  

ABD’nin Rakka operasyonu, Suriye savaşında yeni bir dönemi başlattı. ABD, sadece Suriye’de değil, Ortadoğu’da ayakta kalabilmek için bu operasyonu başlatmak zorundaydı… Diğer yandan ABD, en yakın müttefiki Türkiye başta olmak üzere Ortadoğu’daki birçok işbirlikçisini de yitirmekle karşı karşıyadır. Tüm hamlelerine rağmen Rusya ve İran’ın güçlenmesini durduramamıştır. Trump sonrası kendi içinde de yaşadığı karışıklıklar, ABD’nin bundan sonra da irtifa kaybetmeye devam edeceğini göstermektedir.

IŞİD vahşetiyle Ortadoğu’yu zaptetme planı suya düşmüştür. Şimdi de “IŞİD’e karşı savaş” adı altında bölge halkları üzerinde hegemonya savaşı vermektedir.

Benzer bir durum CIA’nin “eğit-donat” programına son vermesi ile yaşanıyor. Hem Türkiye, Ürdün gibi işbirlikçilerini zor durumda bırakıyor, hem de cihatçı çetelere her tür yardımı keserek birbirlerini yemelerini sağlıyor. ABD ile işbirliği yapan ve bunu meşrulaştıranlara, bundan daha somut bir örnek olabilir mi?

ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Jonathan Cohen, Kürt hareketi ile yapılan işbirliğinin Türkiye ile ilişkilerini bozması konusunda şunları söylüyor: “DSG’yi Rakka için kullanmak ile ilgili anlaşmazlık taktiksel bir konu. Bunun, Türkiye’ye yönelik güvenlik taahhüdümüzde stratejik değişikliği olmayacaktır. Taktiksel alanlarda anlaşmazlıklarımız var ama Türkiye ile her zaman yoğun ve çeşitli ilişkilerimiz oldu ve bu devam edecek. Amerika YPG’yi savaş alanı ortağı olarak görüyor, çünkü Suriye’nin o bölgesinde tek güçler, Rakka’yı kurtarabilecek kapasitedeler, onlarla ilişkimiz geçici, harekete dayalı ve taktiksel”dir. Sincar konusunda ise, “PKK ister gönüllü, ister başka şekilde oradan çıkarılacaktır” diyor.

ABD, Kürt hareketi ile ilişkisini “taktiksel”, Türkiye ile olanı ise “stratejik” gördüğünü, yetkili ağızlardan ifade ediyor. Rusya, İran ve Suriye devleti de Kürt hareketinin ABD ile işbirliğinin ona pahalıya patlayacağı konusunda uyarılarda bulunuyorlar.

PYD, bugüne dek elde ettiği kazanımları, hepsinden önemlisi dünya halklarının desteğini yitirmek istemiyorsa, bu işbirliğini bitirmenin yollarını aramalı ve ABD’nin suçlarına daha fazla ortak olmamalıdır.

Bunlara da bakabilirsiniz

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …

Ser verip sır vermeyen yiğit: İSMAİL GÖKHAN EDGE

İsmail Gökhan Edge, Diyarbakır işkencehanelerinde sır vermedi, ser verdi. O, 1953 yılında Eskişehir’de doğdu. İzmir …