Rusya Devlet Başkanı Putin, Mart ayının başında “ülkenin yıllık değerlendirmesi”ni yaptığı konuşmasında, yeni bir füze sistemi gerçekleştirdiklerini duyurdu. “Yenilmez” ilan ettiği füze sisteminin, ABD’nin füze savunma sistemini “işe yaramaz ve atıl” hale getirdiğini belirterek şu bilgileri verdi:
“Yeni sistemin herhangi bir menzil kısıtlaması yok. Güney Kutbu’ndaki, Kuzey Kutbu’ndaki hedefleri de vurabilir. Özellikleri sayesinde hiçbir füze savunma sistemi, hatta gelecekte geliştirilecek olanlar da engel olamaz.” Ayrıca “Rusya’da çok çok derinlerde, kıtalararası menzilde, denizaltılardan, en son model torpidolardan, en hızlıları da dahil gemilerden birkaç kat daha hızlı insansız denizaltı araçlarının geliştirildiğini söyleyebilirim” diyerek, Rusya’nın silahlanma yarışında geldiği düzeyi tüm dünyaya duyurdu.
Putin, bu konuşmayla kendi halkına ve müttefiklerine güven vermeyi amaçlarken, başta ABD olmak üzere rakiplerine de meydan okuyordu. Tabii ABD bunun altında kalamazdı! O da savaşı büyüten adımları peş peşe atmaya başladı.
ABD’nin en büyük ihraç malı: Silah
Trump, ABD’nin dünya hegemonyasındaki düşüşünü önleme vaadiyle işbaşına geldi. Bu düşüşün asıl nedeni ekonomiktir. Ucuz Çin malları karşısında direnememesi, pazar alanlarını kaptırmasıdır. Bunu durdurabilmek için başlattığı savaşta da istediği sonuçları alamamış, dış ticaret açığı büyümüştür. Bunun içe yansıması; işsizliğin ve yoksulluğun artması, evsizlerin çoğalması, halkın yönetime artan tepkileridir.
Tartışmalı da gelse Trump, bu sorunlar karşısında zorlanan ABD egemen sınıflarının tercihi olmuştur. Gelir gelmez de attığı adımlarla bu misyonu yerine getirmeye çalışmaktadır. Hatırlanacaktır, ilk ziyaretini Suudi Arabistan’a yapmış ve büyük miktarda silah satışı gerçekleştirmişti.
ABD üretim alanında ciddi bir sıkıntı yaşarken, silah sanayisinde halen en büyük konumundadır. Trump da bunu kullanarak işe başladı. Trump’un “kılıç dansı” bu ziyaretin akıllarda kalan en önemli karesiydi. Ve S. Arabistan’la 350 milyar dolarlık bir askeri anlaşma imzaladı. (Bu rakam, Türkiye’nin 2016 yılındaki toplam dış ticaretinden daha fazlaydı.)
Ardından Katar krizini yaratmış ve sonrasında Katar’la da büyük miktarda silah satışı anlaşması yapmıştı. Keza “Arap Zirvesi” adı altında topladığı diğer Körfez ülkelerine de önemli oranda silah sattı. Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri ve Ürdün, 100 milyar dolar civarında silah alımı yaptılar. Toplamda 400 milyar dolarlık bir silah satışı gerçekleşti.
Trump’ın seçim vaatlerinin başında, ABD’nin 19 trilyon dolar olan dış borcunu, Körfez ülkelerine ödeteceği geliyordu. Seçilmesinin ardından Kasım 2016’da yaptığı bir konuşmada, “Ortadoğu ülkelerine 6 trilyon dolar harcadık, bu parayla kendi ülkemizi iki kere yeniden kurardık” sözlerini sarfetmişti. Ve S. Arabistan ziyareti ile bu parayı tahsil etmenin ilk adımlarını attı.
Silahlanma artıyor, savaş büyüyor
Bir bütün olarak emperyalistler büyük bir silahlanma yarışına girmiş durumdalar. ABD ve Rusya bu işin başını çekiyor, fakat diğer emperyalist ülkeler de bu yarışta geride kalmamak için büyük bir çaba gösteriyorlar. Örneğin Çin, Suriye savaşında daha aktif bir şekilde yer alacağını açıkladı. Keza Almanya, Fransa, İngiltere başta olmak üzere AB ülkeleri de bu yarışın içindeler.
Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün (SIPRI) rakamlarına göre, 2016 yılında dünyada toplam askeri harcamaların tutarı, 1.7 trilyon dolar olmuş. Bunun 375 milyar doları ile doğrudan silah alımı yapılmış. (Henüz 2017 harcamaları yayınlanmadı.)
Silah sanayinde 5 ülke başı çekiyor. Bunlar silah satışının da yüzde 74’ünü gerçekleştiriyorlar. ABD yüzde 33, Rusya yüzde 23, Çin yüzde 6.3, Fransa yüzde 6, ve Almanya yüzde 5.6 paya sahip.
ABD, yakın zamana kadar, kendinden sonra gelen tüm ülkelerin iki katı silah üretimi gerçekleştiriyordu. Rusya ve Çin’in son yıllarda atağa geçmesiyle bu fark giderek kapanıyor. Fakat ABD halen birinciliği koruyor. SIPRI’nın raporunda, dünyadaki silahların üçte birinin ABD tarafından tedarik edildiği ve ABD’nin silah ihracatının son beş yılda öncekine göre yüzde 25 arttığı ortaya konuyor.
ABD, yaklaşık 100 ülkeye silah satıyor, bu satışın yarısı da Ortadoğu ülkelerine gidiyor. Yukarıda belirttiğimiz gibi, S. Arabistan, Katar, Bahreyn, Birleşik Arap Emirleri, ABD’nin silah satışındaki en büyük müşterileri.
Oysa S. Arabistan’ın ne doğru düzgün bir ordusu var ne de savaş gücü… Öyle ki, Yemen gibi bir ülkede direnişçi güçler, Suudları askeri olarak zorlayabiliyor. Buna karşın Suudi Arabistan’ın 2013-2017 arasındaki silah ithalatı, önceki beş yıla kıyasla yüzde 225 oranında artmış. Suriye savaşını finanse eden ülkelerin başında S. Arabistan’ın geldiği biliniyordu. Bu son yapılan araştırmalarla kanıtlandı da.
AB’nin finansmanıyla faaliyetlerini sürdüren “Çatışma ve Silahlanma Araştırmaları”nın (CAR) üç yıllık raporunda, IŞİD’e giden silahların önemli bir bölümünün NATO ve AB ülkeleri orijinli olduğu ve bunların Suudi Arabistan, Ürdün, Birleşik Arap Emirlikleri, Türkiye üzerinden çatışma bölgelerine gönderildiği belgelendi. Böylece S. Arabistan’ın ABD ile yaptığı 350 milyar dolarlık anlaşma dahil artan silah ithalatının nedeni de net biçimde ortaya çıktı.
Bu tablo, sürmekte olan emperyalist savaşın esas olarak Ortadoğu’da yaşandığını ve bunu emperyalist ülkelerin işbirlikçileri aracılığıyla kışkırttığını çok açık bir şekilde gösteriyor. Birbirlerine karşı savaşan ülkelerin ya da ulusal-mezhepsel grupların ellerinde aynı emperyalist tekellerin silahlarının bulunması, bu durumun bir başka çarpıcı yanı.
Türkiye de atakta
Silahlanma yarışında atak yapan ülkeler arasında Türkiye de bulunuyor. 11 milyar dolar silah alımı ile Ortadoğu’da en çok silah alan 5. ülke konumunda. Dünya çapında ise, 6. sırada.
Türkiye, sadece silah alımında değil, silah satışında da boy gösteriyor. Silah sanayisi ihracatı, 2016 yılında yüzde 16.6 oranında artmış. 2017 yılının Ocak-Şubat aylarında ise, 222 milyon 79 bin dolarlık ihracat yapılmış. Türkiye’nin yedek parça ürettiği ve montajını yaptığı bazı askeri ürünleri sattığı ülkeler arasında ABD, 98 milyon 22 bin dolar ile ilk sırayı alıyor. Onu Almanya, (36 milyon 585 bin dolar) Hollanda (13 milyon 676 bin dolar) İngiltere (10 milyon 511 dolar) izliyor. Yanı sıra Umman, Hindistan, Çin, Katar, Azerbaycan gibi ülkeler de bulunuyor.
Geçtiğimiz aylarda “Savunma Sanayii Müsteşarlığı” bir KHK ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bağlanmıştı. Bu adımla birlikte savaş sanayisindeki hızlı gelişim daha da arttı. Hemen tüm üretim dalları kurutulurken, sadece savaş sanayindeki bu büyüme dikkat çekicidir.
SIPRI’nin raporunda silah satan ilk 100 firma içinde Türkiye’den 3 şirket var. Bunlar arasında Erdoğan’ın damadı Selçuk Bayraktar’ın başında yer aldığı Bayraktar’lar Holding bulunuyor. Bayraktar’lar, şimdi Kara Kuvvetleri Komutanlığı için SİHA ve İHA montajı yapıyorlar ve silah pazarında Türkiye’de en büyük olma yolunda hızla ilerliyorlar. AKP hükümeti tarafından oluşturulan “Savunma Sanayii Havuzu”nda yer alan diğer gruplar ise, Limak, Kalyon, Nurol, Cengiz, Kolin, Çalık, Ciner, Zirve ve Katmerciler olarak sıralanıyor.
Bu gruplar aynı zamanda “havuz medyası”nın da ortakları arasında. Bu medyanın savaş çığırtkanlığında, sadece milliyetçi-şoven duyguları kışkırtmak değil, ekonomik kazançların belirleyici olduğu anlaşıldı. Nitekim Afrin işgali başladığı andan itibaren “yerli ve milli silahlar” edebiyatından geçilmedi. Adeta silah reklamı ve silah ticaretinin pazarlaması yapıldı. Başbakan Binali Yıldırım, Afrin işgali başlamadan önce gazetecileri toplamış ve15 maddelik bir talimat vermişti. Onlar da bu talimata uygun davrandılar.
Dünyadaki silahlanma yarışından montaj ve yedek parça üretimiyle pay kapmak isteyen Türkiye, Afrin işgalini de bu amaç doğrultusunda kullandı. Hem medyası aracılığıyla bunların propagandasını yaptı, hem de savaşın içinde “yerli ve milli” dedikleri silahları denemesini yapmış oldu. Böylece bir yandan bölgede askeri ve politik gücünü gösterme, bir yandan da montajını yaptığı silahların ihracatını arttırma zeminini yakaladı.
Elbette silah sanayisi gibi büyük bir endüstri dalında Türkiye’nin yeri oldukça sınırlıdır. Zaten asıl olarak alıcı konumundadır. Sattıkları ise montaj ve yedek parça ile sınırlıdır. Buna rağmen bütün üretim dalları çökerken, silah sanayisinde yüzde 16.6 gibi bir büyüme göstermesi üzerinde durmak gerekir. Esasında bu durum sadece Türkiye için değil, başta ABD olmak üzere birçok emperyalist-kapitalist ülke için de geçerlidir.
Krize rağmen büyüyen tek sanayi
16. Emperyalist paylaşım savaşı öncesi Stalin, SBKP(B)’nin 16. Kongre’sinde şunları söylüyor:
“Bütün üretim dallarına yayılmış bir krizden sözettim. Fakat bir üretim dalı var ki, krizden etkilenmemiştir. Bu üretim dalı, savaş endüstrisidir. Krize rağmen durmadan büyümektedir bu dal. Burjuva devletler bir silahlanma –yeniden silahlanma cinneti geçiriyorlar. Neden? Elbette zaman öldürmek için değil, savaşmak için. Savaşa ise emperyalistler, dünyanın yeniden paylaşımı, pazarların, hammadde kaynaklarının, sermaye yatırım alanlarının yeniden paylaşımı için tek çare olduğundan gereksinme duymaktadırlar.” (SBKP(B) XVI., XVII. ve XVIII. Parti Kongre Raporları – sf:20)
Yeni bir emperyalist paylaşım savaşının içindeyiz. Ve tüm rakamlar, (öncekilerde olduğu gibi) silahlanmanın, yani savaş endüstrisinin devasa oranda büyüdüğünü gösteriyor. Stalin’in dediği gibi bu artan silahlanma, tabi ki savaşı gerektiriyor. Çünkü üretilen her silah, birkaç yıl içinde tüketilmediği koşulda eskir, hurdaya çıkar. Onun için emperyalistler, bu silahları bir biçimde bağımlı ülkelere satmanın yollarını ararlar. Devletler arasındaki sorunları sürekli kaşır, savaşlar çıkarırlar. Böylece yeni pazarlar elde ederek krizi atlamaya çalışırlar.
Ancak artan silahlanma ve savaş, Marks’ın da belirttiği gibi “bir ulusun gelirinin bir kısmını denize atmasına benzer.” Üretici hiç bir yanı olmadığı gibi, halkın ürettiklerini soğuran, onu maddi-manevi yoksullaştıran, dahası yok olmasına neden olan bir “sanayi dalı”ndan sözediyoruz.
Buna karşın sömürücü toplumlarda bilim ve teknolojideki her gelişme, askeri alanları güçlendirmede kullanılmıştır. İkinci emperyalist savaş öncesi bilim insanlarının keşfettiği atomun, emperyalistlerin elinde nasıl bir bomba haline dönüştüğü ve insanları katletmede kullanıldığı biliniyor. Bugün ise her türlü kimyasal ve biyolojik silahın devreye sokulduğu bir savaşın içindeyiz. Bilim ve teknoloji egemenlerin elinde kaldığı sürece, bu kısır döngü değişmeyecektir.
Sonuç olarak
Emperyalist-kapitalist sistem, krizlerden ve onun yarattığı sorunlardan kurtulamıyor. Her kriz dönemini, yeni yıkımlarla ve savaşlarla aşmaya çalışıyor; fakat bir sonrakine çok daha büyük bir yük bindiriyor.
Sistemin başını çeken ABD, en son 2008 yılında bir ekonomik kriz yaşamıştı. Şimdi yeni bir krizle daha karşı karşıya. Bunu bertaraf etmenin yöntemi olarak da, yine savaşları körüklüyor, gümrük duvarlarını yükseltiyor, ek vergiler koyuyor vb…
Ortadoğu’da savaşın yeniden alevlenmesinden, çelik ithalatına koyulan yasaklara kadar, alınan pek çok önlem, krizi daha fazla derinleşmeden öteleyebilmek içindir. Fakat ne emperyalist-kapitalist sistem krizlerden kurtulabilir, ne de savaşları bitirebilir. Bunlar sistemin yapısal sorunlarıdır. Ne var ki, onun yarattığı sorunların bedelini, işçi ve emekçiler, ezilen halklar ödüyor.
Bu döngüyü kırmanın tek yolu devrimdir. Lenin’in veciz sözüyle “ya savaşlar devrimlere yol açar, ya da devrimler savaşları önler.” Birinci ve ikinci emperyalist dünya savaşları nasıl devrimlere yolaçtıysa ve ancak devrimler sayesinde durdurulabildiyse, üçüncüsü de öyle olacaktır. Şu ya da bu emperyaliste yaslanarak, ya da onlardan birinden medet umarak bu savaşı durdurmak mümkün değildir. Suriye savaşı bir gerçeği bir kez daha ortaya koymuştur.