Tren kazası değil KATLİAM!..

Çorlu’da 8 Temmuz günü yaşanan tren kazası, bir kere daha devletin ihmalinin sonuçlarını ortaya koydu. Son derece basit önlemler ve düşük maliyetlerle önlenebilecek sorunlar, devletin umursamazlığı nedeniyle büyük felaketlere neden olabiliyor. Tam da bu nedenle, Çorlu’da yaşanan bir kaza değil, açık bir cinayetti. Ve bu cinayette, 24 kişi öldü, 341 kişi de yaralandı.

 

Katliam nasıl gerçekleşti

8 Temmuz günü Uzunköprü-Halkalı seferini yapan yolcu treni, saat 17 civarında Çorlu’nun Sarılar Köyü yakınlarında raydan çıktı. Trenin 5 vagonu birden devrilmiş, yolcuların tümü kazadan etkilenmişti.

Devlet kaza yerine en son ulaşan oldu. Yaralıların anlattığına göre, onlara yardım etmek için önce köylüler yetişmiş, tren enkazının altından yaralılar ve cenazeler köylülerin yardımıyla büyük oranda çıkarılmış, traktörlerle yaralılar hastanelere taşınmıştı. Devlet ise saatler sonra gelmişti.

İnsanlar, kaybettikleri “can”larının acısıyla yanıp kavrulurken, yaralılar hastanelerde yaşam savaşı verirken, yetkililer hemen sorumluluğu “doğa”ya yıkacak açıklamaları peşpeşe sıralayıverdiler. Yağmur yağmıştı, sel gitmişti, toprak çamur olmuştu, metrekareye şu kadar yağmur düşmüştü vb…

Sanki ilk defa bir demiryoluna yağmur yağıyor, ilk defa demiryolları bir doğa olayı ile karşı karşıya kalıyordu.

Sonra makinistler gözaltına alındılar. Eğer bu katliamda “doğa”nın suçlu olduğuna ikna olmadıysanız, size suçlayacak “insan” da verelim, dercesine…

Oysa bu katliamda tek bir suçlu vardı: Kapitalizmin kar hırsı!

 

Özelleştirme, ihmal, ödenek…

TMMOB Makina Mühendisleri Odası, katliamın hemen arkasından yaptığı açıklamada, bir heyet oluşturduklarını, ancak bu heyetin olay yerine yaklaşmasına izin verilmediğini duyurdu. Öyle ya, işin uzmanları inceleme yaptığında, gerçek suçlular ortaya çıkacaktı. Devlet de bunu istemiyordu.

Ama salt fotoğraflarda görünen tablo ile, bugüne kadar demiryollarında uygulanan politikalar birleştirildiğinde, katliamın sebeplerini bulmak zor değildi. TMMOB’un bu verilere dayanarak yaptığı açıklamada, sözkonusu demiryolunun travers-zemin bağlantısı tekniğine uygun yapılmamış olduğu, özellikle demiryolunun alt yapısının sorunlu olduğu, bilim, fen ve mühendislik açısından birçok yanlışı içerdiği ifade edildi.

Birleşik Taşımacılık Sendikası (BTS) de yaptığı açıklama, “demiryolu bekçiliği” uygulamasının beş yıl önce kaldırılmış olmasına dikkat çekti. Demiryolu bekçileri, sorumlu oldukları hatlarda günlük olarak kontrol ve bakım yapan çalışanlardı. Beş yıl önce, -yerine başka bir denetim ve gözetim sistemi kurmadan, bu görevi üstlenecek yeni bir mekanizma yaratmadan- kaldırdılar bu uygulamayı. Oysa demiryolu bekçileri, gün boyunca sürekli olarak hatları gezerler, tokmağa benzer bir aletle tek tek traversleri kontrol ederler, özellikle hava koşulları kötüleştiğinde, bu bakım ve kontrol işlerini sıkılaştırırlardı. Herhangi bir traverste gevşeme, altındaki dolgu malzemesinde bozulma fark edildiğinde, anlık olarak müdahale edilir ve sorun giderilirdi. Şimdi Ulaştırma Bakanı Ahmen Aslan diyor ki, “en son nisan ayında bakım yapıldı”! Demiryolu bu! Aylar öncesinde yapılan bakımla “övünmek”, konuya dair hiçbir şey bilmediğinin göstergesidir sadece.

Demiryollarını güvensiz hale getiren ve kazaya yol açan bir başka unsur ise, 2013 yılında yürürlüğe giren bir kanundur. Demiryolu hizmetlerinin özelleştirilmesini öngören bu kanun, Yüksek Hızlı Tren hatları dışındaki demiryolu hatlarını kaderine terketmiştir. 162 yıldır bu topraklarda edinilmiş deneyimler ve birikimler yok edilerek, demiryolları bakımsızlığa, uzman kadro eksikliğine mahkum bırakılmıştır.

Bu özelleştirme yasası, demiryollarına kar amacıyla giren özel sektörün, “maliyetten kısma” adına denetim ve uzmanlık konularından taviz vermesini kolaylaştırmış; böylece demiryolu taşımacılığında, “güvenlik”, “kar”a feda edilmiştir.

TCDD’ye niteliksiz-siyasi kadro atamaları, mühendisliğin ve liyakatın küçümsenmesi, her düzeydeki uzman kadro kıyımı, bakım ve tamir atölyelerinin hizmet dışı bırakılması, tesislerin bozulması gibi unsurlar da, yine aynı özelleştirme yasası ile ortaya çıkan sonuçlardır. Ve 8 Temmuz günü yaşananların bir kaza değil, açıkça altyapısı hazırlanan bir katliam olduğunu göstermektedir.

 

Sarayda sınırsız harcama,

demiryollarına ödenek yok!

Saray’da “başkanlık sistemi”nin kutlaması yapılırken açığa çıktı ki, demiryollarının bakım ve onarımı için 11 Haziran günü açılan ihale, “ödenek yetersizliği” nedeniyle 21 Haziran günü (seçimlerden üç gün önce) iptal edilmiş.

Bunu duyunca, bir karşılaştırma yapmadan duramıyor insan. Saray’da ortalama büyüklükte bir şehrin bir ayda harcadığı elektrik, bir günde tüketilirken; “Örtülü ödenek”ten  Ocak 2017’de, sadece bir ayda Erdoğan, 163.8 milyon lira harcarken; Diyanet İşleri Başkanı milyar dolarlık otomobile binerken, sadece seçim sonrasındaki “teşekkür” afişlerine milyonlar harcanırken… demiryollarının “bakım ve onarım ihalesi”, “ödenek yetersizliği” nedeniyle iptal ediliyor!

Ve sarayın bütün savurganlıklarına sınırsız ödenek ayrılırken, işçi ve emekçilerin kullandığı demiryolları, kaderine terkediliyor. Saray’da kutlama için 101 pare top atışına, “24 pare can”ın evine ateş düşüyor…

 

Tren en güvenli ulaşım aracıdır

Demiryolları, her tür hava koşulunda çalışmaya devam eden tek ulaşım aracıdır. Kar, yağmur, aşırı sıcaklar vb. karayolunu, havayolunu, denizyolunu etkileyebilir, ulaşım durabilir. Ama demiryolunda ulaşım durmaz. Demiryollarının çalışma mantığı budur zaten. En kötü koşullarda bile en ulaşılamaz yerlere ulaşabilmektir.

Demiryollarında yaşanan kazalarda, genellikle bir sorumlu bulup suçu onun üstüne yükleyerek, devletin sorumluluğu örtbas ediliyor. Oysa insan hatası, demiryolu kazalarında genellikle en etkisiz unsurdur. Asıl sorumluluk, kurumsal hatalardadır. 8 Temmuz günü görüldüğü gibi, özelleştirme çabaları, kalifiye olmayan atamalar, ihmaller, ödenek yetersizlikleri gibi unsurlar, demiryolu kazalarında belirleyicidir; bunun sorumluluğu da kurumlarda, özel olarak da devletin üzerindedir.

Tam da bu nedenle, demiryolu taşımacılığı ciddiyetle, birikimle, bilimle yürütülmesi gereken bir çalışmadır. Bu alanı bu ciddiyetle yönetmeyen devlet, yaşanan katliamın asıl sorumlusudur.

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …