Ortadoğu ateş altında, Rojava’da IŞİD saldırıları giderek şiddetleniyor, Gazze İsrail uçakları tarafından bombalanıyor, Irak ve Suriye’de halklar birbirine kırdırılıyor. Emperyalistler kendi çıkarları doğrultusunda, halkların üzerine vahşet, açlık ve ölüm yağdırıyor.
Rojava direniyor
Rojava, Suriye’deki savaşın başından itibaren, öncelikli hedeflerden birisine dönüştü. Suriye’deki cihatçı çeteler, Suriye’nin kuzeyinde (Batı Kürdistan) kendi bağımsız varlığını oluşturan Kürt bölgesine karşı, ilk günden itibaren saldırgan bir tutum içinde oldular.
Bunun birden fazla nedeni var. En başta, Türkiye, kendi sınırlarında bir Kürdistan devletinin oluşmasını istemiyordu. AKP hükümeti, Irak’taki Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile ilişki kurmuş, başta petrol olmak üzere ticaretini artırmıştı; ancak Suriye sınırlarında bir Kürt devletinin oluşmasını ve yaşamasını istemiyordu. KDP, ABD işbirlikçiliğinde AKP hükümeti ile aynı noktada dururken, PYD, bağımsızlık mücadelesini, kendi savaş gücüyle kazanıyordu. Suriye savaşında fiilen bir taraf olmasına rağmen, gerçekte savaşın taraflarından biri gibi davranmıyor, Esad’a da muhalefete de katılmıyor, kendi durumunu oturtmak, kendi konumunu korumakla ilgileniyordu. Açık ABD işbirlikçisi olmayan bu durum, hem Suriye’deki ABD destekli muhalefetin, hem de muhalefetin en büyük lojistiği olan Türkiye’nin tepkisini çekiyor.
Rojava’nın varlığı, Türkiye’nin cihatçı terör örgütlerine olan desteğini ve açık işbirliğini de sınırlandıran bir unsurdur. Türkiye’nin Suriye ile olan 900 km’lik sınırının önemli bir bölümü artık Rojava’ya aittir. Oysa Suriye’deki savaşın, ABD’nin çıkarları doğrultusunda sürdürülebilmesi için, cihatçıların geçiş ve lojistik güzergahlarının açık olması gerekmektedir. Uzunca bir süre Antakya en önemli sınır kapısı olarak kullanılmıştı. Ancak bir taraftan Antakya halkından yükselen tepkiler, Antakya’da cihatçıların pervasızca davranmasını engelledi. Diğer taraftan, Esad yönetimi cihatçıların Akdeniz’e ulaşmasını, denize kapı açmasını engellemek için, Antakya’nın güneyindeki toprakları tüm gücüyle koruyorlar. Bu iki unsur, cihatçıların hareketini kısıtlıyor.
Bu koşullarda geriye Türkiye’nin Suriye’yle olan geniş sınırlarında kurulmuş Rojava topraklarına gedikler açmak kalıyor. Rojava’nın, birbiri ile sınırı olmayan üç adacıktan, üç kantondan oluşması, cihatçıların işini kolaylaştırıyor. İki kantonun arasından Türkiye’ye uzanan bir koridoru ellerinde tutuyor ve bu koridoru mutlak biçimde koruyorlar. En etkili koridor da, Cizire kantonuyla Kobane kantonu arasında bulunan ve Türkiye’nin Akçakale sınır kapısına uzanan güzergahta. Artık Akçakale kapısı cihatçı çetelerin sınırsızca kullandığı bir alan. Türkiye’ye giriş çıkışlar, silah ve teçhizat sevkiyatı, yaralıların hastaneye taşınması en yoğun biçimde bu kapıdan gerçekleştiriliyor.
Geçtiğimiz yıl Serekaniye’de El Nusra’nın, son günlerde Kobane’de IŞİD’in saldırılarının ilk hedefi, kendi geçiş noktalarını büyütmek, Türkiye ile aralarındaki önemli engeli kaldırmaktır. Daha genel hedefleri ise, Rojava’da oluşan demokratik yönetimi ortadan kaldırmaktır.
Cihatçı çetelerin, iki yıl önce savaşın başladığı günden farklı olarak Esad’ı devirmekten daha farklı hedefleri vardır artık. Zaten Esad’ı deviremeyeceklerini anlamış durumdalar. Bu koşullarda kendi iktidar alanlarını oluşturmayı ve genişletmeyi hedefliyorlar. IŞİD’in Irak’ta ilan ettiği İslam Devleti’ni büyütmek, hem Suriye’den hem de Irak’tan toprak çalarak, Ortadoğu’nun ortasında güçlü ve büyük bir Sünni devleti kurmaktır.
Ancak şurası kesindir. Bugün çatışma alanına çevrilen Kobane ve genel olarak Rojava, Ortadoğu’daki cihatçı-Sünni ilerleyişinin önünde duran bir settir. Gelip oraya çarpmaktadırlar. Bu yanıyla Kobane direnişi, ABD’nin çıkarlarını ve planlarını engellemektedir. Bu “engel” kaldırıldığında, savaşı Türkiye’den yönetmek, hatta doğrudan Türkiye’nin içine taşımak çok daha kolay olacaktır.
Gazze ateş altında
İsrail yine Gazze’ye bomba yağdırıyor. İsrailli üç gencin Filistinliler tarafından öldürülmesini bahane ederek, Gazze’yi günlerdir ateş altında tutuyor. II. Emperyalist Savaş bittiğinden bu yana Filistin toprağını işgal etmekte olan İsrail, küçücük bir alana sıkıştırdığı Filistinliler üzerindeki vahşetini her vesileyle tekrarlıyor.
IŞİD’in, Ortadoğu’nun çok geniş bir alanında sürdürdüğü savaş ve son bir aya damgasını vuran devlet ilanı, İsrail politikaları için oldukça elverişli bir alan yarattı. IŞİD’in 10 Haziran’da başlayan saldırısının, ABD’nin yönlendirmesiyle, Türkiye ve İsrail’in bilgisi dahilinde, KDP ve Sünni örgütlerinin katılımıyla, 1 Haziran günü Amman’da yapılan bir toplantıda kararlaştırıldığı, basında yer almıştı. Bu da IŞİD’in saldırısının İsrail tarafından bilindiğini, İsrail’in buna göre kendi hazırlıklarını yaptığını gösteriyor.
İsrail, Ortadoğu’da geri dönülmez biçimde ortaya çıkan ve belki de uzun yıllar sürecek olan bir savaşı tetikleyen IŞİD harekatını, kendi lehine kullanmayı hedefliyor. Sünni ve Şii taraflar bugün birbirleriyle kıyasıya bir savaşa girişmişken, İsrail bu ortamdan faydalanıyor. Bugüne kadar İsrail saldırılarına karşı Filistin’e her aşamada destek vermiş olan Suriye, İran, Lübnan Hizbullah’ı, Irak Şiileri gibi güçler IŞİD’e karşı kıyasıya bir savaşa girişmişken, İsrail Filistin’i biraz daha ezmeye çalışıyor.
IŞİD’in “topraklarını” genişletme çabası sürerken, İsrail de yeni yerleşimler açmaya, Filistin topraklarını daha fazla işgal etmeye çalışıyor. 1,7 milyon Filistinli’yi Gazze’nin içine sıkıştırmış, etrafını duvarlarla çevirerek girişine kontrol noktaları kurmuş, Gazze’yi gettolaştırmış, oradaki en küçük bir direniş odağını bile yoketmeye girişmiş durumda.
Sözde Filistin’in dostu “Davos kahramanı” Erdoğan, geçtiğimiz aylarda Gazze’ye gideceğini duyurduğu halde gidemedi. ABD tarafından uyarıldı ve Gazze’ye gitmesi durduruldu. İsrail’in Gazze’yi bombalamasına gösterilen tepki ise, Birleşmiş Milletler’i göreve çağırmakla sınırlı kaldı. Zaten AKP hükümeti, en keskin İsrail karşıtı göründüğü dönemlerde bile, İsrail’le ticari ilişkilerini hiç kesmedi. TBMM’de “İsrail’le Dostluk Komisyonu”na en fazla AKP’li milletvekillerinin rağbet ettiği biliniyor. Dolayısıyla Türkiye’nin İsrail karşıtlığı göstermeliktir. ABD’nin politikası dışında bir politik duruş göstermemişlerdir, gösteremezler.
IŞİD Ortadoğu halkları için bir tehdittir
Irak ve Suriye halkları, ABD’nin başlattığı savaş nedeniyle yıllardır tehdit altında yaşıyorlar. Irak’ta 2003 yılında ABD işgali başlamasından bu yana, Suriye’de ise 2011 yılında ABD işbirlikçisi bir muhalefetin örgütlenmesinden bu yana, savaş koşullarında yaşıyorlar. İki tarafta da radikal dinci örgütlenmeler, halkların üzerinde terör estiriyor.
Ortadoğu’daki çatışma Sünni-Şii çatışması gibi gösterilmeye çalışılsa da, gerçekte başta ABD olmak üzere emperyalistlerin paylaşım savaşı hüküm sürüyor. Saflaşmalara bakıldığında, “Sünni-Şii” olarak isimlendirilen ülkelerin sürmekte olan paylaşım savaşının tarafları olduğu görülür. Bir tarafta Sünni ülkeler; Türkiye, Suudi Arabistan, Kuveyt, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri durmaktadır. Cephenin diğer tarafında ise, İran, Suriye, Lübnan Hizbullahı ve Irak Şiileri durmaktadır. Ancak bu ülkeler gerçekte mezheplerine göre değil, ittifak halinde oldukları emperyalistlerin çıkarlarına göre saflaşmaktadırlar.
İran ve müttefikleri Rusya ve Çin ile işbirliği kurarken, Sünni ülkeler açık ABD işbirlikçisidir. Bölünmenin mezhepsel olmadığı öylesine açıktır ki, İsrail de “Sünni ekseni”nin yani ABD işbirlikçisi grubun bir parçasıdır.
Dolayısıyla yaşanan savaşa “mezhepler savaşı” olarak bakılamaz. Bu sadece görüngüdedir, kitleleri kandırmanın bir aracı olarak kullanılmaktadır. Örneğin IŞİD, Sünni kesimin temsilcisi ve İslami değerlerin savunucusu olarak görülmektedir, ama yine Sünni ve dinci olan Hamas, günlerdir İsrail tarafından bombalandığı halde, İsrail’e karşı en küçük bir eylemi sözkonusu değildir. Aksine bugünlerde, yine ağırlığı Sünni olan Kürtlere karşı çok büyük bir saldırı içindedir.
Yaşanan somut durum dahil, ulusal-mezhepsel her savaşın arkasında emperyalizm ve onun çıkarları vardır. Emperyalizmin “böl-parçala-yönet” taktiğinin bir sonucudur. Fakat bu durumu bilerek gözlerden saklamaya çalışırlar. Savaşa kitleleri dahil edebilmek için mezhepsel-ulusal ayrımları ortaya koyar ve bu yöndeki hassasiyetlere oynarlar.
IŞİD gibi bir terör örgütünün, bu kadar kısa sürede bir devlet kuracak kadar büyüyebilmesinin arkasında ABD ve onun bölgedeki işbirlikçilerinin olduğu son derece açıktır. IŞİD lideri Bağdadi’nin Irak’ta ABD’nin gözetimindeki bir hapishaneden 2006 yılında serbest bırakıldığı ortaya çıkmıştır. ABD, daha önce başına milyon dolar ödül koyduğu Bağdadi’yi neden hapisten çıkardığı, ardından gelen Libya ve Suriye savaşlarında ortaya çıkmıştır. IŞİD, dünyanın dört bir yanından topladığı radikal İslamcı gençlerle ABD’nin bölgedeki “vurucu timi” gibi çalışmaktadır.
Yaşasın halkların kardeşliği
Rojava’da Kürt halkının, Gazze’de Filistinlilerin, Ortadoğu’da Sünni ya da Şiilerin üzerinde estirilen terör, emperyalist paylaşım savaşının ürünüdür. Dolayısıyla emperyalizme ve emperyalist savaşa karşı savaşılmadan bu halkların çıkarları korunamaz. Bugün Rojava’da, Gazze’de, Suriye ve Irak’ta emperyalizme karşı direnen halkların yanında yer almalı, onların direnişine destek verilmelidir.
Ezilen halkların kurtuluşunun yolu, ulusal-mezhepsel ayrımları bir kenara iterek, ortak düşmana, emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı mücadeleyi yükseltmekten geçiyor. Çünkü gerçekte halklar kardeştir. Bunun bilinciyle hareket etmelerini önlemek için, ulusal-mezhepsel ayrımlar bizzat sömürgeciler tarafından bulunup çıkarılmakta, özellikle kaşınmakta, birbirlerine düşman hale getirilmektedir. Sadece mezhepsel ayrımlarla da kalmayıp her mezhebi kendi içinde bölmekte, aşiretlere kadar işi uzatmaktadır.
Bölgede sürmekte olan ve ülkemizi de doğrudan etkileyen, hatta Antakya, Antep, Urfa gibi illeri sıcak savaşın içine çeken, Esenyurt’ta Caferilere ait bir caminin bombalanmasıyla İstanbul’a kadar taşınan koşullarda, emperyalizmin ve işbirlikçilerinin karşısına “halkların kardeşliği” şiarıyla dikilmek, direnmek ve savaşmak yaşamsal önemdedir. Son gelişmeler bir kez daha göstermiştir ki, IŞİD gibi ortaçağ kalıntısı bir örgüt, bizzat emperyalistler tarafından beslenip büyütülmektedir. Lenin’in “emperyalizm siyasi gericiliktir” sözü, bir kez daha kanıtlanmış durumdadır. Emperyalizm girdiği her yerde en gerici sınıflara dayanır. Fakat tarihin tekerleği hep ileriye doğru gider. Bunlar, egemenlerin yapay ürünleridir ve insanlığın ileriye doğru gidişinde görülen geçici zikzaklardır. Dünya ölçeğinde genel olarak sosyalizmin prestijinin gerilemesinin sonuçlarıdır aynı zamanda. Sosyalizmin basıncıyla her tür dinci gericilik geriletilmişken, son 20-30 yılda özellikle palazlandırılmıştır. Bu durum bile, insanlığın kurtuluşunun sosyalizmde olduğunu göstermektedir.
Rosa Lüksenburg’un yüz yıl kadar önce söylediği gibi, emperyalist-kapitalist sistemde insanlığın önünde iki seçenek vardır:
“Ya barbarlık içinde yok oluş, ya sosyalizm!”