OHAL kalkmıyor, süreklileşiyor

15 Temmuz darbe girişiminin ardından yürürlüğe sokulan OHAL’i kaldırmak, AKP’nin seçim vaatleri arasındaydı. Çünkü hem kitlelerin OHAL’de simgeleşen AKP uygulamalarına karşı tepkisi patlama noktasına gelmişti; hem de burjuvazinin ve emperyalistlerin bu yöndeki baskıları artmıştı.

Bu koşullarda, OHAL’in kaldırılması artık kaçınılmaz hale gelince, yasal düzenlemesini de yapmak zorunda kaldılar. Ancak bunu da en göstermelik biçimiyle yaptılar. Görünürde OHAL’i kaldırdılar; gerçekte ise OHAL’i “olağan hal”e çevirdiler.

 

OHAL ne getirdi?

20 Temmuz 2016’da ilan edilen OHAL, 7 kez uzatılmıştı. 19 Temmuz 2018’de resmi olarak kaldırıldı.

Yürürlükte olduğu süre boyunca son derece keyfi uygulamalarla yüzbinlerce insanı mağdur etti. İşçi ve emekçilerin, onlarca yıl boyunca kazanılmış ve yasalara işlenmiş hakları gaspedildi. Daha fazla sömürü, daha pervasız bir baskı oluşturmanın yolu açıldı. Burjuva hukukun temel kuralları yerle bir edildi. Kapitalist sistemin temel direğini oluşturan “mülkiyet dokunulmazlığı” bile, ortadan kaldırıldı.

Erdoğan, 15 Temmuz darbesi için “bu Allah’ın bize lütfu” demişti; darbenin bastırılmış olmasını gerçekten de kendi yandaşları için bir fırsata çevirdi, muhalif seslerin susturulması için harekete geçti. Darbeyi planlayan-gerçekleştiren “FETÖ’cüler” (Fetullah Gülen Cemaati nezdinde Amerikan işbirlikçileri) darbe sonrasının saldırı furyasından kısmen etkilendiler elbette; tutuklanan, işini-mülkünü kaybedenler oldu. Ancak asıl saldırı, her zaman olduğu gibi muhalif-demokrat-devrimci kesimlere, işçi ve emekçilere, Kürt halkına yöneldi.

OHAL döneminin bilançosuna bakıldığında, bu durum çok açık biçimde görülüyor zaten.

İki yıllık OHAL döneminde 32 KHK (Kanun Hükmünde Kararname) yayınlandı.

Bu kararnameler ile 135 bin 856 kişi, görevinden ihraç edildi. İçlerinde darbecilerle bağlantılı asker ve polisler de vardı, ancak çoğunluğu KESK ve DİSK üyesi muhalif kamu emekçileriydi.

6 bin 81 akademisyen ihraç edildi. Önemli bir kısmı KESK’e bağlı Eğitim-Sen ve Ses üyesiydiler. 517’si “Barış bildirisi”ne imza atan akademisyenlerdi.

Cemaat bağlantılı özel öğretim kurumlarında 22 bin 474, TMSF’ye devredilen şirketlerde 48 bin 535 çalışan işten çıkartıldı.

3 bin gazeteci işsiz kaldı.

209 gazeteci, 12 milletvekili tutuklandı. Basın özgürlüğü, ifade özgürlüğü gibi en temel yasal hakların kullanımı, tutuklamalara gerekçe yapılmıştı. Yanısıra gazeteciler hakkında, yaptıkları haberlerden dolayı 3 binden fazla soruşturma açıldı.

Kürt kentlerindeki belediyelerin ezici çoğunluğuna (99 belediye) kayyum atandı.

Ankara’daki İnsan Hakları Anıtı 420 gün “tutuklu” kaldı.

7 defa grev ertelendi. Bu grev ertelemelerden 154 bin 767 işçi etkilendi.

70 gazete, 25 radyo, 20 dergi ve 18 televizyon kanalı, bin 156 dernek ve vakıf kapatıldı. Bunların içinde ÇHD, kadın dernekleri, çocuk dernekleri, devrimci gazeteler, muhalif televizyon kanalları vardı. Önemli bir kısmının mal varlığına da el konuldu.

Twit atmak, haber yapmak, yasal bir protesto gösterisine katılmak, yasal bir derneğe üye olmak, yasal bir kitabı okumak, tutuklanma gerekçesi oldu. Her bahaneyle insanlar tutuklandı, hapishaneler doldu taştı, yeni hapishaneler inşa edildi. Ve buralarda tutuklular, aylar boyunca mahkemeye çıkmadan, iddianame hazırlanmadan yatmak zorunda kaldı.

OHAL gerekçesi ile, hiç ilgisi olmayan 150 yasada değişiklik gerçekleştirildi. Bunların arasında İşsizlik Sigortası Yasası’ndan taşeron işçilerin kadro düzenlemesine, Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Yasası’na kadar son derece önemli, ancak OHAL ile ilgisiz konular vardı. Kış lastiği kullanımı ya da televizyonlardaki evlilik programları bile KHK kapsamına alındı.

Öyle ki, 12 Eylül askeri darbesi döneminde bile, bu kadar büyük saldırılar gerçekleşmemişti.

12 Eylül darbesi sonrası, hakkında işlem yapılan öğretmen sayısı 3 bin 854 iken bu rakam OHAL koşullarında 61 bini aştı. OHAL rejiminde görevden alınan subay ve astsubay sayısı 7 bin 267 iken 12 Eylül sonrası bu sayı 2 bin idi. OHAL sonrası ihraç edilen akademisyenlerin sayısı 6 bin 81 iken bu rakam 12 Eylül askeri darbesinde sadece 120. OHAL sonrası 4 bin 560 hâkim-savcı, 12 Eylül sonrasında 47 hâkim ve savcı görevinden alındı. OHAL süresince 209, 12 Eylül darbesi sonrası 31 gazeteci tutuklandı.

OHAL’in ilan edildiği 2 yıllık süreçte her gün 70 kişi tutuklandı, her gün 163 kişi açığa alındı, her gün 180 kişi ihraç edildi, her gün 3 gazeteci işsiz bırakıldı.

Ve bütün bunlar hukuksuz biçimde gerçekleştirildi.

KHK’ların etki ve sonuçlarının OHAL süresini de aşan bir nitelik taşıması, en başta gelen hukuksuzluktu. Parlamentonun tümüyle yok sayılarak ülkenin KHK’larla yönetilmesi bir başka hukuksuzluktu. KHK’ların kapsamının, “OHAL’in ilan edilme amacı” kapsamını aşması hukuksuzluktu.

Ve en çarpıcısı, Anayasa Mahkemesi’nin (AYM), OHAL KHK’larını denetleme yetkisinin olmadığı ileri sürüldü. Ülke kararnamelerle yönetildi, bu kararnamelere karşı hukuksal mücadele yolları tümüyle kapatıldı; AYM gibi, en üst yargı organı bile devreden çıkarıldı. Hükümetin adeta “tek kale maç” oynadığı bir süreç oldu, 2 yıllık OHAL dönemi.

Çok daha pervasız bir saldırının önünü kesen tek unsur, işçi ve emekçilerin direnişleri oldu. OHAL’in baskı ortamına rağmen sayısız grev, direniş ve eylem gerçekleştirildi, devrimci-demokrat kurumların öncülüğünde, çeşitli protesto eylemleri düzenlendi.

 

OHAL 3 yıllığına uzatıldı

OHAL gerçekte “FETÖ ile mücadele” için değil, işçi ve emekçiler üzerinde daha rahat, daha pervasız bir baskı kurabilmek için ilan edilmişti. Erdoğan’ın burjuvaziye her seferinde “OHAL nedeniyle işçi direnişi olmuyor, grev olmuyor, daha fazla kar ediyorsunuz” hatırlatması bu gerçeğin itirafı niteliğindeydi zaten.

Kitlelerin OHAL sürecinin aşırı baskıcı ortamına olan tepkisi artınca ve emperyalist kurumlarla ilişkilerinde sıkışmalar yaşanınca, OHAL’i bitirmek zorunda kaldılar. Ancak bu baskı ortamının sömürü koşulları öylesine “karlı”ydı ki, yerine adı OHAL olmayan, ancak durumu süreklileştiren uygulamaları getirdiler.

“OHAL sonrası güvenlik yasası” olarak hazırlanan yeni yasanın, 3 yıl sonra yürürlükten kalkacağı ileri sürülüyor. OHAL şartlarını sürdüren bu yasa, bu nedenle “OHAL’i 3 yıllığına uzatan KHK” olarak tanımlanıyor.

Bu yasaya göre, kamu emekçilerinin iş güvencesizliği sürdürülecek ve kamu kurumlarından ihraçlar, mahkeme kararı olmadan uygulanmaya devam edecek. Hatta OHAL’de kurumların belirlediği isimler merkezi olarak, Bakanlar Kurulu KHK’sı ile ihraç ediliyordu, yeni yasaya göre kurumlar kendi çalışanlarını daha kolay biçimde ihraç edebilecek. Yani en keyfi, en kişisel durumlar, kişinin meslekten ihracı ve tüm haklarını kaybetmesi için yeterli olacak. Kamudaki ‘iş güvencesi”, amirin iki dudağının arasında olacak.

Valilikler istedikleri kişilerin kente girişini yasaklayabilecek, bu yasak 15 güne kadar uzatılabilecek, bu kişiler kent içindeyse, kentin dışına sürülebilecek. Yani valilik, kentte kimin yaşayabileceğine, kimin gezebileceğine kendisi karar verecek. Burjuva devletin temel kriterlerinden olan “seyahat-ikamet özgürlüğü” valinin keyfine kalacak.

Toplantı Gösteri ve Yürüyüşleri Yasası’nda değişiklik yapılarak, eylemlerde “vatandaşların günlük yaşamını aşırı ve dayanılmaz derecede zorlaştırmama” şartı aranacak. “Vatandaşların yaşamının zorluk derecesi” kim tarafından ve hangi kıstasa göre belirlenecek belli değil.

Gözaltı süresinin 5 günden 12 güne kadar uzatılması da yeni yasanın saldırılarından birisi. Gözaltı süresi 48 saat, toplu gözaltılarda ise 4 gün olacak ve 2 defa uzatılabilecek. Böylece 12 güne kadar çıkabilecek. Anayasaya göre toplu davalarda gözaltı 48 saatle sınırlı iken, OHAL döneminde önce 30 güne çıkarıldı, ardından 14 güne indirildi. Şimdi ise, OHAL kalkmasına rağmen, OHAL dönemine yakın düzeyde gözaltı süresi uygulanacak.

“Üst arama” ile ilgili koşullar da genişletilecek. Sulh Ceza Hakimi’nin kararı ya da askeri komutanın emri üzerine, kişilerin üstü, araçları, özel eşyaları, özel kağıtları, “suç delilleri koruma altına alınacak” şekilde aranabilecek. “Şüpheli”nin yeniden ifadesi alınacaksa, cumhuriyet savcısının emri ile kolluk çağırılabilecek.

OHAL döneminde pasaportlara sınırlama koyma yetkisi, 3 yıl boyunca devam edecek. Soruşturma sürecinde olan kişilerin yanısıra, onların ailelerinin pasaportlarına sınırlama koyma yetkisi de devam edecek.

MİT tam koruma altında olacak. MİT, 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Yasası dışında bırakılacak.

 

Direnmekten başka yol yok

Tüm bu şartlar, OHAL’in kaldırılmadığını, süreklileşeceğini gösteriyor. OHAL döneminde hukuk ve adalet gibi kavramlar yerle bir edilmiş, işleyiş devlet yetkililerinin keyfiyetine bağlı hale getirilmişti. Şimdi ise, keyfiyet hukuk haline getiriliyor. En pervasız saldırıların, hak gasplarının yasal statüsü oluşturuluyor.

AKP iki yıl boyunca OHAL rejimiyle bu saldırıları gerçekleştirirken, parlamentodaki muhalefet partileri buna karşı yeterince mücadele etmediler. Keza sendika konfederasyonlarının ve kitle örgütlerinin mücadelesi de son derece sınırlı kaldı.

Oysa OHAL’in ilan edildiği ilk günlerde mücadeleyi yükseltmek, bütün bu süreci baştan durdurabilirdi. Bir darbe girişimi başarısızlıkla sonuçlanmıştı ve hem AKP’nin, hem de yönetme mekanizmasının temellerinde önemli bir sarsıntı sözkonusuydu. Dengeler yerine oturmadan önce, yükseltilecek mücadelenin kazanımları da yüksek olabilirdi.

Şimdi 2 yıl hak gaspları konusunda çok büyük bir yol almış durumdalar. Ancak kitlelerin de bu yönetme tarzına tepkisi, öfkesi, kurtulma isteği had safhaya çıkmış durumda. Seçim sonuçlarını bilgisayar hesaplarına bağlı olarak açıkladılar; ancak gerçek oy tablosunun çok farklı olduğunu AKP de, muhalefet partileri de gayet iyi biliyor. Elbette burjuvazi de çok iyi biliyor.

Bir taraftan Erdoğan’ın giderek baskıcılaşan yönetme ve kuşatma süreci, diğer taraftan ekonomik krizin daha geniş kesimleri etkisi altına alması, kitlelerin patlama dinamiklerini güçlendiriyor.

Yönetenler OHAL’siz yönetemez durumda oldukları için süreklileşmiş bir OHAL rejimi kuruyor, yönetilenler ise, iki yıl süren OHAL’e tepkili iken, şimdi sürekli OHAL altında yaşamakla karşı karşıyalar.

Elbette bu durum uzun süre devam edemez. Sandık hileleri ve teslim alınmış muhalefet ile yapabilecekleri bir yere kadardır. Tayin edici olan, üretim alanlarında ve sokaklarda verilecek mücadele olacaktır.

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …