Ekonomik krizin en çarpıcı görüntülerinden birisi de konkordato ilan eden şirketler oldu. En ünlü markalar, peşpeşe konkordato ilan etmeye başladı. Kundura, market, enerji, tekstil, kuyum vb. hemen her sektörden şirketler konkordato ilan ediyorlar. İnşaat şirketleri ise, başı çekiyor; konkordato ilan eden şirketlerin yüzde 75’ini inşaat sektöründen şirketler oluşturuyor.
Son 3 ay içinde, konkordato ilan eden şirketlerin sayısı 3 bini aştı. 2018 sonuna kadar bu sayının 7 bine çıkması bekleniyor.
Ancak bu kadar yoğun bir konkordato ilanı, şaibeleri de içinde barındırıyor. Şirketlerden bazıları elbette gerçekten iflas noktasına geldikleri için konkordato ilan ediyorlar. Fakat listede yer alanların önemli bir bölümü için, yasalar yeni bir kar alanı açmış gibi görünüyor. Ve konkordato uygulamasını, kriz dönemini fırsata çevirmek, bu zorlu dönemde karlarını artırmak için kullanıyorlar.
Konkordato nedir
Konkordato, tarihte “papalık makamı ile başka hükümetler arasında yapılan anlaşmalar” için kullanılan bir kavramdır.
Günümüzde ise, “iflas anlaşması” olarak kullanılmaktadır. İflas aşamasına gelmiş şirketlerin, alacaklıları ile anlaşmalı biçimde, borçları için bir ödeme planı hazırlamaları anlamına gelmektedir. Ticaret mahkemesinin onayladığı bu anlaşmada, alacaklılar, alacaklarının belli bir bölümünden feragat eder ya da vadesi gelmiş borçların vadesini uzatabilirler. Bu aşamada, mahkemenin atadığı bir “konkordato komiseri” şirketin yönetimini devralır ve süreci yönetir. Süreç boyunca alacaklıların “haciz” ve “icra” gibi yollara başvurması engellenir.
Yakın bir zamana kadar uygulanan “iflas erteleme”den bazı farkları var. İflas ertelemede borçlar 4 yıla kadar ertelenebiliyor; konkordatoda ise 3 ay sınırı konulmuş durumda, ertelemelerle 23 aya kadar çıkabiliyor. Üstelik, iflas ertelemede alacaklılar firmadan para talep edemiyor; konkordatoda ise, belli bir vade içinde borçların ödenmesi planı yapılıyor.
OHAL dönemi uygulaması
OHAL döneminde, 31 Temmuz 2016’da yayınlanan kararname ile “iflas erteleme” uygulaması yasaklandı, onun yerine “konkordato” uygulaması yürürlüğe kondu.
Teknik olarak birbirine çok benzeyen “iflas erteleme” yerine “konkordato” getirilmesinin sebebi elbette ki siyasiydi. “FETÖ ile mücadele” adı verilen sürecin, mali boyutunu kontrol altına alma çabası olarak ileri sürüldü.
FETÖ’nün mali ayağındaki şirketler, borçlarını ödemek istemedikleri durumda, FETÖ ile bağlantısı olan hakimler aracılığı ile hukuka aykırı biçimde iflas erteleme kararı çıkartabiliyordu. Böylece iflas için şartlar oluşmamış olmasına rağmen, alacaklıların haciz uygulamasını önlemiş oluyorlardı. Ardından mal varlıklarını kaçırabiliyor, şirket kasasını boşaltabiliyorlardı. 15 Temmuz sonrasında, FETÖ’cü olduğu ileri sürülen şirketlerin mal varlıklarına el koyma, kayyum atama uygulaması başladığında, şirketler çok daha yoğun ve hızlı biçimde iflas ertelemeyi kullanacaklardı.
Elbette hükümet bu durumu 15 Temmuz öncesinde de gayet iyi biliyordu. Öyle ki, darbe sonrasının onca yoğun siyasi çalkantısı içinde ilk işlerden birisi bu olmuş, sadece 15 gün içinde, iflas ertelemeyi yasaklayan KHK’yı çıkarmışlar.
Yerine getirilen konkordatoda ise, devlet iflas sürecine çok daha fazla ve çok daha yakından müdahil oluyor. Borçlu şirket devlete başvuruyor, mahkeme onun durumunu değerlendiriyor ve en büyük alacaklısının onayı ile (iflas ertelemede alacaklının değil borçlunun talepleri dikkate alınıyor) konkordato süreci başlıyor. Üstelik, doğrudan mahkemenin atadığı “konkordato komiseri” şirketin başına geçerek süreci yönetiyor. Komiser, bu süreçte geriye dönük mali kayıtları da titizlikle inceliyor ve şirketlerin, konkordato öncesinde ya da sonrasında mal varlığını kaçırması, kasayı boşaltması olanağını sınırlandırıyor. Çünkü konkordato ilanından sonra borçlu şirket, mallarını rehin edemez, satamaz, taşınmaz mallar üzerindeki mülkiyet hakkını kısıtlayıcı haklar oluşturamaz, mallarını bağışlayamaz.
İşçi alacakları da erteleniyor
Yasalara göre, iflas eden bir şirkette işçi alacakları önceliklidir. İşçiler, alacakları için icra yoluna başvurabili r, alacağını tahsil etmek için mahkeme süreçlerini kullanabilir.
Konkordato ise, işçi alacaklarındaki önceliği ortadan kaldırıyor.
Konkordato ilan eden şirket aleyhine vergi, harç, sosyal güvenlik primi dahil olmak üzere, kamu ya da özel kişi alacakları için takip yapılamıyor. Daha önce başlamış takipler de durduruluyor. Yasaya göre, bunun tek istisnası “son bir yıla ait” işçi alacakları ile nafaka alacakları. Bu iki alacak için haciz yapılabiliyor. Uygulamada ise, banka alacakları en ön sırada yer alıyor. Çünkü yasa, “rehinli alacaklar”ın ilk sırada olmasını öngörüyor. Bankalar, kullandırdıkları krediler karşılığında rehin aldıkları için, “rehinli alacak”ın tek muhatabı. Ve banka alacağını aldıktan sonra, geriye tahsil edecek bir şey kalmıyor.
İşçiler bu durumda her koşulda zarar görüyorlar. İşçilerin yatırılmamış sigorta primleri ile bir yıldan önceki alacakları zaten konkordato sürecinde öncelik taşımıyor; işçi buradan mağdur oluyor. Güncel alacakları ise, bankanın arkasına ertelendiği için fiilen tahsil edilemiyor.
Konkordato mağduru işçiler
Dünyaca ünlü markaların, devasa karlar kazanan şirketlerin konkordato ilan etmesi, tartışmalı bir durum yaratıyor. Mesela Türkiye’nin en büyük 500 şirketi arasında yer alan Yörsan konkordato kararı alıyor. Keza işçileri aylardır direnişte olan Makro Market de bu kervana katılıyor.
Kar rekorları kıran şirketlerin bazıları gerçekten ekonomik krizden etkilenmiş olabilir. Çünkü tekeller, döviz cinsinden borçlanarak üretimi sürdürüyor, borçlanarak büyüyorlar. Kurdaki artış, şirketlerin borçlarını iki katına çıkartıyor; diğer taraftan faizdeki artış üretimdeki paranın faize kaçmasına neden oluyor. Bu durumda ortaya çıkan ödeme zorluğu, birçok şirketin krize girmesine yol açıyor.
Diğer taraftan birçok şirket, krizden etkilenmediği halde etkilenmiş gibi konumlanıyor ve konkordato ilan ediyor. Daha açıkçası krizi, kendi karı için fırsata çeviriyor. Çünkü konkordato ilan ettiği anda, satış süreci ve kar devam ediyor, borç ödemesi duruyor ya da yavaşlıyor.
Böylece hem zaman kazanmış hem de parasını korumuş oluyor. İşçiler üretmeye devam ediyor, ancak işçilerin ücretlerini-tazminatlarını-SGK primlerini ödeme zorunluluğu kalkıyor. Patron elindeki nakiti faize ya da dövize yatırarak ayrıca kar ediyor.
Sonuçta, konkordato ilanlarından zararlı çıkan işçiler oluyor. Konkordato ilan eden bir patrondan işçinin alacağını tahsil edebilmesi, bu sistem içinde neredeyse olanaksız. Çalıştığı şirketin borçları erteleniyor; ama işçinin kredi kartı ödemeleri, ev kirası ya da faturaları ertelenmiyor. Ve işçi, hızla borç batağının içine sürükleniyor.
* * *
Ekonomik krizden doğrudan işçiler etkileniyor. Emekliler ve genel olarak ücretli çalışanlar ise, dolaylı da olsa krizden en fazla etkilenenler arasında. Onlar ek iş yapma, daha kalitesiz ve tehlikeli gıda ürünlerine yönelme, sağlık hizmetlerine erişimin zorlaşması gibi sorunlarla karşı karşıya.
İthal edilen gıda maddelerinin fiyatları hızla yükseliyor. Ekim ayında tüketici enflasyonu, resmi rakamlarla yüzde 25’e dayandı. Fabrikalardan işçi çıkarma, vardiya erteleme, üretime ara verme, ücretsiz izin haberleri peşpeşe geliyor. İşten çıkarılmayan işçiler ise daha ağır koşullarda, daha düşük ücretle çalışmaya zorlanıyor.
İşçilerin yaşam ve çalışma haklarına dönük ağır saldırılar sökün etmeye başladı. Mesela İşsizlik Sigortası Fonu’nda 18 yılda 124 milyar TL birikmiş. Salt 2017 yılı geliri bile 26 milyar TL’yi aşmış durumda. Bu fondan işsizlere giden paranın miktarı ise, toplamda sadece 5 milyar TL. Kalan para patronlara peşkeş çekilmiş.
Devlet her yönüyle patronları koruma altına almak, patronların krizden etkilenmesini engellemek için uğraşıyor, gereken yasal düzenlemeleri yapıyor. Konkordato ilanları da bunun bir parçası.
İşçi sınıfının da kendisini korumak için harekete geçmesi, hakları için mücadele etmesi gerekiyor.