Son haftalarda AKP Hükümeti’nin batılı emperyalistlerle ilişkileri bir “bahar” havasında ilerliyor. ABD’den AB’ye birçok ülkenin başkanı, Erdoğan’la ilişkilerine dair olumlu açıklamalar yapıyor; “düşman çatlatan” fotoğraflar veriyorlar.
Ortaya çıkan tabloya kısaca bakalım: Ekim ayının son günlerinde, Rusya, Almanya, Fransa ve Türkiye, bir zirve gerçekleştirerek Suriye’nin geleceğini konuştular. Bu kadar önemli bir zirve İstanbul’da düzenlendi.
Hemen ardından, Kasım ayının ilk günlerinde Erdoğan Almanya’ya bir ziyaret gerçekleştirdi, Merkel ile görüştü.
ABD ile Türkiye, Menbiç’te “ortak devriye” düzenlemeye başladılar. Arkasından ABD, PKK liderleri Cemil Bayık, Duran Kalkan ve Murat Karayılan için, tam da Amerikan tarzına uygun biçimde “başına ödül koyarak” arama kararı çıkarttı.
Son olarak Erdoğan, 11 Kasım günü Fransa’da, I. Emperyalist Savaş’ın bitirilmesinin yıldönümü kutlamalarında, başta Trump olmak üzere çeşitli ülkelerin liderleriyle çok samimi fotoğraflar verdi.
Bu arada İran’a büyük ambargonun başlamasına rağmen, ABD tarafından Türkiye’nin bu ambargodan muaf tutulduğunun açıklanması da son derece önemli bir gelişmeydi.
Emperyalistlerin böylesine “destek” veriyor göründüğü bir ortamda, Erdoğan da hedefi büyüttü. Bugüne kadar “Fırat’ın Batısı” ile sınırladığı hedeflerini “Fırat’ın doğusu”na taşıyıverdi. Hem söylemde Kobane ve genel olarak Rojava’ya ilişkin saldırganlığını artırdı; hem de Ekim sonlarında (İstanbul’daki dörtlü zirveden hemen sonra) Kobane ve Tel Abyad’a bombardıman gerçekleştirdi. Ayrıca Deyr-ez Zor’a düzenlenen IŞİD saldırılarını da destekledi. İdlib’de ve Afrin’de kalıcılaşma, Menbiç’te ABD ile beraber hareket etme taleplerini de tekrar masaya sürdü.
Suriye savaşı belirliyor
Aslında emperyalistlerin bu tutumunu Suriye savaşı belirliyor. Savaşın her aşamasında, kartlar yeniden karılıyor; ittifaklar yeniden şekilleniyor; ilişkiler bozuluyor ya da güçleniyor. Bugün Türkiye ile kurulmaya çalışılan ilişkilerin nedeni budur.
Suriye savaşının rotasını değiştiren ve Esad’ın savaşı kazanmasını sağlayan İran, Rusya ve Çin, artık Suriye’de “barış ve yeniden inşa süreci”nin başlamasını istiyorlar. İdlib’in temizlenmesi, PYD’nin Suriye bütünlüğüne tabi olacağı bir statünün oluşturulması, Suriye anayasasının hazırlanması gibi adımlar, bu ülkelerin ortak hedefi. Çünkü savaşı kazandılar, artık Suriye pazarından para kazanmak istiyorlar.
Bu hedef, özellikle Çin açısından çok önemli. Dünyanın asıl merkezini oluşturan Asya-Avrupa-Afrika kıtalarını baştan aşağıya demir-deniz-karayollarıyla donatmak; kıtanın her bir köşesine ihracat yapmak, her bir ülkenin hammadde kaynaklarına ulaşmak istiyor. “Yeni İpekyolu Projesi” ya da “Kuşak ve Yol Projesi” adı verdiği bu politika, Çin’in dünya hegemonyasını inşasının temel direğini oluşturuyor. Ve bu projenin en önemli ayağı, İran-Irak-Suriye hattı üzerinden Akdeniz’e ulaşan güzergah. Çin açısından en önemli hedef, savaşın hızla bitmesi, Suriye bütününde istikrarın sağlanması ve Çin mallarının bu hattın üzerinde akmaya başlaması.
ABD’nin tek hedefi ise savaşın sürmesidir. Rusya-İran-Çin ittifakının kazanmasıyla savaşın bitmesi, ABD’nin bölge hegemonyasına bir darbe anlamına gelecektir. Suriye, Ortadoğu petrollerinin Akdeniz’e açıldığı en önemli kapıdır; her şeyden önce bu kapıyı kaybetmiş olacaktır. ABD’nin bölgedeki en önemli güvencelerinden biri olan Kürt bölgesi (Suriye ve Irak bölgeleri dahil), ABD’ye bağımlı kalsa bile, denize kapısının olmaması önemli bir dezavantajıdır.
Ve Suriye’nin kaybedilmesi, ABD açısından Irak’ın da kaybedilmesi anlamına gelmektedir. IŞİD’e karşı savaş, Suriye ile Irak’ın siyasi-ekonomik-askeri hattının önemli ölçüde ortaklaşmasını getirmiştir.
Ancak ABD’nin kaybı bunlarla sınırlı kalmayacaktır. ABD’nin tarihsel olarak en önemli güvenceleri olan Körfez ülkelerinde (başta Suudi Arabistan olmak üzere), hegemonyası da zayıflayacaktır. Bölge ülkeleri, Suriye savaşını kaybeden bir ABD’nin, gelecekte kendilerini koruyamayacağını düşüneceklerdir. Şu durumda bile, bu ülkelerle ilişkilerde sallantılar ortaya çıkmıştır. Katar’ın İran ve Çin ile ilişki kurması; Kuveyt’in, Suudi Arabistan’ın muhalefetine rağmen Türkiye ile geçtiğimiz Ekim ayında önemli bir askeri anlaşma imzalaması; Suudi Arabistan ile ABD arasında, onyıllardır dünya ekonomisinin temelini oluşturan “petro-dolar sistemi”nin tartışmaya açılması (ABD Suudi Arabistan’ı korumak için daha çok para istedi, Suudi Arabistan da rest çekti) gibi unsurlar, ABD’nin güç kaybettiğini su yüzüne vuran örneklerdir.
AB’li emperyalistlerin de savaşa ilişkin kendi çıkarları-planları sözkonusudur. Almanya’nın önceliği, göçmen akının Türkiye’de durdurulması ve hatta göçmenlerin Suriye’ye geri dönmeleridir.
Yanısıra, Almanya ve Fransa İdlib’de oluşan statüden memnundur. Buradaki cihatçıların dağıtılmaması işlerine gelmektedir. Keza Suriye’den parsa kapmak, Suriye’nin geleceğinde söz (ve pazar) sahibi olmak da iki ülkenin önemli hedefleri arasındadır.
* * *
Bugün Türkiye ile kurulan ilişkilerin temelinde, Suriye savaşına ilişkin bu hesaplar yatmaktadır. Emperyalistlerin tümü, kendi hesaplarında Türkiye’ye yanında görmek istiyor. Özellikle ABD için, Kürt hareketi ile kurduğu ilişki, bölge hesapları açısından son derece yetersiz kalıyor. İran’a karşı yaptırımların etkili olması da, Suriye savaşında gücünü artırmanın yolu da, Türkiye ile ilişkiyi zorunlu kılıyor.
Son dönemde ABD’nin, Türkiye’nin istediği adımları atması, ya da atıyor görünmesinin altında yatan budur. Türkiye ise, İdlib ve Cerablus’u elinde tutabilmenin, Kürt hareketini etkisizleştirmenin yolunu ABD’de bulmaktadır. Bu nedenle iki ülke arasında bir “bahar havası” esmektedir.
Ancak Suriye savaşı, sözkonusu ülkelerin hesaplarının çok ötesinde handikaplar taşıyor. Türkiye ile kurulan ilişkiye karşılık PYD’nin ne yapacağı, Rusya’nın buna nasıl karşılık vereceği, İran’a yaptırımlardan bazı ülkelerin muaf tutulmasının İran’ı nasıl güçlendireceği gibi unsurlar, henüz belirsizliğini korumaktadır. Bu yüzden, görünen “bahar havası” geçicidir, yanıltıcıdır.