Venezuela’da ABD darbesi girişimi

ABD emperyalizmi, Venezuela’yı bir kere daha karıştırmak için harekete geçti. 1998’den bu yana 7. darbe girişimi oldu bu.

Maduro yönetimi ise buna karşı sert bir tutum aldı. Hükümeti destekleyenler sokaklara döküldü, muhalefet yanlıları ile çatışmalar yaşandı. Ordu Maduro yönetiminin yanında olduğunu açıkladı. Darbenin başarılı olup olmayacağı henüz belli değil.

 

ABD destekli muhalefet

Muhalefet lideri Juan Guaido 23 Ocak günü bir miting düzenledi ve kendisini “geçici devlet başkanı” ilan etti. Guaido’nun başkanlık ilanı, emperyalistler nezdinde safları hızla netleştirdi. ABD, Kanada, Almanya, Fransa gibi emperyalist ülkeler ve onlara bağımlı devletler, Guaido’ya destek açıklaması yaptılar ve başkanlık ilanını tanıdıklarını açıkladılar. AB ülkeleri, Venezuela’da 8 gün içinde seçim yapma çağrısında bulunduklarını, seçim yapılmadığı koşulda Guaido’yu yeni başkan olarak tanıyacaklarını duyurdular.

Rusya, Çin gibi emperyalist ülkeler ve onlara bağımlı ülkeler ise, Maduro’nın yanında saf tuttular ve bu ABD darbesini protesto ettiler.

Ardından Maduro, ABD ile diplomatik ilişkileri kestiğini açıkladı, ABD vatandaşlarına ülkeyi terk etmeleri için 72 saat süre tanıdı.

Rusya başta olmak üzere birçok ülke, ABD’nin bir askeri müdahaleye girişmemesi konusunda uyarıda bulundu. Bu arada Rusya’nın, Aralık 2018’de nükleer bomba yüklü iki askeri uçağını Venezuela’ya gönderdiği ortaya çıktı.

 

“Bolivarcı” dönemin sorunları

Venezuela’daki Bolivarcı yönetimin eksiklikleri ve hataları elbette vardı. Ancak ABD emperyalizmine meydan okumuş, kendisi “sosyalist” olmasa bile “sosyalizm” söylemini yükseltmiş, Latin Amerika’da halkçı yönetimlerin başa gelmesinde önaçan bir rol oynamıştı.

Venezuela, ABD’nin “arka bahçesi” olarak tanımlanmış olan Latin Amerika ülkeleri içinde, ABD güdümünden ilk kopan ülkelerden biriydi. 1998 yılında başa gelen Chavez, “Bolivarcı Devrim” sloganıyla kitlelerin desteğini ve sempatisini kazanmıştı.

Türkiye’de bazı reformist yapılar, Chavez yönetimini ve sloganlarını coşkuyla karşılamış, onun “sosyalist” olduğunu ileri sürmüşlerdi. Oysa Chavez “sosyalist” değildi, yaptığı da “devrim” değildi. Emperyalist-kapitalist sistemin içinde yer alan bir ülkede, halkçı politikalar izleyen “Bolivarcı” bir yönetim kurmuştu; bu yanıyla ilericiydi.

Venezuela’nın en önemli “meta”sı petroldür. Dünyanın en büyük petrol rezervleri Venezuela’dadır; öyle ki, rezervleri Suudi Arabistan’ın rezervlerinden bile daha fazladır. Chavez bu durumu, iktidarının dayanağı haline getirdi. Başa geçtikten kısa bir süre sonra petrol ve enerjiyi kamulaştırdı. Chavez’den önce petrolün yüzde 95’ini ABD’ye satan Venezuela, Chavez döneminde Çin başta olmak üzere başka ülkelere petrol satmaya başladı. Kamulaştırmalar ve ABD’ye dönük petrol ihracatının azalması, ABD’nin ekonomik çıkarlarına ciddi anlamda zarar verdi. ABD toplamda beş defa Chavez hükümetine darbe yapmak istedi; Chavez hepsini de püskürtmeyi başardı.

Chavez döneminde, halkın refah düzeyini artıran önemli adımlar atıldı. Ancak bu adımlar, gerçek bir ekonomik kalkınma anlamına gelmiyordu. Ülkede petrol dışında herhangi bir üretim yoktu, sanayi yoktu. Ülkenin devasa petrol gelirleri, halkı ekonomik olarak desteklemek için kullanılıyordu. Sosyal yardımlar çok yaygın ve gelişkindi. İhtiyaç sahiplerine bedava buzdolabı, televizyon dağıtmaya kadar uzanan, sosyal konutlar inşa eden büyük bir ağ vardı. Yoksul mahallelere ücretsiz sağlık, eğitim hizmetleri taşınıyor, aşevleri açılıyordu.

Ve bütün bu politikalar, Çin’in ekonomik, Rusya’nın ekonomik-askeri desteği ile yürütülüyordu. Bu yöntem, kitlelerin yaşamında bir düzelme oluştursa da, gerçekte üretimden uzaklaştıran ve devletin “sadaka”sıyla yetinen bir hale getirdi. Bu tarz, rantiyeciliği, lümpenliği, aylaklığı pekiştirdi; başkent Caracas, dünyanın suç oranı en yüksek kentlerinden biri haline geldi.

Üstelik kitlelerin üretim ve eğitimle dönüştürülmesi de sağlanmadığı için, günlük çıkarlar ve ABD karşıtlığı temelinde birarada tutulan bir yığına dönüştürüldü. Bu nedenle, Chavez’in başta olduğu dönem boyunca, ABD muhalefeti de varlığını koruyacak bir ortam buldu. Belli meslek gruplarının Chavez yönetimine karşı grevler, protestolar örgütlemesi, istisnai değildi.

Chavez’in 2013 yılında kanserden öl(dürül)mesinin ardından, yerine gelen Maduro dönemi ise, sorunların büyüyüp derinleştiği bir dönem oldu. 2014 yılından itibaren ABD, Venezuela’ya dönük saldırılarını artırdı.

 

Ekonomik kuşatma halkı yoksullaştırdı

İlk olarak Venezuela’ya dönük ambargo kararlarını hayata geçirdi. Ambargolar, ülkenin ekonomik düzeyini hızla aşağıya çekti. Bir çok gıda maddesinde kıtlık ortaya çıktı. İlaç yokluğu nedeniyle çocuk ölümleri hızla tırmandı. Hiper-enflasyon başladı, enflasyon yüzde binlerle ifade edilir hale geldi. 2,5 milyon Venezuelalı, ekonomik nedenlerle komşu ülkelere göçetmek, oralarda yeni bir yaşam kurmak zorunda kaldı. ABD emperyalizmi, Venezuela’yı ekonomik açıdan boğarak ele geçirmek istiyordu.

Ambargolar ülkenin petrol gelirini azaltıp, sosyal yardımlar kesilmeye başlayınca, kitlelerin yönetime olan tepkileri de yükseldi. Ülkede ciddi bir yönetme sorunu vardı. Maduro yönetimi, bu eksikliği bir taraftan anti-Amerikancı söylemlerle, diğer taraftan Amerikancı muhalefete karşı siyasi baskılarla gidermeye çalıştı.

2015’te yapılan meclis seçimlerinde muhalefet, seçim hilesi ile çoğunluğu ele geçirdi. Maduro yönetimi ise, meclisi bloke edecek kararlar aldı ve yeni bir “kurucu meclis” çağrısı yaptı. Meclisin muhalefette, yüksek yargının ise Maduro yönetiminde olduğu “ikili yönetim” ortaya çıktı. Keza Maduro’nun partisi PSUV (Venezuela Birleşik Sosyalist Partisi) belediyeleri elinde tutuyor, bu da önemli bir iktidar gücü sağlıyordu.

İktidar savaşları tırmanırken, halkın yaşam koşulları günbegün kötüleşti. 2016 yılı, Venezuela’nın market yağmaları, karaborsa kuyrukları ve yoksulluğu protesto eylemleri ile dünya basınında yer aldığı bir yıl oldu. Bu ortamdan faydalanmak isteyen Amerikancı muhalefet, Ağustos 2017’de bir darbe girişiminde bulundu. Maduro yönetimi bu darbe girişimini bastırdı.

2018 Mayısı’nda Venezuela’da yapılan seçimleri muhalefet boykot etmişti. Venezuela halkının seçimlere katılımı da yüzde 46 düzeyinde kalmıştı. Seçim sonrasında Maduro zaferini ilan etti. Ocak 2019’da ise muhalefet lideri Juan Guaido, işlevsizleşmiş haldeki meclisin başkanlığına seçildi. Ve ABD’nin düğmeye basmasıyla birlikte,  “başkanlık” ilanı için harekete geçti.

* * *

Venezuela, Çin emperyalizminin ABD’nin “arka bahçesi”nden ilk kopardığı ülkelerden birisiydi. “Sosyalizm” söylemleriyle dünya halklarının sempatisini kazanmış, Çin’in ekonomik desteği ile ülkenin refah düzeyini artırmayı başarmıştı. Chavez’in ölümünden sonra bu politikaları sürdürmek daha zor hale geldi.

Bugün ABD’nin ağır bir saldırısının altında. Elbette ABD emperyalizminin Venezuela halkına vereceği hiçbir şey yok! Ne “demokrasi götürüyoruz” söylemleri, ne ekonomik refah vaatleri, Amerikan darbelerinin vahşi yüzünü gizlemeye yetmez. Sadece Latin Amerika’daki darbeler tarihine bakmak bile, tabloyu ortaya serer. Bunu iyi bilen Venezuela halkı, ABD darbesine karşı Maduro hükümetinin yanında yer aldı, ABD darbesine direndi.

Bu koşullarda Maduro hükümetinin yanlış ekonomi politikalarını, yönetme başarısızlıklarını öne çıkarmak; buradan hareketle ABD yanlısı muhalefete haklılık ve meşruiyet sağlamak, asla kabul edilemez.

Önce bu darbeyi lanetlemek ve bertaraf edilmesinden yana olmak gerekir. ABD’nin başarısızlığı, sadece Venezuela’nın değil, dünya halklarının kazanımı olacaktır çünkü.

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …