Yine bir seçim süreci ve yine bir dizi hile, usulsüzlük, entrika…
Muhalefet partilerinin sadece teşhirle, yakınma ile yetinmeleri… Yapılan her şeyi sindirmeleri, kabullenmeleri… Buna rağmen halkı ısrarla “sandığa sahip çıkmaya” çağırmaları, altıboş “bu sefer kazanacağız” yalanlarıyla umut tacirliğini sürdürmeleri…
Hemen her yıl tekrarlanan bu oyundan bıkmadık mı artık?
Hacivat-Karagöz benzeri liderlerin söz düellosundan gına gelmedi mi?
Bu kayıkçı dövüşüne, bu sahte demokrasicilik oyununa daha ne kadar alet olacağız? Bu oyunda bize düşen figüranlığı daha ne kadar kabul edeceğiz?
Bizi koyun yerine koyup “tıpış tıpış gideceksiniz” diyenlere, koyun sürüsü olmadığımızı ne zaman göstereceğiz? Bunun için daha kaç kez aldatılmamız, hayal kırıklığı yaşamamız gerekiyor?
Her seçim sonrası “bir daha sandığa asla gitmem” deyip, sonraki seçimlerde “ama bu kez…” diyerek, kendi kendimizi aldatmaya ne zaman son vereceğiz? Her seçimde yeniden umutlanmaktan ne zaman vazgeçeceğiz? Bunun için daha ne olması gerekiyor?
Kısa hatırlatma
Öncesi bir yana 7 Haziran 2015 seçimlerinden itibaren göz göre göre yapılan hileler, entrikalar var.
Haziran direnişinden sonra gerçekleşen o seçimlerde, AKP tek başına hükümet olma gücünü yitirmişti. Sonuçları beğenmeyen Erdoğan, “yeniden seçim” diyerek 5 Kasım seçimlerini dayattı.
Muhalefet partileri, “böyle şey olur mu” demeden, 5 ay sonraki seçime harıl harıl hazırlandılar ve 7 Haziran’dan daha fazla kitleyi sandığa götürdüler. Bu süre içinde Ankara’nın göbeğinde cihatçı çeteler eliyle büyük bir katliam gerçekleştirildi. Kürt kentleri yerle bir edildi.
“Bu koşullar altında seçimlere gidilmez” demediler ve AKP yeniden kazandı. “Biz de bu sonuçları tanımıyoruz” demediler. HDP için seçim barajını aşmak “başarı”ydı! CHP için yüzde 25 oranı koruyarak “anamuhalefet” olmak yeterliydi!
2017 yılında yapılan anayasa referandumu, OHAL koşullarında gerçekleşti. Öncesinde “OHAL altında seçim yapılamaz” diyenler, sonra bu sözlerini unuttular. Yine koşa koşa sandığa gittiler. YSK, mühürsüz oyları geçerli saymak gibi, bir seçimin olmazsa olmaz kuralını çiğnedi. Buna karşı bile hiçbir şey yapmadılar. Erdoğan, “atı alan Üsküdar’ı geçti” diyerek, yaptıkları hileyi alenen kabul etti, fakat muhalefet, bu şekilde yapılan anayasa değişikliğini kabullendi.
Son olarak cumhurbaşkanı seçimlerinde resmi haber ajansı Anadolu Ajansı (AA), seçim tarihinden üç gün önce sonuçları açıkladı. Sandıktaki oyları sayma gereği bile duymadan, her şeyi bilgisayar oyunu ile hallettiler. Dahası, kameralar önünde oy pusulalarına mühür basıp atan görevliler, müşahitlerin karga-tulumba sandıklardan uzaklaştırılması, dayak yiyenler, canlarını zor kurtaranlar vb. her yolu mubah saydılar. Sonrasında “kutlama” adı altında çeteleri sokağa salıp muhalif kitleye gözdağı verdiler.
Seçime hile karıştığı durumda YSK’nın önüne 50 bin kişilik avukatlar ordusunu yığacağını söyleyen Muharrem İnce’den, “beni oradan jiletle kazıyamazlar” diyen Meral Akşener’e, muhalif adayların hiçbiri seçim akşamı ortada görünmedi. “Adam kazandı” mesajıyla seçimleri meşrulaştırdılar ve günler sonra “hile yaptılar ama sonuçları değiştirmezdi” diyerek, hem gerçekleri çarpıttılar, hem de hileli seçime göz yumduklarını itiraf ettiler. Bu kadar arsız, vurdumduymazdılar.
Sonrasında Bilgisayar Mühendisleri Odası, YSK’daki ıslak imzalı tutanaklarla resmi seçim sonuçları arasında yüzde 20 oranında kayma olduğunu saptadığı halde, hiçbir girişimde bulunmadılar. Keza kendilerinin yaptırdıkları araştırma sonuçlarını kamuoyundan gizlediler.
Kısacası muhalefet partileri bugüne dek AKP’yi ve seçimleri “meşrulaştırma makinesi” gibi bir işlevi yerine getirdi.
Şimdi bu muhalefetten farklı bir tavır beklemek akıl karı mı? Bu partiler mi değişti, hükümet mi? Hükümet tam gaz seçim hilelerini sürdürüyor. Muhalefet ise, “anayasaya aykırı” dediği şeyleri kabulleniyor. Yani eski tas eski hamam…
Değişmesi gereken asıl unsur BİZİZ! Ancak BİZ değişirsek, partiler, seçimler, hükümetler, hatta rejimler, sistemler değişir!
AKP’nin yeni atraksiyonları
AKP her seçim dönemi yeni atraksiyonlar yapıyor. Seçim yasasında değişiklikler, hilelerde yeni yöntemler, yeni ayak oyunlarıyla bir öncekini aşıyor ve giderek daha pervasızlaşıyor.
Bu seçimlere de böyle başladı. YSK üyelerinin görev süresi bittiği halde uzattılar. Erdoğan’ın seçim yasağından muaf olacağı, yine YSK kararıyla yasalaştı. Herhangi bir memur, aday olduğunda istifa etmek zorunda iken, AKP’nin İstanbul Büyükşehir adayı Binali Yıldırım, TBMM Başkanlığından istifa etmedi.
Bu üç gelişmeden sadece biri bile, seçimlere katılmayı anlamsızlaştırdığı halde, muhalefet partilerinden ciddi bir tavır gelmedi. Aksine Binali Yıldırım’ın TBMM Başkanlığı’ndan istifa etmemesi, “seçimleri kazanamayacağını düşünüyor” diyerek doğal karşılandı. Kılıçdaroğlu’nun “çete” dediği YSK’nın yasalara aykırı biçimde görev süresinin uzatılması da sessizlikle geçiştirildi. Bu “çete”nin denetiminde yeni bir seçime daha gitmeyi sorun etmediler. Aynı şekilde Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olduğu halde, seçim propagandası yapmasına ses çıkarmadılar.
Her biri “anayasa ihlali” olan bu atraksiyonlar, muhalefetin tutumuyla normalleşiyor, sıradanlaşıyor ve kanıksanıyor. Sadece AKP değil, tüm muhalefet partileri yasaları çiğniyor ya da buna göz yumuyorlar. Dolayısıyla AKP’nin suçortağı durumundalar. AKP de bunun verdiği rahatlıkla her şeyi yapabiliyor. Örneğin Binali Yıldırım, istifa etmemesini “seçim siyasi faaliyet değildir” şeklinde akıllara ziyan bir açıklama ile gerekçelendirebiliyor.
Muhalefet partileri, sadece yapılanları sindirmekle kalmıyor, hemen her adımıyla AKP’yi ve Erdoğan’ı meşrulaştırıyor, rahatlatıyorlar. CHP’nin İstanbul Büyükşehir Adayı Ekrem İmamoğlu, Erdoğan’ı sarayında ziyaret edip, “onun da oyunu istedim” diyebildi pişkince. Muharrem İnce de Erdoğan’ı ziyaret ederek seçim yarışına başlamıştı. Sonrasının ne olduğunu hep birlikte gördük.
Sözümona bu tür davranışlarla kutuplaşmayı yumuşatıp her kesime seslendiklerini gösteriyorlar! Gerçekte ise, Erdoğan’ın her yaptığını aklamış, başkanlığını-sarayını meşrulaştırmış oluyorlar. Daha önemlisi, adeta onu kutsuyor, icazet alıyorlar. Sonuçta Erdoğan’ı güçlendiriyorlar. Onun için Erdoğan da bu tür teklifleri hiç geri çevirmiyor. Çünkü bu durumdan kazançlı çıkan hep o oluyor.
Hayalet ve sahte seçmenler
AKP, yukarıda saydığımız noktalarda yasaları hiçe saymakla kalmadı. Seçim hilelerine de tam gaz devam ediyor.
Bu dönemin öne çıkanı, hayalet ve sahte seçmenler oldu. 600’den fazla seçmen 100 yaşın üzerindeydi mesela. Dünyada en uzun yaşayan kişi 120 yaşında iken, bizde 160 yaşında seçmenler olduğunu öğrendik.
Esasında bu yeni bir durum değil. 12 Eylül 2010’da gerçekleşen anayasa referandumunda Fettullah Gülen “mezardakiler de kalkıp oy kullanmalı” demişti. Şimdi FETÖ diyerek sözde düşman ilan etseler de, aynı yöntemlerle, -hatta onları da geçen biçimlerle- devam ediyorlar.
Sadece ölü (hayalet) seçmen yok! Çok daha fazlası sahte seçmen olarak karşımıza çıkıyor. Örneğin Niğde’nin Ulukışla ilçesinin nüfusundan fazla seçmeni olduğu görüldü. Bu durum açığa çıkınca, bir gecede ilçe nüfusunu da ona göre değiştirdiler. İstanbul-Adalar’da yüzde 40 gibi yüksek oranda yeni seçmenler tespit edildi. Üsküdar’da AKP meclis üyesinin evinde 122 seçmen olduğu görüldü. Ve bu kişi, pişkince bunların akrabaları olduğunu söyleyebildi. Keza Artvin’de metruk evlere yüzlerce seçmen yazılmıştı. Siirt’te bir binada 1108 seçmen kaydı vardı. Iğdır’da 40 kişilik kapasiteye sahip askeri lojmanda 399 kolluk gücü ikamet ediyor görünüyordu. Benzer durum polis lojmanları için de geçerliydi.
Bunların içinde belki de en çarpıcı olanı, Şırnak-Uludere’dir. Bilindiği gibi Uludere (Roboski) 2012 yılında büyük bir katliam yaşadı. “Terörist” diyerek, sınırda kaçakçılık yapan, çoğu çocuk 34 kişiyi katlettiler. Ve bu katliamın üstü AKP tarafından kapatıldı, failleri hala bulunmuş değil. Şimdi bu küçük ilçeye iki bin civarında sahte seçmen kaydırmışlar. Roboski’de HDP ezici bir üstünlüğe sahip. Katliamdan sonra ailesinden birçok kişiyi kaybeden Ferit Encü, HDP’den milletvekili seçilmişti, ama hakkında soruşturmalar açıp milletvekilliğini düşürdüler. Şimdi de sahte seçmenlerle ilçeyi AKP’ye geçirmek istiyorlar.
Bütün bunlar basına yansıyanlar. Daha pek çok sahte seçmen olduğu aşikar. Ki, sözkonusu olan 24 Haziran 2018 seçimlerinden bugüne, yani son 6 ay içindeki artışlardır. Öncesi bilinmiyor bile…
Dikkat çekici olan; AKP’nin geçen seçimde kaybettiği veya kıl payı kazandığı yerlerde bu kaydırmaların yapılmış olması. İstanbul-Adalar gibi kimi yerlerde, kaybettiği oranda sahte seçmeni taşımışlar. Yani son derece planlı, örgütlü bir organizasyonla karşı karşıyayız.
Bunu da nüfus müdürleri ve muhtarlar aracılığıyla yapıyorlar. Adalar Belediye Başkanı, nüfus müdürünün yakın zamanda değiştirildiğini, seçmenlerdeki artışın da ondan sonra gerçekleştiğini açıkladı. Nüfus müdürlerine devletin arkalarında olduğunu söyleyerek, sahte işlemleri yaptırıyorlar. Keza muhtarları her ay sarayda boş yere toplamıyorlar. Çeşitli vaatlerle bu sahtekarlığın parçası haline getiriyorlar.
Her şey ayan-beyan ortada iken, YSK “hayalet ve sahte seçmen yok” diyerek konuyu kapattı! Ortaya atılan iddiaları araştırmak yerine (ki bu adresler milletvekilleri tarafından meclis kürsüsünden duyuruldu) sahtekarlığı açığa çıkaranları “seçimler üzerine şaibe yaratmak”la suçladı!
Daha ötesi, Yalova’da bir apartman dairesinde 50 kişinin bulunması üzerine yapılan itirazı reddetti. Bir dairede 50 kişinin bulunmasının “normal” olduğunu belirtti. Hukuken “yaşamın doğal akışına aykırı” diye tanımlanan ve kanıt olmasa bile ceza verilebilen bir durumu, normalmiş gibi gösterebildi.
Zaten hep öyle olmuyor mu? Yavuz hırsız misali her defasında üste çıkmıyorlar mı?
Eğer sadece “hırsız var” demekle yetinilir, serbest bırakılırsa; hatta “hırsızlık yapıyor ama…” diyerek hoşgörülür, meşrulaştırılırsa, olacağı budur!
Bunca hayalet-sahte seçmen ortalığa saçılmışken; muhalefet partileri konuşmak dışında ne yaptılar? “Bunlar düzeltilmeden seçime gitmeyiz” dediler mi mesela. Şimdi YSK göz göre göre inkar ediyor, yani “sahte-hayalet seçmenlerle seçime gireceğiz” diyor. Muhalefet, YSK önüne toplanıp, “bu kararı geri çekene kadar gitmiyoruz” demiyor!
Kısacası yapılan hileler, usulsüzlükler karşısında ciddi bir tavır konulmaz, her defasında yaptıkları yanlarına kar kalırsa; ne hükümet bu yollardan vazgeçer, ne de seçimlerin bir anlamı kalır…
Kendi gücümüze güvenelim
Seçimlere güvenin kalmaması, umutsuzluk değildir. Çünkü umut sandıkta değil, mücadele gücümüzdedir.
Muhalefet partileri, bilinçli bir şekilde böyle yayıyorlar. Daha ileri gidip, “oy vermeyenler AKP’ye hizmet ediyor” diyorlar yüzsüzce. Kendileri her defasında AKP’ye hizmet ettikleri halde, sandığa gitmeyecek olanları bu şekilde suçluyorlar. Ve her defasında seçimlere katılım oranı, bu tür yalan ve demagojilerle artıyor.
Son seçimlerde yüzde 85 düzeyinde bir katılım gerçekleşti. Bu oran, dünyanın pek çok ülkesinin üzerinde. Demek ki, en yüksek oranda katılım sağlansa da, seçimlerle bir şeyleri değiştirmek mümkün olmuyor. Aynı yolu izleyerek farklı sonuçlar beklemek, en hafif deyimle hamhayaldir. Ama düzen partileri ve medya öylesine bir illüzyon yaratıyor ki, “bir daha beni kimse sandığa götüremez” diyenler, yeniden gidiyor.
Bu kısır döngüye artık bir son verelim! Bu “öğretilmiş çaresizliğe” dur diyelim!
Bizden oy isteyenlere soralım: Bugüne dek yaptıklarından farklı ne yapıyorlar? Bize AKP’nin hilelerini anlatmasınlar! Bunları zaten biliyoruz. Nasıl bertaraf edeceklerini açıklasınlar! “Seçmen kayıtlarını kontrol edin”, “sandığa sahip çıkın” diyerek topu bize atmasınlar. Bunların hepsi yapıldı! Halk üzerine düşeni fazlasıyla yerine getirdi! Oyunu kullanmakla kalmadı, sandığa da sahip çıktı. Dayak yedi, kurşunlandı… Ne var ki, hükümeti-muhalefetiyle anlaşmalı seçim oyununu bozması mümkün olmadı, olamazdı da.
Bunun tek yolu; böyle bir seçime katılmayı reddetmekten, hepsine ders vermekten geçiyor.
Erdoğan, istemediği isimler belediye başkanı olursa, yeniden kayyum atacağını baştan duyurdu. Bilindiği gibi HDP’li yüzlerce belediyeye kayyum atandı. CHP’nin bazı belediyelerine soruşturma açıldı, görevden alındı. Bunlara karşı bir direniş gerçekleşmedi.
Şimdi seçimlerde bütün belediyeleri muhalefet alsa ne olacak? Kayyum atamalarına ya da belediye başkanının görevden alınmasına boyun eğdikleri koşulda, bunun ne anlamı var?
Ayrıca geçtiğimiz günlerde meclisten geçen bir torba yasada, belediyelerin bütçesini denetleme yetkisi de cumhurbaşkanına verildi. Yani Erdoğan, istediği belediyeye para akıtacak, istediğini kesebilecek; dolayısıyla muhalif belediyeleri çok zor durumlarda bırakacak. Böyle bir yasa değişikliği karşısında bile muhalefet partilerinden ciddi bir karşı koyuş gelmedi. Bütün belediyeleri alsalar bile, ekonomik kıskaç altında çalışamaz hale geldiklerinde -şikayetlenmek dışında- ne yapacaklar? Halk böyle bir belediyeyi neden desteklesin?
Mücadeleyle kazanacağız
Kısacası, hükümeti-muhalefetiyle bizi aldatıyorlar. Bunlara boş yere “düzen partisi” demiyoruz. Her biri bu çarkın bir dişlisi… Öyle olmasa, artık bir hükmü kalmayan mecliste durmaya devam ederler mi?
Bunun en önemli nedeni, düzen partilerine biçilen misyondur. “Muhalefet” yoksa, “iktidar” da anlamını yitiriyor çünkü. Krallıkla yönetilen ülkelerde bile muhalefete ihtiyaç duyulmuş. “Majestelerinin muhalefeti” diye bir tanım ortaya çıkmış. Burjuva demokrasilerinde ise, bu görev biraz daha inceltilerek düzen partilerine verilmiş. Onlar da seçimleri gerçekleştirme, “iktidar partisini” meşrulaştırma görevini yerine getiriyor. Bu nedenle, seçim sonuçları ne olursa olsun itiraz etmiyorlar.
Bir de “kişisel” nedenler var. Burjuvazi, bu çarkın dişlileri arasına girenlere “özel” bir statü oluşturuyor, düzenin bekası için onları besliyor. Örneğin bugün bir milletvekili 20 bin TL’nin üzerinde maaş alıyor. Ayrıca kıyak emeklilik, toplumsal statü ve ek gelirler elde ediyor. Sadece kendisi değil, tüm ailesi bunlardan ömür boyu yararlanıyor. Böylesi olanaklardan vazgeçmesi de kolay olmuyor tabii… Marks’ın dediği gibi, “insan nasıl yaşarsa, öyle düşünmeye başlar.” Burjuva siyasete atılanların başlangıçtaki değerleri de bir süre sonra aşınıyor ve önceden eleştirdiği kişilerden bir farkı kalmıyor. Aksi halde bu çarkın içinde yeralabilmesi mümkün olmuyor zaten.
Belediyelerdeki rant ise, çok daha fazla. O yüzden birçok milletvekili, hatta bakanlar, belediye başkanlığı için istifa edebiliyorlar. Düzen partilerinin halka hizmet diye bir derdi yok; onlar belediyeleri yandaşlarıyla nemalanmak için istiyor.
Bu nedenle, düzen partilerine oy vermiyor, bu oyuna ortak olmuyoruz.
Ovacık’tan Dersim Belediyesi’ne aday olan başkan gibi, “halkçı belediyecilik” yapan-yapacak olan adaylar dışında hiçbir adayı desteklemiyoruz.
Keza muhtarlar, düzen partilerinin dışında olan “bağımsız” adaylardır. Kuşkusuz her adayın bir siyasal görüşü vardır. Faşist, gerici, liberal olduğu gibi, demokrat, devrimci, komünist adaylar da çıkabiliyor. Emekçi semtlerde devrimci-demokrat adayları tekleştirmek ve onların kazanmasını sağlamaya çalışmak, doğru bir yaklaşımdır. Bulunduğumuz bölgelerde bu çabanın içinde oluyoruz, olmalıyız.
Elbette desteklediğimiz adaylara dönük öneri ve eleştirilerimizi ortaya koyuyoruz. En başta, sandığa çağıran her kesimin, seçim hilelerine karşı kararlı bir biçimde mücadele etmesi ve destekledikleri adaya verilen her oya sahip çıkması gerekiyor. Ayrıca bu düzen içinde olabilecek en geniş ölçekte demokratik katılımı gerçekleştirmesi, gelir-gider bütçesini sistemli biçimde açıklaması, halka hesap vermesi, sözlerini tutmadığı koşullarda görevi bırakmayı kabul etmesi gibi, “proleter demokrasi”nin asgari koşullarını yerine getirmelidir. Devletin değil halkın muhtarı, halkın başkanı olabilmeli, bu yönden gelebilecek tüm baskılara karşı durabilmelidir. Bu da ancak örgütlü bir güçle ve halkın desteğini almakla mümkündür.
Bu tür istisnalar dışında hiçbir adaya oy vermeyelim! Sadece AKP’ye değil, muhalif kesimleri “cepte keklik” gören düzen partilerine de güçlü bir şamar indirelim!
Unutmayalım; yaşam hakkımız mücadele gücümüz kadardır. Seçimle değil mücadelemizle kazanacağız. Krizle birlikte artan işsizliğe, yoksullaşmaya karşı mücadelemiz ne kadar yükselirse, krizin faturasını ödemeyi o kadar engellemiş ve seçim oyunlarını bozmuş oluruz.
İşçi ve emekçilerin bugün yakıcı sorunu ve asıl gündemi, krizin yarattığı sonuçlardır. Biz de bunu esas alıyor ve faaliyetlerimizin merkezine krize karşı mücadeleyi koyuyoruz. Diğer yandan sokakta kazanmadan sandıkta kazanılmayacağı deneyimlerle ortadadır. Devrimci tarzda mücadele edilmeden en küçük bir hakkın kazanılmadığı koşullarda, seçimlerle bir şeylerin değişeceğini sanmak, hayalciliktir. Gerçekler ise devrimcidir. Reformist-parlamentarist hayallere karşı, gerçeklerin yanında durmaya ve onu yaymaya devam edeceğiz. Ta ki, halkımız bunun bilincine varıp kazanana dek…