İlaç sektörü nasıl ve kimin üstünden büyüyor?

ilac

İlaç sektörü, diğer tüm sektörlerde olduğu gibi, özellikle AKP döneminde, kamu yatırımlarının tasfiye sürecini ve özel sektörün hakimiyetine girmesini yaşadı. Düzenlenen yeni ilaç protokolleri, yabancı sermaye yatırımlardaki artış, yerli ilaç firmalarının yabancı ortaklıklar ve satın almalarla el değiştirmesi, bir yandan da sektörü emperyalist tekellerinin kontrolüne bırakıyor. Tüm bu süreçte işbirlikçi burjuvazi, ilaç pazarının büyüme trendine girdiğini söyleyerek sevinirken, ilaç işçilerinin durumu gözden kaçıyor.  

Türkiye ilaç sektörü’nde yaklaşık 300 ilaç şirketi faaliyet gösteriyor. Sağlık Bakanlığı verilerine göre, 68 ilaç üretim tesisi (15’i yabancı sermayeli) ve 64 üretici firma (13’ü yabancı) ile 12 hammadde üretim tesisi (6’sı yabancı) ve 10 hammadde üreten firma (4‘ü yabancı) bulunuyor.

Türkiye’de ilaç sektörü, 2011 yılı itibariyle imalatçı fiyatları ile 9.1 milyar dolarlık satışla 1.75 milyar kutu büyüklüğüne ulaştı. Böylece sektör kutu bazında 2011 yılı sonu itibariyle yüzde 4’lük bir büyüme gerçekleştirdi. Aynı şekilde 2013 yılında da iç pazarda 1,78 milyar kutu ilaç satışıyla yüzde 6,9 büyüyen Türkiye ilaç sektörü, böylelikle 15,4 milyar TL’lik bir hacme ulaşmış oluyor.

2012 yılında 720 milyon dolarlık ilaç ihracatı gerçekleştirilirken, 2013’de bu rakam yüzde 13,6’lık artışla 818 milyon dolara yükseldi. İhracatta yüzde 13,6’lık artış yaşanırken, ithalat 3,3 oranında yükseldi. 2012’de 4,354 milyar dolar olan ilaç ithalatı, 2013 yılında 4,498 milyar dolara çıktı. Bu şekilde, ihracatın ithalatı karşılama oranı, söz konusu dönemde bir önceki yıla kıyasla yüzde 16,5’ten yüzde 18,8’ye yükseldi.

Tüm bu rakamlar dış ticaret dengesi bakımından olumlu bir seyir yaşandığı yorumlarını getiriyor. Ancak sadece son yılların rakamlarına bakıp hem sektörün büyümesi, hem de ihracat ithalat dengesi bakımından bu şekilde yorum yapmak için erken. Nitekim biraz geriye gittiğimizde 2008 yılında ilaç sektöründe ithalat yüzde 23,7 oranında artarak 4,36 milyar dolar, ihracat ise yüzde 17,8 oranında büyüyerek 421 milyon dolar olmuştu. 2007’de yüzde 10,2 olan ihracatın ithalatı karşılama oranı 2008’de yüzde 9,7’ye gerilemişti. Bu demek oluyor ki, Türkiye’nin ilaçta ithalatçı konumu hala devam ediyor. İlaç sektörü, henüz dışa bağımlılığından kurtulmuş değil. 

Tüm bu rakamlar bize ilaç pazarı olarak Türkiye’nin büyüme eğiliminde olduğunu gösterirken, büyümenin niteliği ise  tartışma konusu. Nitekim ilaç sektöründe yerli sanayinin gelişimi engelleniyor, Ar-Ge yatırımlarının yetersiz olması  kaliteli ve orijinal ilaç üretimi araştırmalarını kısıtlıyor, ilaç sanayi henüz dışa bağımlılığını sürdürüyor.

 

Türkiye’ye emperyalist tekelleri çeken ne?

Türkiye’de kişi başına ilaç tüketiminin düşük olması, sermaye açısından ilaç pazarının “henüz doygunluğa ulaşmadığı” anlamına gelir. Yani arz kendi talebini yaratacak, sektöre yabancı sermaye girişi ile kişi başına ilaç tüketimi de artacak! Bu durum milli gelirin artmasına ve ilaca ulaşımın kolaylaşmasına bağlanıyor. Kapitalist sistemde her hangi bir metadan farkı olmayan ilaç da arz-talep mantığıyla piyasaya sürülüyor. Yani aslında, üretimin artmasıyla tüketimin de artması, konu sağlık olunca son derece sorunlu oluyor. 

Gerçekten kitlelerin ilaç ihtiyacı var mıdır? Türkiye’de en çok hangi sağlık sorunları yaşanmaktadır? Bu sağlık sorunlarının tek tedavi yöntemi ilaç kullanmak mıdır? vb sorular havada kalıyor. Tıpkı mobilya ya da giysi üretimi gibi, kitlelerin ihtiyacı olmasa da tüketmesi, sürekli yeni ürünleri denemesi, tüketme tercihlerini reklam düzeyine göre belirlemesi isteniyor. Her çocuğa “hiperaktif” teşhisiyle antidepresan verilmesi, her metropol insanının one-a-day vitaminlerini tüketmesi, her canı sıkılan-morali bozulan insanın depresyon tedavisi görmesi isteniyor.

Yerli ve yabancı yatırımcılara ülkemizi cazip kılan ana etmenlerin başında ise ucuz işçilik ve güvencesizliğin var olan yasal boşluklarla teminat altına alınması geliyor. Türkiye İlaç Sektörü’nde yaklaşık 30.000 kişi istihdam edilmekte. Rekabet gücünün, Ar-Ge yatırımları ve beraberinde alınan patentlerle sağlandığı ilaç sektöründe, Ar-Ge yatırımı yapmak, yerli ilaç sanayicileri açısından son derece maliyetli. Maliyetleri düşürme adına akla ilk gelense, işçilik maliyetlerini alabildiğine kısmak; yani işçi ücretlerini düşürmek, işten çıkarmalar yoluyla işçi sayısını azaltmak, işçilerin örgütlenmesini engellemek oluyor. Dolayısıyla patron baskısı, sendikal alanda var olan yasal boşluklar ve ilaç sektöründe sendikalılaşmayı zorlaştıracak kendine özgü problemler, bu yatırımları kolaylaştırıyor.

 

İlaç işçilerininin sendikalaşması engelleniyor

İlaç sektöründe bir fabrikada üretim yapan işçiler ve bir de dışarıda bu ilaçları tanıtan ve pazarlayan reprezantlar var. Bu durum ilaç sektöründe yasal yetki alarak toplu sözleşme imzalanmasını oldukça güçleştiriyor. Çünkü bakanlığa bir ilaç fabrikasında yetki başvurusu yapıldığında, yetki hesaplamasına reprezantlar da dahil ediliyor. Oysa sayıları neredeyse üretimdeki işçi sayılarını aşan ve ülkenin dört bir yanına dağılmış olan reprezantlara ulaşmak, çoğu zaman mümkün olmuyor. Bu da üretimdeki işçilerin tamamının örgütlenmesi durumda bile, işverenle yasal bir toplu sözleme sürecinin başlatılmasına engel oluyor.

Fakat şu da bir gerçek ki, fabrika içerisinde üretimde çalışan işçiler kadar, dışarıda bu ilaçların satışıyla ilgilenen reprezantlar da ağır çalışma koşullarına maruz kalıyorlar. Sık sık kovulma tedirginliği içerisinde, uzun çalışma saatleri ve yoğun bir tempo altında çalışıyorlar. Patronlar için ilaç herhangi bir meta iken, reprezantlar da patronun daha fazla kar hırsı ile daha fazla satış baskısı altındalar. Reprezant konusu daha ayrıntılı ele alınması gerekir, bu yazı kapsamında üretimdeki işçilerin sendikalaşamama yönüyle ele alıyoruz.

Bu durumun en güncel örneklerinden biri Petrol-İş Sendikası’nın örgütlenme çalışması yürüttüğü Deva İlaç Fabrikası’nda yaşanıyor. Deva İlaç Fabrikası’nda üretimde çalışan işçiler kadar, belki de daha fazlası bu ilaçları dışarıda  pazarlayanlar bulunuyor. Şu anda sendika, üretimde çalışan işçilerin neredeyse tamamını örgütlese bile, pazarlama alanında çalışanların sayısındaki çokluk nedeniyle yetki alamıyor. Oysa Petrol-İş Sendikası, bu işyerinde uluslararası sözleşmelerde de yer alan bir uygulama ile 1984 yılından 2010 yılına kadar toplu sözleşmesi imzalayarak varlığını sürdürmüştü. Bu tarihten itibaren firma, EastPharma adında Bermuda merkezli bir şirket tarafından satın alınıyor ve hemen ardından sendikanın yetkisi olmadığı bahanesiyle sendikasızlaştırma operasyonu başlatılıyor. İlk önce toplu sözleşme masasına oturulmuyor, ardından sendikalaşma çalışması yapan öncü işçiler işten atılıyor.

Yine aynı sendikanın örgütlenme çalışması yürütüp aynı nedenlerle yetki alamadığı başka bir firma da Recordati İlaç Firması. 2008 yılında yerli sermayeli ilaç firmasını satın alarak Türkiye’ye giren Recordati, merkezi İtalya’da olan, birçok Avrupa ülkesinde ve Türkiye’de de iştiraki bulunan, Ortadoğu ve Doğu Avrupa’nın yeni pazarlarında büyüyen Avrupalı bir ilaç grubu. Örgütlenme aşamasında yine aynı sıkıntılar yaşanıyor ve fabrika dışında çalışan reprezantlar nedeniyle çoğunluk sağlanıp yetki alınamıyor. Her ne kadar merkezi Konya’da bulunan İlaç Mümessilleri Derneği ile ilişkiye geçilse de sonuç alınamıyor.

* * *

Deva ve Rekordati’de yaşananlar, Türkiye’de ilaç işçilerinin örgütlenmesi aşamasında yaşanan sıkıntıları gösteren örneklerden sadece ikisi. Her zamanki gibi bir avuç şirket, işçilerin sırtından büyüyor. Fakat büyüyen sadece patronların serveti! İşçi ve emekçiye daha fazla sömürüden başka düşen bir şey yok!

Bu durumda Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı harekete geçmeli ve ilaç üretiminde çalışan ve bu ilaçları pazarlayan işçilerin farklı işkollarında görülmesinin önü açılmalı. Ancak tarihsel süreçte yaşananlar bize gösterdi ki, işçi sınıfı ne patronlardan, ne de kapitalist devletten medet umarak kazanım elde etti. İşçi sınıfının kurtuluşu, sadece kendi sorunlarına kendisinin sahip çıkmasıyla, sınıfsal mücadeleyi yükseltmesiyle mümkün oluyor.

Bunlara da bakabilirsiniz

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …

Ser verip sır vermeyen yiğit: İSMAİL GÖKHAN EDGE

İsmail Gökhan Edge, Diyarbakır işkencehanelerinde sır vermedi, ser verdi. O, 1953 yılında Eskişehir’de doğdu. İzmir …