12 Eylül’e sıkılan “ilk kurşun” OSMAN YAŞAR YOLDAŞCAN

osman

Her sokak başı bir pusu… Her yol kavşağı bir tuzak… Kitleler halinde tutuklama günleri… Okullar, sağlık merkezleri, spor salonları, kışlalara çevrilmiş… İşkenceler gün boyu son hızıyla sürüyor… Ortalık ıssız, sakin ve suskun…

Soğukkanlı ve emin adımlarla yürüyor “soluğu rüzgar” bir adam.

Günlerden 29 Eylül 1980! Yer, İstanbul-Bağcılar yokuşu. Birazdan yeni bir tarih yazılacak, yılların bükemediği çelik bir iradeyle. İki sınıf karşı karşıya gelecek. Güçler ve silahlar eşit değil, ama olsun! Sayı ve silah yönünden bir hayli üstün taraf, eskiyi, yani burjuvaziyi temsil ederken; karşısında iki ondörtlü ve bir bombasıyla tek kişilik bir ordu yeniyi, yani proletaryayı temsil ediyor.

Çekildiği inşaatı bilinç ve çelikten iradesiyle granitten bir kaleye dönüştürüyor Osman Yaşar Yoldaşcan. Kalede elindeki namlu şimşek gibi patladığında, zulüm ve sömürü düzeninin kolluk güçleri sünepe gibi yere yapışıyor… ‘Kahramanlığı’ kapma hevesiyle kaleye yaklaşan bir başkomiser, gökgürültüsüyle patlayan bombasıyla yığılıp kalıyor. Ardından patlattığı sloganların sesi duyuluyor.

Ve bu gösterişsiz kalede ölümsüzleşiyor Osman Yaşar Yoldaşcan… Kale dışında ise, bir başkomiser ve sayısız yaralı ile şaşkın, perişan durumda karşı-devrim güçleri…

Daha 12 Eylül’ün üzerinden 17 gün geçmişti ki, bu çatışma tüm komünist ve devrimciler için savaş çağrısı oldu. “İlk kurşun” sıkılmıştı, gerisinin gelmesi gecikmeyecekti…

Bir bir çekilirken teslim bayrakları

Ve kaçmalarla uzarken

Göçmelerle tozarken Avrupa yolları

Durdu bir avuç yiğit

Bir tutam kır çiçeği

Ölüm dediğiniz de ne ki

Gözümüzde hainler kadar küçük

Ve zafere inancımız

Ölümsüzleşen ölümler kadar büyük

Onlar ki bir ayrıkotu tarlasında

Bir tutam çiçektiler

Binlerce ihanet çirkinliğinde

Bir avuç direnci güzellediler

Hiç bir şey bitmemişti daha

Gülerek girdiler zulüm tufanına

Ölerek girdiler

Ve en dayanılmazında tufanların

Adlarını bile söylemediler

Osman Yaşar Yoldaşcan, 1967’de onbinlerce aday arasında üniversite sınavını birincilikle kazanarak ODTÜ’ye girdi. Devrimci ve militan kişiliğiyle kısa sürede devrimci gençlik hareketi içinde öne çıktı. Eylemciliğinden dolayı aranır duruma düşüp derslerine devam etmemesine rağmen, sınavlarda hep yüksek notlar alıyordu. Çok geçmeden hocaları ondaki engin zekayı fark ettiler. Hapiste olduğu dönemde giremediği sınavlardan geçirmeyi teklif ettiler ve okula devam etmesini istediler. Çünkü Osman’da bir bilim adamı özelliğini görmüşlerdi. Ama o, kararını vermişti artık. Burjuvazinin sunacağı her türlü rahat yaşamı elinin tersiyle itip, var olan yeteneklerini, potansiyelini, proletarya ve ezilen halkların hizmetine sunacaktı.

12 Mart ’71 döneminde, içinde yeraldığı (sonrasında ihtilalci hareketi yaratacak olan) devrimci bir grubun üyeleriyle birlikte yakalanarak cezaevine düştü. Yoldaşı ve teyzesinin oğlu M. Fatih Öktülmüş’le, çok genç ve tecrübesiz olmalarına rağmen işkencede direndiler ve firarı örgütlemeye giriştiler. ’74’de çıktıktan sonra proletarya içinde örgütlenme çalışmaları için İstanbul’a geldi. Kısa süre bir fabrikada işçi olarak çalıştı. Kahve kültürü olmayan, sigara içmeyen bu mütevazi kişiyi, işçilerin fark etmemesi mümkün değildi. Çok geçmeden bir fabrikada mevziler kazandı ve örgütlenmeler yaptı. Grubun THKO ile birleştiği yıllarda, yeraltı baskısı ve teknik işlerini de üzerine aldı. Askeri bilgilerini arttırmak için üzerinde “çok gizli” yazılan, “Amerikan U2 Anti Terör Savaş Bilgileri”ni Osman’ın elinde görmem mümkündü. Yoldaşları, “Osman bir şeye varar verdi mi, o işin elinden kurtulması mümkün değil” derlerdi. Bu nedenle bir eylem içinde Osman varsa, herkes tereddütsüz yer almaya gönüllü olurdu.

O ciddi biçimde ML klasikleri yeniden yeniden okur, önündeki sorunlara yanıt bulmaya çalışırdı. Karşı-devrimci “Üç Dünya Teorisi”ne karşı en önde bayrak açtı. THKO’dan devrimci bir kopuş gerçekleştiğinde bir çok işi üstlenmek için öne atıldı. Geçici yol arkadaşları örgüt disiplinine gelmeyerek dökülmeye başladıklarında, büyük bir sabır ve inançla, seçtiği yolda ilerledi. Hareket içinde küçük-burjuva zaafları yenmek ve Leninist bir örgüt yapısını kurmak için, çok zor ve acılı günler geçirdi. Ama İleri Militanlar Toplantısı (İMT) ile, kafa karışıklığına son noktayı, Osman’ın örgüt şiarı ve “hücum” komutu koydu.

Osman’ın edindiği proleter disiplin ve özdenetim, örgüt bütününe taşındı ve hızla yol alındı. Onda zor günlerin sızlanmasına, kolay günlerin sarhoşluğuna rastlanmazdı. Aksine zor günlerde soğukkanlı ve cesaret dolu, zafer günlerinde ise mütevaziliğiyle bilinirdi.

Bu topraklarda “dört dörtlük bir insan var mı” dendiğinde, onu tanıyan herkes, tereddütsüz Osman’ı gösterirdi. Aydın bir aileden gelmesine rağmen, hiçbir küçük-burjuva lüksü yoktu. Polisle girdiği çatışmada topuğundan yara almıştı. Sahte kimlikle cezaevinde kaldığından kimse ilgilenememiş, topal kalmıştı. Özel ortopedik ayakkabı giymesi gerekiyordu, ama masraftan kaçınmak için, en ucuz nerede yapılıyorsa oradan almanın yollarını bulurdu.

Onun ölümü de yaşamı gibi tereddütsüz ve kusursuzdu. Daha sonaki yıllarda ihtilalci komünistlerin işkencede direnmesinin, çatışmada vuruşmasının ruhu oldu. Ondaki savaş ruhu, biz Bolşeviklere yol göstermeye devam ediyor. Kavga bayrağımızdan adı hiç silinmeyecek… 

 

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …