Dönemin Milliyetçi Cephe Hükümeti, ülkede ve dünyada işçi-emekçi hareketinin büyüdüğü ve direnişlerin kazanımla sonuçlandığın bir dönemde DGM yasasını gündeme getirdi. ‘73’ten beri iki-üç kez denenmiş, hepsinde de işçi-emekçilerin tepkisiyle geriye çekmek zorunda kalmışlardı. Yasa, örgütlenme ve eylem özgürlüğünü kısıtlıyor, sınıfa saldırıyı kolaylaştırıyordu. Öyle ki, sendika eğitim derslerinde “sınıf”, “sosyalizm” gibi kelimeler dahi yasaklanıyordu. İşçiler önce kavramaya çalıştılar. Günlerce tartışmalar, toplantılar yaptılar. Yasanın Meclis’ten geçmeyeceğini bekliyordu herkes. Ama öyle olmadı. Ve şalter indi!
17 Eylül’de 500 işyerinde 300 bin işçi direnişe katıldı. DİSK ağaları her gün öğleden sonra sessiz yürüyüş yapmayı planlayıp, “genel yas” ilan ederken, sınıf sokaklarda bayram havasını yaşatıyordu. Türk-İş’ten de Yol-İş, Harb-İş, Yapı-İş, Petrol-İş iş bırakıyor, fabrikalara yiyecek dağıtımı yaparak sınıf kardeşlerine destek oluyorlardı. Memur sendika ve dernekleri dayanışma örnekleri gösteriyorlardı. Üstelik eylemler büyük şehirler dışında Sakarya’dan Kayseri’ye, Mersin’den Balıkesir’e, Diyarbakır’dan Antalya’ya uzanıyordu. Ereğli Demir Çelik işlemiyor, TPAO MHP’li işçilerle çatışıyor, Gaziantep Deterjan fabrikasında işçiler ölüm orucuna yatıyordu…
Fabrikalarda her gün değerlendirme toplantıları yapılıyor, komiteler direnişi yönetiyordu. On binlerce işçi ilk defa olarak motorlarla Beşiktaş’tan Taksim’e akıyordu. Ve burjuvazi beş günde dize geldi!
İşçiler16-21 Eylül ’76 tarihlerinde yaşanan bu direnişi büyük bir coşkuyla yürüttü ve sonucunda da büyük bir mutluluk yaşadı. Beş gün boyunca, birçok ilde birden ayağa kalktıklarında, sendikanın adından bile korkanların polislerin üzerine çok doğal bir şekilde yürüyüşünü gördüler. İşte “asıl hazinemiz bu” diyorlardı. Ve bu güvenle “DGM’yi Ezdik Sıra MESS’de” diyeceklerdi.