Üç öğün simit yemek!

AKP Grup Başkanvekili Muhammet Emin Akbaşoğlu bir hesap yapmış. Asgari ücretle geçinen 5 kişilik bir aile, bir ay boyunca ve günde 3 öğün çay-simit tüketirse 900 lira tutuyormuş, böylece aile 1120 lira tasarruf edebiliyormuş!

Artık o kalan 1120 lirayı da bozdurup bozdurup harcarlar!

Hatta daha iyisi, asgari ücretten 1120 lira indirime gidilsin!

Öyle ya, bu kriz döneminde hem devleti, hem de patronları zarara sokmanın ne gereği var!!! Asgari ücreti 900 liraya indirsinler, asgari ücretliler de günde üç öğün, birer bardak çay, birer simitle yetinsinler!!!

 

Asgari ücret değil, açlık ücreti

AKP’li Akbaşoğlu’nun matematiği kuvvetliymiş de, çarşı-pazar bilmiyormuş. Bir de “insanlık” dersinden sınıfta kalmış.

En başta Akbaşoğlu’nun hesabında, çay 1 TL, simit 1 TL olarak yer alıyor. Gerçekte ise simit çoktandır 1,75 oldu, çay ise yerine göre kaça tutturursa; 1,5 TL, 2 TL… Yani aslında, 5 kişilik bir aile, günde 3 öğün çay ve simit yediğinde, asgari ücretin tamamına yakınını harcamış oluyor. Bırakalım simitin yanına başka bir gıda almayı, kira, elektrik, su, ulaşım gibi en temel ihtiyaçları için bile para kalmamış oluyor.

Akbaşoğlu, asgari ücretlilerle pervasızca dalga geçerken, gerçekte asgari ücretin ne kadar vahşi bir sömürü anlamına geldiğini itiraf etmiş oldu.

Ve bu kafa sadece ona özgü değil. Tarih boyunca sömürü sınıflar ve o sınıfların gönüllü uşakları, ezilen sınıflara aynen böyle yaklaştılar.

İspanyollar Latin Amerika’yı işgal ettikleri ilk yıllarda, yerlileri maden ocaklarında öylesine vahşi koşullarda çalıştırmışlar ki, yerliler kitlesel halde intihar ediyorlarmış. Avustralya’yı işgal eden İngilizler ise, madende çalıştırdıkları Aborjinler için son derece ince bir kalori hesabı yapmışlar. Bir maden işçisinin günlük kalori ihtiyacını titizlikle hesaplamış ve bunun yüzde 75’i kadar kalori almalarını sağlayacak bir beslenme düzeni kurmuşlar. Böylece madende çalışan yerlilerin, ortalama 1,5-2 yıl içinde açlıktan ve aşırı çalışmaktan ölmesini planlamışlar.

İşgalcilerin ve sömürücülerin insanlıkdışı kültürünü kuşanmış olan Akbaşoğlu da, asgari ücretlilere “simit perhizi”ni layık görüyor.

Aslında kendisi bu beslenme düzenini birkaç gün uygulasa da sonuçlarını daha net görebilsek.

Ama hayır! Onlar her şeyin en iyisine layıklar!!! İşçi ve emekçiler ise, açlığa, yokluğa, ölüme…

 

Yoksuldan alıp zengine dağıtan

Robin Hoodlar

“‘Ben Robin Hood’um, zenginden alıp fakire veriyorum. Bizim cemaatimiz bu tür iyi işler yapıyor.’

‘Dünyanın en büyük adliyesi’ olarak tanıtılan İstanbul Anadolu Adalet Sarayı’nda bir hakimin odasında yankılandı bu söz. Sulh Ceza Hakimi Hasan Akdemir, almak istediği rüşveti böyle gerekçelendirdi.” (Metastaz, Barış Pehlivanoğlu-Barış Terkoğlu, Kırmızı Kedi Yayınevi, sf. 35)

Rüşvetçi bir hakim, kendisini ve cemaatini “Robin Hood” olarak tanımlıyor.

“Robin Hood”, Haçlı Seferleri sonrasının İngiltere’sinde, yokluktan-açlıktan kırılan halk için üretilmiş olan bir efsanevi karakterdir ve zenginleri soyarak elde ettiği geliri, yoksullara dağıtır. “Bizim” Robin Hood’larımız ise, yoksuldan topladığı geliri zengine verme görevini üstlenmiştir. Kıdem tazminatına göz dikerek, zorunlu BES uygulaması ile ücretlerden kesinti yaparak, vergi toplayarak devlete gelir oluşturmakta, sonra da bu geliri üç-beş müteahhite, bürokrata, yandaş basına, bakana-başbakana-cumhurbaşkanına … paylaştırmaktadır.

AKP’li Akbaşoğlu, işçinin beslenmesi için simit-çayın yeterli olduğunu ileri sürüyor büyük bir pervasızlıkla. Ama kendileri adını bile bilmediğimiz yiyeceklerle donatırlar sofralarını. Ejder meyveleri, antrikotlar, beyaz çaylar, altın çilekler…

Sarayın bahçesine seralar ve kümesler kurulur, sarayın sebzesi, tavuğu, yumurtası orada yetiştirilir mesela. Yoksullara ise tanzim satışların çürük soğanları, patatesleri layık görülür.

Bu da yetmez, işçi ve emekçilerin büyük mücadeleler sonucunda kazanılmış olan bütün haklarına göz dikerler, elindeki en küçük kırıntıları bile gaspetmeye çalışırlar. Kıdem tazminatını patronlara sermaye yapmaya çalışırlar mesela. Ücretlerinden kesinti yaparak bireysel emeklilik sigortası için fon oluşturduklarını iddia ederler. İşçi ve emekçilerin ücretlerinden vergi peşin peşin kesilir mesela; patronlar ise keyfince vergi kaçırırlar. İşçilerin yediği-içtiği en temel gıda maddelerinden bile vergi keserler; zenginlerin lüks harcamalarından, pırlantalarından KDV kaldırılır mesela. Çiftçinin mazotuna zam, zengin yatının benzinine indirim yaparlar keyfe göre.

İşçilerin ücretlerinden ve giderlerinden kırpar kırpar, zengine kaynak yaratırlar. Doğrudan aldıklarının yanında bir de dolaylı aldıkları vardır. Köprüden geçmeyen araba için geçiş ücreti, şehir hastanesine gitmeyen hasta için muayene ücreti, havaalanından uçmayan yolcu için bilet ücreti, işçi ve emekçilerden toplanan vergilerle ödenir mesela.

“Ödediğiniz her kuruş vergi yol, su, hizmet olarak geri dönecek” derler; ama ödediğimiz her kuruş vergi, zenginlere hortumla akıtılır, biz gene bozuk yollara, kötü gıdalara, yetersiz hastanelere, sağlıksız evlere, eğitimde dinci gericiliğin kuşatmasına mahkum kalırız.

Osmangazi ve Yavuz Sultan Selim köprüleri için son iki yılda müteahhit firmalara akıtılan para 4 milyar liraya ulaştı.

Şehir hastaneleri için 20 yılda 30,3 milyar lira kira bedeli ödenecek.

Bugün belediyelerin tamamına yakını, seçim sonrasında büyük borçlarla devredildi. Ve yeni belediye başkanları, eskilerin yaptığı harcamaları teşhir etmek için dev pankartlar, duvar panoları hazırladılar. Yandaşa hortumlanan paralar bir yana, sadece yeme-içme için belediyelerde yapılan harcamalar dudak uçuklatacak düzeyde.

Sayıştay raporuna göre sarayda sadece 1 yılda, mutfak gideri olarak 2,6 milyon lira, konukları temsil ve ağırlamaya 36,2 milyon lira harcanmış.

Hesaplamak lazım, 2,6 milyon lira ile kaç simit-çay alınır acaba?

 

Saraylara savaş, kulübelere barış

Kendileri lüks ve sefahat içinde yaşayanlar, işçi ve emekçilere en ağır yaşam koşullarını dayatıyorlar. Kendileri saraylarda sefa sürerken, bizim kulübelerimiz yaşam savaşımıza tanıklık ediyor.

Biz sessiz kalırsak, onlar böylesine pervasızlıkla, küstahlıkla konuşmaya devam edecekler. Biz sessiz kalırsak, onlar bizi açlığa ve yokluğa mahkum edecekler. Biz sessiz kalırsak, cebimizdeki son kuruşu da çalmaya çalışacaklar. Biz sessiz kalırsak, patronlara kaynak yaratmak için kıdem tazminatımıza da el koymak isteyecekler.

Bu nedenle, bizi “simit-çay perhizi”ne mahkum etmeye çalışanlara, mücadeleyle, direnişle karşılık vermeli, haklarımıza sahip çıkmalıyız.

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …