Son gelişmeler, artık Türkiye’nin savaşa daha yakın olduğunu göstermektedir. Bir taraftan, IŞİD terör örgütü Kobane kapılarına dayanmıştır; bu, savaşın artık yanıbaşımıza geldiğini gösteriyor. Diğer taraftan, IŞİD ile savaşma nedeniyle kurulan uluslararası koalisyona Türkiye’nin de katılması konuşulmaktadır. Eylül ayında gerçekleşen “iklim zirvesi”ne kadar, IŞİD’e “terör örgütü” bile demeyen Erdoğan, zirve sırasında ABD’ye, IŞİD’e karşı koalisyona katılacaklarına dair söz vermek durumunda kalmıştır.
2013 baharında Suriye’ye girmeyi planlayan, ancak Haziran direnişi nedeniyle bu planı hayata geçiremeyen Türkiye, bugün yeniden Suriye’yi işgal etme hayalleri kuruyor. Üstelik IŞİD’e karşı savaşıyormuş gibi görünerek, ama IŞİD’e destek vermeye devam ederek… Türkiye’nin asıl amacının Suriye’deki Kürt bölgesini işgal etmek olduğu açıktır. Ancak Kobane de direnmektedir.
49 rehine neyin karşılığı?
IŞİD’in 10 Haziran’da başlattığı Musul saldırısı sırasında Türkiye’nin Musul Konsolosluğu da basılmış ve 49 kişi rehin alınmıştı. Bu 49 rehine, bugüne kadar uluslararası kamuoyu nezdinde, Türkiye’nin IŞİD’e karşı savaşa girmemesinin gerekçesi yapılıyordu. 49 konsolosluk çalışanı, 101 gün IŞİD’in elinde rehin kaldıktan sonra, 20 Eylül günü serbest bırakıldı.
Ancak nasıl ve neden serbest bırakıldıkları, önemli bir tartışma konusu. AKP MİT operasyonuyla rehineleri kurtardığını söylüyor. Oysa, MİT’in rehinelerin serbest bırakıldığından haberi olmadığı, bu nedenle, serbest kalan rehinelerin sınırda 4 saat MİT’in gelmesi için bekletildiği sonradan açığa çıktı.
Bir başka iddia, CIA operasyonuyla rehinelerin kurtarıldığı. CIA’nın rehineleri Türkiye’ye teslim ederek “artık gerekçen kalmadı, IŞİD’e karşı savaşa katılmalısın” demiş olması ihtimali düşük değil elbette. Hele ki IŞİD’in başından itibaren ABD tarafından beslenip büyütüldüğü, 10 Haziran’da başlayan işgal harekatının, yine ABD başta olmak üzere Ortadoğu’nun Sünni ülkeleri tarafından 1 Haziran günü Ürdün’de gerçekleşen toplantıda planlandığı da biliniyor. IŞİD’in son dönemde kısmen kontrolden çıkması, gerçekte hala ABD’nin desteğini aldığı, ABD’nin Ortadoğu’daki uşakları olan Katar, Suudi Arabistan gibi ülkeler tarafından beslenmeye, silahlandırılmaya devam ettiği gerçeğini değiştirmiyor.
En akla yakın senaryo ise, Türkiye ile IŞİD arasında gerçekleşen pazarlığın sonucu olarak rehinelerin serbest bırakılmış olmasıdır. Zaten IŞİD de, liderleri olan Ebu Bekir el Bağdadi’nin emriyle rehinelerin serbert bırakıldığını duyurdu. Karşılığında Türkiye’nin ne verdiği de kısa sürede açığa çıktı: En başta, IŞİD karşıtı koalisyona girmeyeceğini açıklayarak safını belli etmişti. İkincisi, 49 rehineye karşılık IŞİD’in çok önemsediği 50 teröristi teslim etmişti. Üçüncüsü, Kobane’ye dönük saldırısında IŞİD’e 49 tank vermiş ve lojistik destek sunmuştu.
Türkiye bugüne kadar IŞİD terör örgütüne her tür olanağı sağladı. Cihatçıların tedavisi için hastaneler, dinlenmesi için devlet misafirhaneleri, askeri eğitim için dağ kampları ve üsler, dini eğitim ve kitle toplamak için dernek, silah ve teçhizat, başka destekçi ülkelerden gelen para ve silahların ulaştırılması, başka ülkelerden toplanan cihatçıların güvenli biçimde sınırdan geçirilmesi, IŞİD’in kontrolündeki petrolün kaçak hatlarla Türkiye’ye ulaştırılıp pazara sürülmesi vb. vb…
AKP hükümeti, Ortadoğu’daki savaşı, adeta kendi savaşı gibi yönlendiriyor, IŞİD terör çetesini adeta kendi ordusuymuş gibi güçlendiriyor, her tür olanağa sağlıyor. IŞİD’in Suriye ve Irak’ta sürdürdüğü savaşta, AKP hükümetinin desteği, IŞİD için kelimenin gerçek anlamıyla yaşamsal önem taşıyor. IŞİD, insan, para, silah ve lojistik gücünü Türkiye üzerinden sağlıyor.
Kobane’de varolma savaşı
Hem IŞİD, hem de Kürt halkı açısından, 15 Eylül’den bugüne Kobane’de yürütülen savaş son derece büyük önem taşıyor. Kazanan, bölgede varolma hakkını elde edecek.
Vahşi terör örgütü IŞİD için Rojava, Suriye savaşı başladığından buyana, en başta Türkiye ile serbest ilişki kurmasının önündeki bir engel olarak duruyor. Üç kantondan oluşan Rojava, Türkiye ile geniş bir sınıra sahip. Bu nedenle IŞİD’in geçişlerini, Türkiye’nin IŞİD’e yardımlarını, silah ve lojistik sevkiyatını sınırlandırıyor. IŞİD, hareket serbestisi açısından Rojava’nın ortadan kalkmasını istiyor.
İkincisi, Rojava bölgesi, bir tarafta Esad diktatörlüğüne, diğer tarafta emperyalizmin uşağı dinci gericiliğin bataklığına mahkum edilmek istenen Suriye’de, laik-demokratik bir yaşam alanı, bir direniş odağı olarak dünya halklarının sempatisini ve desteğini topluyor. IŞİD, bu odağı dağıtmak, Ortadoğu’da böyle bir örneğin yeşermesini engellemek istiyor.
Üçüncüsü, Şengal’de Ezidilerin katledilmesi sırasında YPG’lilerin savaşa dahil olarak Ezidileri kurtarması, IŞİD’i gerileten ilk unsur olarak tarihe geçti. IŞİD, ilk yenilgisini Kürt gerillası karşısında aldı. Gücünü bir propaganda unsuru olarak sürekli işlediği “yenilmezlik” ve “korkunçluk” unsurlarından besleyen, dünya halklarında korku ve dehşet yaratarak karşısında kimsenin duramayacağı mesajını yayan IŞİD’in bu imajı zayıfladı.
Bütün bunlardan dolayı IŞİD Rojava’yı yoketmek istiyor. Suriye savaşı başladığından bugüne üçüncü kez ve en şiddetli saldırısını (ilk saldırıyı El Nusra Serekaniye’ye gerçekleştirmişti) başlatmış olmasının nedeni budur.
Kobane için de bu savaş ölüm kalım savaşı. Rojava’nın üç parçasının birbirinden kopuk olması en büyük handikapıdır. Parçaların arasında ve çevresinde IŞİD’in ve El Nusra’nın hakimiyet alanları bulunmaktadır. Ve Rojava, radikal dinci çetelerle, onlara destek veren Türkiye’nin arasında sıkışmış durumdadır. Önemli su ve petrol kaynaklarına sahip olması da onu hedef haline getirmektedir. IŞİD’e yenildiği anda IŞİD’in imha harekatı, tıpkı daha önce Ezidilere ya da Türkmenlere olduğu gibi, kaçınılmazdır. Ve bu direniş, Türkiye’de yaşayan Kürt halkının da moral ve güç kaynağıdır.
PYD ve PKK son dönemde giderek artan biçimde “kardeş kavgasının son bulması”nı, “Kürt halkının birliğinin sağlanması”nı dile getirmekte, bunun çağrısını yapmaktadır. Kobane bu kadar şiddetli bir saldırı altındayken, Peşmerge’nin yardım göndermemesi oldukça çarpıcıdır. Barzani, her aşamada, Kürt halkının değil, kendi çıkarlarının peşinde olduğunu; emperyalistlerle işbirliğini, Kürt halkının birliğinden daha gerekli gördüğünü pratikte göstermektedir.
Bu koşullarda, Rojava’nın savaşa nasıl kilitlendiğini görmek zor değil. Silah ve teknolojik üstünlük IŞİD’de olmasına rağmen, savaşın dengesi bozulmuyor. Kürt halkı, büyük yoksunluklar içinde, ama irade gücüyle, kendi yaşam hakkını savunuyor ve direniyor. IŞİD’in elinde ağır silahlar ve tanklar olduğu biliniyor. Buna karşılık Rojavalılar pikap ve kamyonları kaplayarak “zırhlı araç” kategorisinde savaşa sokuyorlar.
IŞİD’in en önemli ideolojik propaganda araçları da Rojavalıların direnişinde paramparça oluyor. Mesela IŞİD teröristlerinin en büyük korkusu (belki de tespit edilen tek korkusu) kadın savaşçılar tarafından öldürülmek; çünkü o zaman “şehit” olamadıklarını, bu nedenle cennete gidemeyeceklerine inanıyorlar. Ve Rojavalı kadın gerillalar-kadın direnişçiler büyük bir inançla, kararlılıkla ve cesaretle en önde savaşıyorlar.
Mesela, IŞİD’in terör ve korku yayma unsuru olarak kullandığı “kafa kesme” görüntülerinde, katledilen rehinelerin herbiri adeta “kurbanlık koyun” pozisyonuna sokuluyor, onlar üzerinden bir dehşet oluşturuluyor. Oysa IŞİD saflarından kaçan bir katilin anlattığına göre; esir alınan ve kafası kesilerek öldürülen bir YPG’li, son nefesine kadar, IŞİD’lileri aşağılamaya devam etmiş. Düşman saflarından gelen bu anlatım, YPG’lilerin yiğitliğini ve inancını gösteren çarpıcı bir örnek.
Mesela, başta Suruç olmak üzere Urfa’nın sınır köylerinde, halk “IŞİD nöbeti” tutuyor. Gece-gündüz demeden, sınır tellerine, evlerin çatılarına, yol kenarlarına yığılmış bir halde, Kobane’deki savaştan kaçan IŞİD’lilerin Türkiye sınırını geçmesini engellemeye hazırlanmış, bekliyorlar. IŞİD’lilerin Türkiye sınırını kevgire çevirdiğini, her tür ihtiyacını Türkiye’den karşıladığını bütün dünya biliyor. Ve Urfalılar bu trafiği durdurmak, IŞİD’in Türkiye’den yardım almasını önlemek için nöbet bekliyor.
Emperyalistler Rojava’ya yardım eder mi?!
Rojava halkı, emperyalistlerin ve Türkiye’nin kendisine silah desteği vermesini istiyor. Keza ABD’nin “IŞİD’e karşı savaş” adıyla bir koalisyon oluşturmasından memnun olduklarını belirtiyorlar.
IŞİD’in gelişkin askeri teçhizatı ve silahları karşısında, Rojavalıların teknik ve donanım olarak güçlenme talebi elbetteki doğaldır. Ancak emperyalistlerden ve işbirlikçilerinden gelecek desteğin içeriği ve karşılığı ne olacaktır, bunun üzerinde durmak gerekir.
Mesela Erdoğan, ABD’ye gittiği günden beri, IŞİD karşısındaki söylemini değiştirdi, uluslararası koalisyona katılacağını, “gereken neyse” yapacağını ilan etti. Ve hemen arkasından, Suriye’nin kuzeyinde “uçuşa yasak bölge” ve “tampon bölge” konularını ısrarla işlemeye başladı. Büyük bir pervasızlıkla, bu iki önerisinin IŞİD’i zayıflatmak amaçlı olduğunu söylüyor üstelik. Oysa açık ki, “uçuşa yasak bölge” isteği, Esad yönetiminin IŞİD’i bombalamasını ve Rojava’ya lojistik destek sunmasını engellemek amaçlıdır; “tampon bölge” ise, Rojava’nın Türk ordusu tarafından işgal edilmesinden başka birşey değildir. Öyleyse, Rojavalıların ve HDP’nin, IŞİD’in en büyük destekçisi AKP’den bir beklentisi olmamalıdır.
Kürt halkının ABD’den beklentileri de benzer niteliktedir. Bugün bütün Kürt örgütlenmeleri (KCK, PKK, Barzani, YPG, HDP), ABD’nin Kürt halkına silah vermesini istemekte, her vesileyle bunu tekrar etmektedir. Hatta Selahattin Demirtaş, bu taleple ABD’ye gitmiş, doğrudan görüşmelerde bulunmuştur.
Keza, Şengal Dağı’nda Ezidilerin YPG tarafından kurtarılmasının ardından; ABD askeri bölgeye gelmiş, sözde “insani yardım” getirmiş, Ezidilerle görüşmüştü. PKK ve YPG’liler bu görüşmelerde ABD subaylarına tercümanlık ve rehberlik yaptılar. Bu sırada silah isteklerini tekrarladılar.
Oysa, ABD ordusu, dünyanın her tarafında tüm halkların gözünde “işgal ordusu”dur. Halklara “barış” değil, sadece ve sadece işgal-vahşet-katliam getirmiştir. Böyle bir ordu, Kürt halkına neden yardım etsin?
Bunun tek bir nedeni vardır. Bugün Öcalan ve PKK, ABD ile işbirliği yapmaya fazlasıyla istekli olmakla birlikte, PYD kısmen-sınırlı da olsa bağımsız denebilecek bir çizgi izliyor. İki yıldır Suriye’deki radikal islamcı ve ABD destekli çetelerle çatışıyor olmaları; bu çetelere ve onların arkasındaki ABD desteğine rağmen varlıklarını korumayı başarmaları, bu sınırlı bağımsızlığın en önemli nedenidir. Suriye devleti, Rojava’ya karşı bugüne kadar herhangi bir saldırı gerçekleştirmemiş, üstelik son günlerdeki Kobane saldırısı sırasında IŞİD’i bombalayarak destek vermiştir. Oysa ABD’nin Suriye topraklarında IŞİD’in üzerine yağdırdığı bombalar, Kobane’ye fayda değil, daha fazla zarar vermektedir; bunu PYD uluslararası kamuoyuna da duyurmuştur.
PYD’nin PKK’ye ve Öcalan’a bağlılığı açıktır. Ancak savaş koşullarında, PKK’nin ve Öcalan’ın tercihleri, siyasi rotaları ne olursa olsun, PYD’nin somut olarak “düşman”ı, Suriye ve Esad değil, ABD destekli terör çeteleridir. Bu nedenle, Öcalan’ın İmralı’dan üstüste gönderdiği talimatlara rağmen, geçmişte ÖSO ile birlikte hareket etmeyi de, Esad’a karşı savaştırmayı da başaramamıştır. Çünkü önceliği, Rojava’yı, radikal islamcı çetelere karşı savunmaktır. Ayrıca Suriye’nin genelindeki gelişmeler, PKK ve Öcalan’ın talimatlarını geriye düşürmüştür.
Bugün Kürt halkı, emperyalistlere güvendiği, onlardan destek ve yardım beklediği oranda, onlara bağımlılıktan, emperyalist politikalara alet olmaktan kurtulamaz. Bu bağımlılık altında elde edilebilecek somut ve halkların çıkarına bir kazanım da olamaz.
Diğer taraftan Rojava’da Kürt halkı, öncelikle kendi gücüne güvenerek savaşıyor, direniyor. Emperyalistlerin silah desteğinden daha önemli olan şey, bağımsız kalabilmektir. Bu savaşı kendi gücüyle ve başta Türk halkı olmak üzere halkların desteğiyle kazandığı koşulda, başlattığı demokratik yönetimi ileriye taşıyabilir; Kürt halkının tarihinde ikinci defa (ilki Mahabad Kürt Cumhuriyeti’ydi) bağımsız ve halkçı-demokratik bir devlet kurma yönünde bir başarı gerçekleştirebilir.
Zaten emperyalistler, kendilerine rağmen başarı kazanıldığında akbabalar gibi üşüşürler. Tıpkı Şengal’de olduğu gibi, halklar katledilirken ortada olmayanlar, hatta IŞİD’i Ortadoğu halklarının üzerine salanlar, Şengal’deki zaferin ardından hemen gelip ortalığı kolaçan ettiler. Tıpkı II. emperyalist savaş sırasında faşistler bütün Avrupa’yı kasıp kavururken ortalıkta olmayanlar, sosyalist Sovyetler Birliği Berlin’e doğru yürümeye başladığında koşa koşa gelip Kızılordu’dan önce Berlin’e ulaşmaya çalışırlar.
Bugün Rojava halkı IŞİD karşısında zaferler kazandıkça, ABD oraya da uzanacak, Rojava’ya çöreklenmeye çalışacaktır. Kürt halkı emperyalistlere prim vermediği sürece, gerçek anlamda kazanmış olacaktır.
Türkiye’nin savaş hazırlıkları
Bu hazırlıklar, her alanda kendisini gösteriyor ve hızla artıyor.
Mesela, devlet, Kobane’den gelen sığınmacıların sayısını sürekli olarak yükseltiyor, gerçek olamayacak abartılı rakamlar ilan ediyor. 400 bin nüfusu olan ve IŞİD saldırıları sonrası Arap-Türkmen göçüyle nüfusu 200 bin kişi daha artan Kobane’den Türkiye’ye iki günde 150 bin kişi geldiğini iddia ediyor. Oysa Suruç’taki tablo, en fazla 20 bin kişinin geldiğini gösteriyor.
Sığınmacıların sayısının 100 bini geçmesi, uluslararası anlaşmalar gereğince, Türkiye’ye Suriye’ye girme hakkı veriyor. Türkiye bu nedenle sığınmacıların sayısını abartıyor. Yarın Kobane’ye yapılacak bir saldırı için uluslararası meşruiyet sağlamaya çalışıyor. Üstelik “sığınmacılara yardım” gerekçesiyle, uluslararası kuruluşlardan maddi destek de almış oluyor. Kobaneliler, DBP’li belediyelerin ve halkın yardımıyla ayakta durmaya çalışırken, onların sırtından hükümetin kasasına para akıtıyor.
AKP, “IŞİD’e karşı savaş”tan sözetmeden, “tampon bölge” ve “uçuşa yasak bölge” taleplerini tekrar tekrar öne sürülüyor. Her ikisi de IŞİD’e değil, Rojava’ya dönük tehdit anlamına gelen bu talepler, Türkiye’nin savaşta nasıl konumlanacağını da gösteriyor.
Dergimiz yayına hazırlandığı sırada, Suriye ve Irak’ta savaşa girmekle ilgili tezkerelerin meclise gönderileceği konuşuluyordu. Türkiye, Rojava için IŞİD’in de yetmediğini gördü, kendisi artık doğrudan devreye girmek istiyor.
DBP’liler, Türkiye’nin Kobane’ye destek olmasını, YPG’ye silah vermesini vb. talep ediyor. Hatta, Türkiye’nin IŞİD’le savaşmak üzere Suriye topraklarına girmesinde bir sakınca görmeyenler bile var. Oysa, Kobane’yi yoketmek-yutmak isteyen bir Türkiye’nin savaşa girmesinin Kobane’ye de, Kürt ve halkına da bir faydası olmayacaktır.
Türkiye’nin, Kobane’ye silah ve destek vermeyeceği açıktır. Kürt halkının, düşmanından silah ve destek istemesi doğru değildir. Türk devletinden tek talep, sınırdan IŞİD geçişlerine izin vermemesi olabilir ancak. Bu da, gerçekleşebilir bir talep olarak değil, Türk devletini uluslararası kamuoyuna teşhir etmek amacıyla gündeme gelebilir.
Türkiyeli işçi ve emekçilerin, Kürt halkına en büyük desteği, Türkiye’nin savaşa girmesini durdurmak için harekete geçmektir. Türkiye’nin Suriye’yi işgali, hem Kürt hem de Türk halklarına savaşın vahşetinden ve acılarından başka birşey getirmeyecektir.
Rojava’nın zaferi, halkların zaferi olacaktır
Son dönemde ortaya atılan bazı iddialar, Kürt halkı üzerinden yeni planlar yapıldığını gösteriyor. Bu iddialara göre, Kürdistan’ın Suriye’deki parçasının, Türkiye ile Irak arasında paylaştırılması konuşulmaktadır. Rojava’ya bağlı Cizire kantonunun Barzani’ye verilmesi, Kobane ile Afrin kantonlarının ise Türkiye tarafından ilhak edilmesi üzerine pazarlıkların yürütüldüğü, basında yer aldı.
Rojava, tüm dünya halklarının sempatisini kazanan iki önemli başarı elde etti. Kendi gücüyle demokratik-halkçı bir yönetim kurdu ve IŞİD’e geri adım attırdı. En başta ABD, bu başarının örnek olmasını, bir odak olarak yaşamasını ve halklara umut vermesini istemiyor. Bu nedenle, yıkılmasını herkesten daha fazla ABD istiyor.
Bu koşullarda, Rojava’nın parçalanması yönünde plan yapılmış olabilir. Hele ki, Türk devleti, bu son derece stratejik önemdeki bölgeyi kendi topraklarına katmak konusunda gayet istekli davranacaktır.
Burada, PKK’nin tutumu belirleyici olacaktır. Son dönemde, hem Türk devletinde, hem de PKK’de, “çözüm süreci başarılı olmazsa Rojava da başaramaz” yönünde söylemler arttı. Oysa durum tam tersidir. Türkiye’deki “çözüm süreci”nin başlaması bile, son iki yılda Suriye ve Irak’taki gelişmelerle, Rojava’nın başarılarıyla doğrudan ilişkilidir. Ve Rojava kaybederse, parçalanırsa, bir biçimde başarısız olursa, Türkiye’deki “çözüm süreci” de bitebilir. Zaten “çözüm” diye sunulanlar, Kürt halkının fiilen elde ettiği kazanımlarını tanımaktan ibarettir. Hatta anadilde eğitimde yaşandığı gibi onlarda bile geriye çeken, engellemeye çalışan bir politika izlenmektedir.
Sonuç olarak Kürt ve Türk halklarının kazanımını sağlayacak en önemli unsur, emperyalistlere ve işbirlikçilerine karşı birleşik mücadeleyi yükseltmeleri, kendi güçlerine güvenerek direnmeleri ve kendi haklarını dişediş bir mücadele ile kazanmalarıdır.