Kazanmak için kaç kere seçime girmek gerekiyor?

pdd-arka-logo-1

31 Mart seçimlerini CHP’nin adayı Ekrem İmamoğlu kazandı. Belli ki bu defa AKP’nin hileleri yeterli olmamıştı. Seçim öncesi hileler yetmeyince, seçim sonrası hileler devreye girdi. Önce 17 gün boyunca çeşitli bahanelerle mazbata verilmedi, İmamoğlu göreve başlayamadı. Ve seçimlerin üzerinden 37 gün geçtikten sonra da seçim iptal edildi. Hem de kimseyi inandırmayacak, son derece saçma sebeplerle…

 

CHP alttan aldıkça kaybediyor

Bu seçimlerin iptal edileceği belliydi aslında. CHP’nin ilk günden itibaren tutumu, bu sonucu adım adım hazırladı.

AKP için İstanbul vazgeçilmez önemde, bu biliniyor. Çünkü İstanbul’u kaybetmek, “iktidarı kaybetmek” anlamına gelecek. Bu hem maddi kaynakların kesilmesi yönüyle böyle, hem de İstanbul’u yönetmenin siyasal anlam ve önemi yönüyle.

Ancak CHP ilk günden itibaren bu gerçeğe denk bir duruş içinde olmadı. Alttan alan, barışçıl mesajlar veren bir çizgi izledi. “Sevimli” ve “sıcak” bir görünüm, esprili bir söylem, yumuşak bir duruş sergiledi. Örtük biçimde, “suçlarınızı çok da fazla ortaya dökmeyeceğiz, suçlarınız için sizi yargılamayacağız” mesajı sürekli biçimde verildi.

Mesela Kılıçdaroğlu konuşmasında açık biçimde geçmişle kavga etmeyeceklerini söyledi.

İmamoğlu konuşmaları sırasında kitlenin AKP’yi yuhlamasına izin vermedi, tersine “yuhlamak yerine kahkaha atacağız” dedi.

17 gün boyunca, AKP’nin ya da MHP’nin “şu oylar da sayılsın, bu oylar da sayılsın” biçiminde, bitmek tükenmek bilmez taleplerinin hepsine, “tamam onu da sayalım, sonuç değişmeyecek”, “tamam öbürünü de sayalım sonuç değişmeyecek” cevabını verdi ve gerçekten de talep edilen bütün torbalar yeniden sayıldı.

Belediyede çalışmadan ücret alan “bankamatik işçileri”ne “kendiniz istifa edin, gidin” dendi. Bolu’da itfaiye eri olarak işe başlayan ve hızla 6 ayrı bölümün yöneticiliğine yükseltilip, 6 ayrı ücret alan bir kişi, yeniden itfaiye eri kadrosuna indirildi. Oysa, “bankamatik çalışanlar”ın tümü soruşturulmalı, bugüne kadar aldıkları ücretler geri istenmeli, hatta haklarında dava açılmalıydı.

Hepsinden önemlisi, Kılıçdaroğlu’na linç girişiminde bulunulması karşısında bile yeterince güçlü ve sonuç alıcı biçimde tepki göstermediler.

Mel Gibson’un oynadığı Cesur Yürek (Braveheart) filminde şöyle bir sahne vardı. İngiliz kralı, William Wallace önderliğinde ayaklanan İskoçlarla pazarlık görüşmelerini başlatmaya karar verir. Ancak görüşmeye kimin gideceği önemli bir sorundur. Kendi kendine söylenir: “Ben gidersem beni öldürürler, (silik ve beceriksiz oğluna bakar), oğlumu göndersem bütün İngiltere’yi fethetme isteği duyarlar.”

CHP’nin tutumu da buna benzemektedir. Seçimlerden buyana izlediği tutum, AKP’yi, seçimleri iptal etme konusunda cesaretlendirmiştir.

 

“Her şey çok zor olacak”

Bu sözler, CHP’nin reklam kampanyasını yürüten kişiye aittir. CHP’nin 31 Mart gününden beri değişmeyen hafifseme tutumu, onun bile tepkisini çekmiştir.

AKP döneminde yaşadığımız bütün seçimler şu gerçeği ortaya koydu. Erdoğan kazanamayacağı seçime girmiyor! Her seferinde başka bir hile yapıyor, başka bir sandık yolsuzluğu gerçekleştiriyor, başka bir yöntem buluyor; ve seçimi kazanıyor.

Şimdi de aynı planı yapmaktadır Erdoğan. İstanbul’u kaybetmeyi reddetmektedir ve geri almak için harekete geçmiştir. Ve kazanmak için her türlü planı, hazırlığı yapmaktadır.

Seçimlerin iptal edilmesinden hemen önce Öcalan’ın mektubunun devreye sokulması bunun göstergesidir. Kürt halkının oylarını alabilmek için manevra yapmaktadır. Elbette 2015 yılından bu yana Kürt kentlerinde yaşanan kıyımlar-katliamlardan, kayyum atamalardan mazbata iptaline, cezaevleri önlerinde analara saldırılara kadar yaşanan pek çok gelişme, Kürt halkının AKP karşısındaki tutumunu belirlemektedir.

Ancak bu mektup meselesi, Erdoğan’ın her şeyi denemeye hazır olduğunu göstermektedir. Ve CHP, işin ciddiyetinin farkında değilmiş gibi davranmaktadır. Fazla bayram havası estirilmekte, “moralimiz yüksek” mesajı abartılmaktadır. Adeta seçim yenileneceği için “sevinmiş” görünmektedir.

Oysa AKP kıran kırana bir savaşa hazırlanmaktadır. Yeni seçimler, bu savaş psikolojisi içinde geçecektir. Seçimi kazanmak isteyen AKP, her yöntemi kullanacaktır. Geçen 37 günlük süre içinde, bunun planı-hazırlıkları yapılmıştır.

Bu süreç, esprili twitlerle, mutlu tablolarla, “hayat bayram olsa” kıvamında geçmeyecektir. Çok zorlu, çok sancılı, şiddetin dozunun arttığı, doların yükseldiği, ekonomik krizin derinleştiği, belki Suriye topraklarında yeni bir savaş ortamının yaratıldığı; sonuç olarak kitlelerin kan ağladığı bir süreç olacaktır.

 

Bu bir sandık darbesidir

CHP ise “eğlencenin dozunu kaçırmış” durumdadır. CHP bir yana, seçmene-kitlelere büyük bir “haksızlık” sözkonusudur burada. Elbette AKP’den önce de bu ülkede faşizm vardı, katliamlar vardı, seçim hileleri vardı. Ancak AKP dönemi bunların ayyuka çıktığı bir dönemdir. Kitlelerin gözünün içine baka baka yapılan hileler, son derece açık yolsuzluklar sözkonusudur. Düzenin kendi yasaları bile pervasızca ihlal edilmektedir. AKP’nin meşruiyetini inşa ettiği seçim sandığı bile, bu durumdan nasibini almıştır.

Buna karşı yapılması gereken, “espri yapmak” değil, işin ciddiyetine denk bir mücadele örgütlemektir.

“Bu defa yüzde 60-70 oy alarak kazanacağız” diyen CHP’ye ve CHP’nin kuyruğuna takılarak kitleleri sandığa çağıran tüm siyasi kurumlara sorulacak soru şudur:

CHP 23 Haziran seçimini de kazandıktan sonra seçim iptal edilir ve yenilenme kararı alınırsa ne yapacaklar?

İstanbul’da seçim iptal kararına tepki gösterilmemesinden cesaret alan AKP’nin mesela hemen ardından Ankara seçimini de iptal etmesi durumunda ne yapacaklar?

AKP mesela Antalya’ya ya da Adana’ya kayyum atamaya kalkarsa ne yapacaklar?

CHP ve kuyruğundakiler, geri adım atmayı nerede durduracaklar? Bu saçmalığa daha ne kadar ortak olacaklar?

Bu süreçteki tek olumluluk, YSK’nın seçim iptal kararının verildiği gün, akşam sokaklara çıkan kitlelerin ruh halidir. Beşiktaş, Kadıköy, Şişli gibi CHP’nin güçlü olduğu yerlerde, Gazi, Nurtepe gibi emekçi semtlerde aynı akşam kitleler sokaklara döküldüler ve saatler boyunca sloganlar atarak yürüyüşler yaptılar. Adeta Gezi Ayaklanması günleri hafızalarda canlandı. Ve polis, saatler süren bu gösterileri seyretmekle yetindi; daha doğrusu, bu eylemlere saldırmaya korktu. Çok daha büyümesinden, bu defa Gezi’yi de aşan bir niteliğe bürünmesinden korktu. Kitleler, CHP’nin bugüne kadar ki tüm yatıştırma çabalarına rağmen, YSK’nın kararı karşısında bir öfke ve kararlılık patlaması ile sokaklara döküldü.

23 Haziran seçimleri, tam da kitlelerin bu ruh hali ile kazanılacaktır; sandığa atılacak oylar, kopyası alınacak tutanaklar, oy torbaları başında beklenecek nöbetlerle değil. AKP, kitlenin öfkesi, direnci, kararlılığı karşısında kaybedecektir; bütün kuralları AKP tarafından konulmuş “yeniden seçim” saçmalığı ile değil.

 

Faşizme karşı dişediş mücadele

Dergimizin son sayısı, YSK’nın seçimleri iptal kararından önce çıkmıştı. Buna rağmen, yaşanacaklar öngörülmüş ve bu duruma ilişkin değerlendirmeler yapılmıştı.

“Bu kan denizinin ufkundan KIZIL BİR GÜNEŞ DOĞACAK!” başlıklı başyazının sonunda şunlar söyleniyor:

“İşçi ve emekçiler krizin yükü altında ezilirken, AKP-MHP bloku kaybettiği seçimleri iptal ettirme derdinde… 31 Mart seçimlerinde aldıkları yenilgiyi hala hazmedemediler. Seçimlerin üzerinden bir ayı aşkın süre geçtiği halde, itirazları, oyunları bitmiyor. İleri sürdükleri bütün kozlar işe yaramayınca, açıktan YSK’yı tehdit etmeye başladılar. Sandık kurulları hakkında davalar açıp FETÖ’cülükle suçlamaları, aynı zamanda YSK üyelerine de bir gözdağı anlamını taşıyor.

YSK’nın bugüne dek neler yaptığını biliyoruz. Mühürsüz oylardan ölü seçmenlere kadar her tür hileye göz yumdu; bizzat uygulayıcısı oldu. Onun için onlardan yasalara uygun davranmalarını beklemek, bu yönde çağrılar yapmak boşunadır. YSK’nın bir kez daha AKP-MHP’nin isteklerini yerine getirmemesinin tek koşulu, muhalefetin buna izin vermeme kararlılığı olacaktır.

Bu noktada başta CHP olmak üzere muhalefet partilerinin tutumu önem kazanıyor. Seçimin yenilenmesi gibi keyfi bir tutumu tanımayıp seçimleri boykot edeceklerini duyurmaz iseler, zaten kaybetmişler demektir. Esasında bu kararı çok önceden alıp net bir duruş ortaya koysalardı, bu noktaya kadar gelinmezdi. Her zamanki uzlaşmacı tutumları ve kitleleri sokağa dökme yönündeki ürkeklikleri, sürecin uzamasındaki asıl faktördür.

Yaşanan onca deneyimin ardından, hala “yeni bir seçimde yüzde 60 oy alırız” diyerek, bu seçimlere katılmayı savunanlar, AKP-MHP blokunun gizli destekçileridir. Bu rezaletin bir parçası olmak, faşist-gerici blok karşısında diz çökmek, dahası ona hizmet etmek demektir.

* * *

AKP-MHP bloku, 31 Mart seçimlerinde düşüşlerini gördü. Asıl kıyameti İstanbul üzerinden koparmaları, İstanbul’un nüfus yoğunluğu ve psikolojik etkisi kadar, ekonomik olarak elinde tuttuğu güçtür.

İstanbul Belediyesi’nin bütçesi, birçok bakanlığın bütçesinden fazladır. Milli gelirin yüzde 31’i İstanbul’da üretilmektedir. Nemalandıkları muslukların önemli bir kısmının kapanması halinde, etraflarındaki tarikatları, çeteleri doyuramayacakları ve altlarındaki halının çekileceğini bildiklerinden, tüm güçleriyle yükleniyorlar.

Yaşadıkları korku ve tedirginlikle pervasızca kararlar alıyor, saldırıya geçiyorlar. Kılıçdaroğlu’na linç girişimi, ayakta kalabilmek için her şeyi yapacaklarını gösteriyor. Böylesi bir gözü dönmüşlük karşısında, uzlaşmacı esnek tutumların kazanma şansı yoktur.

“Faşizm aç kurt gibidir, onu tavizlerle doyuramazsınız” diyen Komünist Enternasyonal, Hitler-Mussolini faşizmini yaşayarak bu tespiti yaptı.

Faşizmin panzehiri sınıf mücadelesidir. Faşizme karşı dişe diş bir mücadeleyi göze almadan, bırakalım yıkmayı, geriletmek bile mümkün olmaz.”

 

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …