Öcalan, 8 yıl aradan sonra avukatlarıyla görüştürüldü. Hem de Mayıs ayı içinde iki kez…
İlk görüşmenin tam da İstanbul seçimlerini yenileme kararının alındığı güne denk getirilmesi, ilk anda AKP’nin seçim atraksiyonu olarak değerlendirildi. 31 Mart seçimlerinde CHP’nin adayı İmamoğlu’nu destekleyen HDP’yi, 23 Haziran’da yenilenecek olan seçimlerde AKP’nin yanına çekme hamlesi olarak… Daha ileri gidip AKP’nin yeni bir “çözüm süreci” başlatacağını, bunun ilk adımının atıldığını söyleyenler de oldu.
Buna karşın Adalet Bakanı, Öcalan’ın avukatlarıyla görüşmesinin, İstanbul seçimleri ve çözüm süreci ile ilgisi bulunmadığını, hukuki bir durum olduğunu, yasak kararının kaldırıldığını belirtti. Oysa böyle bir yasağın hukuki bir temeli yoktu. AKP’nin keyfi biçimde koyduğu bu yasak, yine ihtiyaçları doğrultusunda kaldırılıyordu. Kaldı ki, bu 8 yıllık sürede avukatlarıyla görüştürülmedi fakat ailesi ve “çözüm süreci” kapsamında HDP milletvekilleri ile görüşmeler yapıldı. Ne var ki, “çözüm süreci”nin bitirildiği dönemden bu yana (tam tarih olarak 5 Nisan 2015’ten sonra) neredeyse tüm görüşmeleri kesilmiş ve Öcalan üzerindeki tecrit daha da ağırlaşmıştı.
HDP milletvekili Leyla Güven’in başlattığı ve giderek kitlesel bir hal alan açlık grevleri, bu ağırlaştırılmış tecridi kırmak içindi. Avukatlarla görüşme yasağının kaldırılması, bu yönde atılmış bir adım olarak görülebilir. (Ocak ayı içinde Öcalan’ın kardeşi de bir görüşme yapmıştı.) Öcalan’ın avukatlarıyla gönderdiği mektupta, açlık grevlerinin sonlandırılması da var. Dolayısıyla AKP, tecride karşı süren açlık grevlerini bitirmek için Öcalan’la avukatlarının görüşmesine olanak tanıdı. Çünkü 6 aydır süren ve son ayda ölüm orucuna dönüşen açlık grevleri, tam da seçimin öngününde AKP’yi zorlayacaktı. Fakat bu mektubun ve avukat yasağının kaldırılmasının tek nedeni açlık grevlerini bitirmek ya da İstanbul seçimlerini kazanmak değil. Birden fazla nedeni ve olası sonuçları olacağını söylemek mümkün.
Bunları anlayabilmek için önce mektupla yazılanlara (basında yer aldığı kadarıyla) ve içerde-dışarıda yaşanan gelişmelere bakmak gerekiyor. Tabi ki, bundan sonra hükümetin ve Kürt hareketinin atacağı adımlar, Öcalan’la görüşme izninin nedenlerini daha net biçimde ortaya koyacaktır.
İlk hedef, açlık grevlerini bitirmek
Öcalan’ın avukatlarıyla görüşmesi 2 Mayıs’ta gerçekleşiyor. Ancak bu konudaki açıklama, 6 Mayıs’ta, -YSK’nın İstanbul seçimlerini yenilenme kararını aldığı gün- yapıldı. Ayrıca görüşme başvurusunda bulunan dört avukattan sadece ikisinin kabul edildiği, Öcalan’ın görüşmeye elinde bir metinle geldiği, ancak sözkonusu mektubun 4 gün sonra verildiği, avukatları tarafından açıklandı.
Mektubun altında Öcalan’ın dışında İmralı’ya sonradan götürülen üç tutsağın adının da yeralması, çeşitli yorumlara yol açtı. AKP’nin Öcalan’ı doğrudan muhatap almıyormuş gibi bir izlenim yaratmak istemesi, bunlardan biri. “Kürt seçmeni kazanayım” derken, şoven-milliyetçi oyları kaybetme riskine karşı bir önlem olabilir. Bir diğeri ise, -daha çok Kürt basını tarafından ileri sürülen- Öcalan’ın bundan sonraki gelişmeleri tek başına üstlenmek istememesi. Ya da mektuptaki mesajların Öcalan tarafından verildiğinin tanıklarının olması…
Bu yorumların ne kadar isabetli olduğu tartışmalıdır elbette. Esasında mektupta Öcalan’ın imzası olduktan sonra, bu tür yöntemlerin pek bir faydası olmaz. AKP’nin şoven-milliyetçi kesimleri yatıştırma girişimi yönünden baktığımızda; BBP’den gelen cılız bir itirazı saymazsak, başta MHP olmak üzere ciddi bir karşı çıkış da gelmedi. Ki AKP’yi asıl MHP’nin tutumu ilgilendiriyor. CHP’nin şovenlerini ise, HDP’nin 23 Haziran seçimlerinde de İmamoğlu’nu destekleyeceklerini açıklaması büyük oranda yatıştırdı.
Sonuçta Öcalan’la görüşme, düzen partileri tarafından kabullenilmiş görünüyor. Fakat Öcalan’ın avukatları, bu görüşmenin arkasının gelip gelmeyeceği konusunda endişelerini ifade ettiler. Elbette görüşmelerin AKP’nin keyfiyetinden çıkarılıp yasal bir statüye kavuşturulması gerekiyor. Avukatların ve açlık grevindeki tutsakların talebi de bu. Onun içindir ki, Öcalan’ın avukatlarıyla görüştürülmesi sonrasında açlık grevini bitirmediler. Zaten mektupta, -2012 yılındaki açlık grevleri dönemindekinin aksine- “bitirin” sözü bulunmuyor. “Ölümle sonuçlanacak noktaya taşınmaması” uyarısıyla yetinilmiş.
İnsan Hakları Derneği, Nisan ayında 92 cezaevinde 3 bini aşkın tutsağın açlık grevinde olduğunu açıklamıştı. 30 Nisan’dan itibaren 15 tutsak, açlık grevini ölüm orucuna çevirdiklerini duyurdu. Böylece her an arka arkaya ölümlerin yaşanacağı bir döneme girilmiş oldu. Ayrıca Mart ayı içinde 7 kişi kendini yaktı. Bu kişilerin naaşlarının gece saatlerinde götürüldüğü ve defin işlemlerine sadece en yakın aile bireylerinin katılmasına izin verildiği, avukatları tarafından belirtildi.
Bütün bunlar, AKP’nin sıkıştığını, yeni ölümleri durdurmak için Öcalan’la görüşmenin önünü açtığını gösteriyor. İlk görüşme sonrasında bu gerçekleşmedi, fakat önümüzdeki günlerde daha net mesajlarla direnişi bitirmeye çalışacakları açıktır.
Asıl sorun Suriye
Öcalan’la görüşmenin önünün açılmasındaki asıl hedefin Suriye olduğu, mektupta yazılanlardan da anlaşılıyor. Ayrıca uzunca bir süredir ABD ve Rusya arasında gelip giden AKP için, bu manevraların sonuna gelindiğini gösteren ciddi gelişmeler var. AKP’nin alanı daralınca, Kürt hareketiyle bir biçimde ilişkiye geçmeden Suriye’de yol alamayacağı gerçeğinden hareketle, bir kez daha Öcalan’a başvurduğu görülüyor.
Önce mektupta Suriye konusunda yazılanlara bakalım:
“Türkiye’nin ve hatta bölgenin sorunlarını, başta savaş olmak üzere, fiziki şiddet araçlarıyla değil, yumuşak güçle, yani akıl, politik ve kültürel güçle çözebiliriz. İnanıyoruz ki Suriye Demokratik Güçleri (SDG) kapsamında, Suriye’deki sorunların çatışma kültüründen uzak durularak; içinde bulundukları konumun, durumun Suriye’nin bütünlüğü çerçevesinde Anayasal güvenceye kavuşturulmuş yerel demokrasi perspektifinde çözüme ulaştırılması amaçlanmalıdır. Bu bağlamda Türkiye’nin hassasiyetlerine de duyarlı olunmalıdır.”
Burada altı çizilmesi gereken ilk nokta; “Türkiye’nin hassasiyetlerine duyarlı olunmalı” cümlesidir. Öcalan aracılığıyla PYD-YPG’ye söylenen; Türkiye’yi karşısına almadan “yerel demokrasi” çerçevesinde kazanımlarını yasal güvenceye kavuşturmasıdır. Son dönemde Suriye’de YPG ile Türk askerleri arasında çatışmaların yaşanması, Türkiye sınırları içinde asker ölümlerinin artması, bu yönde uyarıları gerekli kılmış olmalı. Ayrıca önceden olduğu gibi “fiziki şiddet” yerine “yumuşak güç”, “çatışma kültüründen uzak durmak” gibi barışçıl-uzlaşmacı mesajlar tekrarlanıyor.
Bu mektubun yazılmasından gönderilmesine kadar her aşamada denetimden geçtiği ve onaylanmayan görüşleri içermeyeceği açıktır. Zaten Mayıs ayında gerçekleşen “Suriyeli Aşiretler Çalıştayı”nda SDG komutanı Mazlum Kobani, Türkiye ile dolaylı görüşmelerin olduğunu açıklamıştı. MİT yetkililerin son aylarda hem Kobani ile, hem de Öcalan’la sıkça görüştüğü ve bunun ABD’nin arabuluculuğu ile gerçekleştiği ortaya çıktı. ABD’nin Suriye temsilcisi Jim Jeffrey’in Türkiye ile SDG arasında mekik dokuduğu biliniyor. Jeffrey, Öcalan’ın avukatlarıyla görüştüğü 2 Mayıs günü de Türkiye’deydi.
Bütün bunlar, bu görüşmenin Suriye’deki gelişmeler üzerinden gerçekleştiğini ve arkasında ABD’nin bulunduğunu gösteriyor. Çünkü AKP, S-400 ve F-35 çıkmazı başta olmak üzere her cepheden sıkışmış durumda. Ağır ekonomik yaptırımlar tehdidi altında. ABD, Suriye’deki çıkarları doğrultusunda Türkiye’yi Kürt hareketiyle görüşmeye zorluyor. Türkiye’nin kuracağı “tampon bölge” karşılığında Kuzey Suriye’deki Kürt yönetimini tanımasını istiyor.
ABD bunları istiyor fakat Rusya da boş durmuyor. İdlib’i bombalamaya başlaması, Türkiye’ye verilen bir mesaj aynı zamanda. Türkiye’nin İdlib konusunda verdiği taahhütleri yerine getirmemesi, üstelik Afrin’den başlayarak ele geçirdiği yerlerde duvar örmeye başlaması, yani Suriye topraklarını kendi sınırları içine almaya kalkması, başta Esad yönetimi olmak üzere ona destek veren İran ve Rusya’yı hareket geçirdi. Rusya gerek S-400 gerekse Suriye konusunda ABD tarafından sıkıştırılan Türkiye’yi karşısına almamaya çalışarak yeni hamleler yapıyor.
Bir yol ayrımına gelip dayanan AKP, Öcalan üzerinden Kürt hareketini olabildiğince taviz vermeye zorluyor. Ancak YPG buna ne kadar yanaşacak; dahası Rusya ve İran’ı karşısına alma pahasına ABD ile ilişkileri ne kadar ileri götürebilecek, hepsi soru işaretleri ve handikaplarla dolu bir süreç…
AKP, Öcalan’la görüşmelerin önünü tekrar açarak bu yönde bir adım attı. Fakat bu adımın arkasının ne kadar ve nasıl geleceği meçhul.
Sonuç olarak
Öcalan’la görüşmede AKP’nin amaçladığı hedefler olduğu, ama önünün de dümdüz olmadığı, aksine pek çok engel ve pürüz bulunduğu yeni bir dönemin içindeyiz.
AKP’nin bu hamlesiyle, İstanbul seçimlerinde Kürt seçmenlerin en azından bir kısmını çekebilmesi veya sandığa gitmemelerini sağlaması belki mümkün olabilir. Fakat HDP’yi İmamoğlu’nu desteklemekten vazgeçirmeyi başaramamıştır. Dolayısıyla Kürt halkının önemli bir kısmı yine AKP’nin karşısında oy kullanacaktır.
Açlık grevleri ise halen sürmektedir. Sadece tutsaklar değil, KCK de yaptığı açıklamada; tecridin kalkmadığını ve direnişçilerin taleplerinin karşılanmadığını belirterek, açlık grevlerinin sürmesinden yana tavır almıştır. KCK, bu görüşmenin “direnişinin yarattığı iç ve dış kamuoyunun baskısını kaldırmak ve direnişi zayıflatmak için” yapıldığını söyleyerek, direnişi daha da yükseltme çağrısı yapmıştır.
Görüşmenin asıl amacı olan Suriye’de ise, durum çok daha karışık ve zordur. Elbette AKP, hedeflerine ulaşmak için Öcalan kozunu kullanacak ve önümüzdeki günlerde yeni hamlelerle sonuç almaya çalışacaktır. Ama “çözüm süreci”ne başladığı günden çok daha çetrefilli ve kan kaybı yaşamaya başladığı bir dönemde, işi hiç kolay olmayacaktır. 31 Mart seçimleriyle iyice açığa çıkan gerileme sürecini, “Öcalan hamlesi”yle durdurabilmesi de mümkün değildir.