Gezi umuttur yargılanamaz! Karanlıklar gider Gezi kalır!

Mayıs’ın son günlerinde başlayıp Haziran ayının ortalarına dek süren Haziran Ayaklanması’nın 6. yılındayız. Taksim’deki Gezi Parkı’nın yıkılarak yerine AVM yapılmasına tepkiyle başlayan direniş, polisin vahşice saldırması üzerine tüm ülkede büyük bir ayaklanmaya dönüşmüş ve günlerce sürmüştü. Yani “Gezi Direnişi” olarak başlayan eylem, ülke genelini kaplayan “Haziran Ayaklanması” halini almıştı. Onun için hem “Gezi Direnişi” hem de “Haziran Ayaklanması” olarak iki isimle birlikte anılır oldu.

Direnişin 6. yılı “Gezi umuttur, umut bitmez! Karanlıklar gider Gezi kalır!” sloganıyla karşılandı. Taksim Dayanışması tarafından örgütlenen ilk etkinlik, 25 Mayıs’ta Beşiktaş Abbasağa Parkı’nda bir düzenlendi. Dayanışma bileşenlerinden 16 kişinin halen yargılanıyor olması, bu yılki etkinliklerde protesto edildi. 24 Haziran’da Silivri’de yapılacak olan duruşmaya katılım çağrısı yapıldı.

Anma etkinliklerinin en önemlisi ise, İstiklal Caddesi’nde gerçekleşen yürüyüştü. Her yıl olduğu gibi, bu yıl da Haziran Ayaklanması’nın başlangıç tarihi olan 31 Mayıs’ta, TMMOB Binası önünde toplanan kitle, sloganlar atarak Taksim Meydanı’na doğru yürüyüşe geçti. Direnişte şehit düşenlerin aileleri, yine kortejin en önünde yer aldılar. Şehitlerin isimleri tek tek okunurken, kitle hep birlikte “Yaşıyor” diye haykırdı. Ardından “Gezi’de düşene dövüşene bin selam” sloganları atıldı.

Kitlenin önü, bir kez daha Taksim Meydanı’nın girişinde polis tarafından kesildi. Yapılan basın açıklamasında, Gezi’nin Türkiye halklarının en büyük kalkışması olduğu ve yargılamaya kimsenin gücü yetmeyeceği vurgulandı. Gezi Direnişi’nin en sık atılan sloganları “Her yer Taksim! Her yer direniş!”, “Bu daha başlangıç! Mücadeleye Devam” başta olmak üzere “Gezi şehitleri ölümsüzdür!”, “Gezi umuttur yargılanamaz” sloganlarıyla eylem sona erdi.

Ne var ki anma eylemlerine katılım, önceki yıllara göre azalmıştı. Oysa 31 Mart seçimlerinin iptal edilmesine karşı yükselen tepkiler gözönüne alınırsa, bu yıl daha kitlesel geçmesi bekleniyordu. Fakat öyle olmadı. Bunun asıl nedeni, eylemleri organize eden Taksim Dayanışması’nın sekretaryasını da oluşturan Mimarlar Odası’nın geriye çeken tutumlarıydı.

 

Geriye çeken tutumlara rağmen…

Bilindiği gibi “Taksim Dayanışması”, Gezi direnişi esnasında oluşan bir örgütlülük. Başlangıçta çevreci örgütlerin ve TMMOB’a bağlı odaların biraraya gelmesiyle kuruldu, direnişin ayaklanmaya dönüştüğü günlerde ise, yüzlerce kurumun içinde yer aldığı büyük bir oluşuma evrildi. Ve direnişin tek birleşik-meşru örgütü halini aldı.

Sonrasında Gezi’nin yıldönümleri dahil, Haziran Ayaklanması ile ilgili konularda söz sahibi oldu. Yıldönümlerindeki anmaları da yine bu kurum örgütledi.

Bu yıl Dayanışma’nın toplantı çağrısı, önceki yıllara göre daha erken oldu. Bunda bileşenlere açılan davanın etkisi büyüktü. Gezi’ye yeniden dava açılması, oldukça kalabalık bir basın toplantısı ile protesto edilmişti. Sahiplenişin bu kadar güçlü olması, bu yıldönümünün daha iyi geçeceğine işaretti.

İlk toplantıya katılan kurum sayısı da oldukça yüksekti. Fakat devrimci kurumlar sınırlıydı. Bu tablo, ilerleyen toplantılarda daha da azalarak devam etti. DİSK ve KESK ise, Dayanışma’nın bileşenleri olmasına rağmen, hiçbir toplantıya katılmadılar. Toplantının gündemi, yaklaşan yıldönümü etkinlikleri ile açılan davada mahkemenin teşhiri ve destek faaliyetinin örgütlenmesi idi. Yıldönümü etkinliklerinin davayla ilişkilendirilerek işlenmesi genel kabul gördü. Ayrıca sempozyum, resim sergisi, park etkinliği gibi öneriler geldi.

İkinci toplantıda etkinlikler için komiteler oluşturuldu. Ayrıca her yıl 31 Mayıs’ta gerçekleştirdiğimiz eylem için çağrı yapılacaktı. İzin verilmediği koşullarda da önceki yıllarda olduğu gibi yapılması kararlaştırıldı.

Sonraki toplantıda, etkinlik komiteleri planlarını açıkladılar. Park etkinliği için 1 Haziran tarihi alınmıştı. Sempozyuma Birleşmiş Milletlerden avukat çağırma önerileri vardı. Bu önerileri bazı bileşenler olduğu gibi kabullendiler. Biz ise, asıl eylemin 31 Mayıs’ta yapılacak yürüyüş olduğunu, diğer tüm etkinliklerin ona hizmet etmesi gerektiğini, dolayısıyla 31 Mayıs öncesinde yapılması gerektiğini söyledik. Ayrıca BM’den avukat çağrılmasını doğru bulmadığımızı belirttik. Ardından bütün bileşenler BM’den hukukçu çağrılmasını doğu bulmadıklarını ifade ettiler. Fakat çoğu, etkinlik planlama tarihlerine onay verdi. Ama 1 ve 2 Haziran’ın bayram tatiline denk geldiğinin görülmesi üzerine planlamada değişiklik yapmak şart oldu. Ardından park etkinliği 26 Mayıs’a alındı, resim sergisi yapılamadı. Sempozyum ise mahkemeye yakın bir tarihe ertelendi. (Sonrasında sempozyumdan da vazgeçildiğini, yerine uluslararası bazı kurum temsilcileri ve kişilere bir otelde brifing verme kararı alındığını öğrendik)

Sonraki toplantılarda park etkinliğinin içeriği ve 31 Mayıs’taki yürüyüş tartışıldı. Etkinliğe İmamoğlu’nu konuşmacı olarak çağırmak istediklerini fakat ulaşamadıklarını belirttiler. Gezi’nin bir seçim etkinliğine dönüştürülmesi, bir adaya oy istenmesi doğru değildi. Bu görüşümüzü de ifade ettik.

Asıl tartışma; Şehir Planlamacıları Odası ile birlikte “sekretarya” görevini de yürüten Mimarlar Odası’nın yıldönümü için yaptığı öneriyle koptu. Oysa yıldönümü için ne yapacağımızı daha ilk toplantılarda tüm bileşenlerin oy birliğiyle kararlaştırmıştık. Buna rağmen, davayı olumsuz etkiler endişesiyle “bu yıl Taksim’e çağrı yapmayalım, bir salonda yapalım” dediler. Tepkileri baştan yatıştırmak için de “kitlenin hem salonda hem de salonun sokağında olacağı bir etkinlik” diye eklediler. Ardından söz alan birçok kurum, “arkadaşların bu kaygısını gözetmek”ten, ya da “bir denge tutturmak gerektiği”nden dem vurmaya başladı. HDP ise, sadece “arkadaşların kaygısını gözetmek”le kalmadı, “seçimler öngününde çatışmalı bir eylemin olmasını doğru bulmuyoruz” dedi.

Kabul edilemez bir tablo ile karşı karşıyaydık. Gezi’nin yıldönümünün salona hapsedilemeyeceğini belirttikten sonra, “hepimiz biliyoruz ki, dava hukuki değil, siyasidir; davayı püskürtmenin yolu da geri çekilmek değil, militan kitle eylemleridir” dedik. Ardından, 31 Mayıs için salon kararının asla oybirliği ile çıkmayacağını ve Taksim Dayanışması’nın dağılacağını ekledik. Mimarlar Odası’nın temsilcisi, “sadece salon demiyoruz” diyerek düzeltmeye kalktı. Ayrıca devletin İstiklal Caddesi’ne hiç sokmadığını, ailelerin gaz, plastik mermiye maruz kaldıklarını, çatışmalı bir eylemin AKP’in işine yarayacağını söyledi. Bu konuşmaya Kaldıraç temsilcisi sert bir karşılık verdi. “Hiçbir şey yapmayalım sadece gidip oy kullanalım diyorsunuz, bunu kabul etmiyoruz” dedi. Bizim sözlerimize katılarak, davayı püskürtmenin yolunun geri çekilmekten geçmediğini yineledi. Bu konuda son noktayı Aileler Derneği koydu. Kimsenin aileler adına konuşmamasını belirttikten sonra, “aileler orada olacak ve onlar yıldönümünü salon toplantısıyla geçirilmesini kabul etmez” dedi.

Bunun üzerine birçok kurum, “ortak karar alınmazsa, çatışmalı bir tablo çıkar ve bu tablo yine Dayanışma’ya mal olur” diyerek, eylemin Dayanışma’nın denetiminde olmasını istedi. Yoğun bir tartışmadan sonra Mimarlar Odası yeniden değerlendirmek için zaman istedi. İki gün sonra yapılan toplantıda ise, önerilerini geri çektiklerini söylediler. Bu durumda hiç tartışma yürütülmeden ilk toplantılarda alınan karar doğrultusunda, yani her yıl yapıldığı gibi olması kararı alındı.

Sonuçta, PDD, Kaldıraç ve Aileler Derneği’nin itirazları ve direnci olmasaydı, büyük olasılıkla Gezi’yi salon etkinliğiyle geçiştirme kararı çıkacaktı. Başta Mimarlar Odası ve HDP olmak üzere eylemleri geriye çeken, salona hapsetmeye çalışan bu teslimiyetçi tutumu, Gezi’nin ruhunu kuşanarak yenmiş olduk.

 

Teslimiyet yenilgiye, direniş zafere götürür

Haziran Ayaklanması, Türkiye tarihinin en büyük halk ayaklanmasıdır. Ve geriye birçok ders bırakmıştır.

Bunların başında, hak elde etmenin tek yolunun direnmekten geçtiği gerçeği vardır. Halkın bir sel olup akması karşısında, hiçbir gücün durdurmaya yetmeyeceği görülmüştür. Halk, kendi gücünün farkına varmış ve bunun mutluluğunu, onurunu yaşamıştır.

Direnişin başlangıç noktası, Gezi Parkı’nın AVM yapılmasına tepki ise de, esasında o güne dek artan baskılara karşı bir isyandı. Sonrasında Erdoğan’ı çok kızdıran “siz meseleyi üç-beş ağaç mı sandınız” sözü, bu gerçeği ifade ediyordu. Ayaklanma, ne sadece “üç-beş ağaç için” başladı, ne de o noktada kaldı. Daha ilk günden temel sloganı “Hükümet İstifa” oldu. Doğrudan hükümeti hedefleyen siyasal bir eylemdi. “Çevreci bir hareket” olmaktan hızla koparak siyasal bir içerik kazanmıştı.

Bunun şokunu hükümet kadar, reformist kesimler de yaşadı. Başta HDP olmak üzere “Hükümet İstifa” sloganına hemen karşı çıktılar. Kürt ulusal hareketi, AKP ile yürüttükleri “çözüm süreci”nin akamete uğrayacağı kaygısı ile direnişten uzak durdu. Kürt illerinde küçük çaplı protestolar dışında birşey yapılmadı. Taksim Dayanışması içinde yeralan reformist kurumlar ise, heyetler oluşturup Ankara’yı su yolu yaptı; hükümet yetkilileri ile görüşme üzerine görüşme gerçekleştirdi.

Ama kitleler, ayaklanmanın tadına varmıştı bir kez. Kendi gücünü görmüş, neleri başarabileceğini anlamıştı. Başta Taksim Meydanı olmak üzere pekçok şehirde meydanları zaptetmiş, “özgürlük alanları” yaratmıştı. Ve bu alanlarda “komün”ler kurarak, birlikte üretmenin, paylaşmanın ve yönetmenin hazzını yaşamıştı.

Madem ki bu kavgayı birlikte vermişler ve birlikte başarmışlardı; söz ve karar hakkı da onların olmalıydı. Dayanışma’dan gelen “bitirelim” isteklerini, parkta oluşan forumlarda reddettiler. İnisiyatif Dayanışma’dan çıkmış ve direnen kitlelerin eline geçmişti. Devlet, reformistler eliyle direnişi bitiremeyeceğini anladığı noktada, saldırılarını arttırdı.

İlk büyük saldırıyı, devrimci örgütlerin ağırlıkta olduğu Taksim Meydanı’na yaptı. Devrimcilerden kopartılmış kitlelerin bir süre sonra dağılacağını umut ediyordu. Ama öyle olmadı. Devrimci örgütler, Gezi Parkı’nda direnenlerin içine girdiler ve devletin kitle ile devrimciler arasına kama sokma politikasını boşa düşürdüler. Polisin saldırısının ardından kısa sürede dağılacağı umut edilen kitle, daha fazla bilenmiş olarak direnişi sürdürdü. Komün’ünü güçlendirdi, iç örgütlülüğünü yarattı ve her aşamada “direnişe devam” kararı aldı.

Önceleri “bizim sorunumuz sizinle değil” dedikleri kitleyi, günler sonra büyük bir polis saldırısı ile dağıtabildiler. Ama her direnerek alınan yenilgide olduğu gibi, direniş çeşitli biçimler alarak uzunca bir dönem sürdü.

Görünürde hiçbir şey elde edilmemişti. Fakat AKP ve Erdoğan çok istemelerine rağmen Gezi Parkı’nı yıkmayı ve AVM yapmayı başaramadı. Yer yer bunun sözünü etse bile, gerçekleştirmeye cesaret edemedi.

Haziran Ayaklanması’nın kazanımı, bu somut kazanımın çok ötesindedir. O, herşeyden önce siyasal olarak kazanmıştır. Evet, AKP halen hükümettedir, fakat Gezi’den bu yana kitle desteği sürekli azaldı. İttifak ettiği güçler, birer birer koptular. Bugün çok daha bariz görünen erime ve geriye gidiş, Haziran Ayaklanması ile başladı.

Ama daha önemlisi egemenlerin yüreğine saldığı Gezi korkusudur. Ve halen bu korkuyla yaşamaktadırlar. Gezi’den sonra yaptıkları tek şey, baskı ve zorbalığı daha fazla arttırmak olmuştur. Marks’n “Fransa’da sınıf savaşları” adlı eserinde söylediği gibi; “devrim, kuvvetli ve birleşik bir karşı-devrimi yaratarak ilerler.” “Yani devrim, düşmanı gitgide daha aşırı savunma tedbirlerine başvurmaya zorlar ve böylece daha güçlü saldırı vasıtaları bulur.” Türkiye’deki egemenlerinin yaptığı da bu olmuştur.

Fakat binlerce yıllık insanlık tarihi göstermiştir ki, egemenler zulümlerini ne kadar arttırırlarsa arttırsınlar, yıkılmaktan kurtulamazlar. Ezilen, sömürülen kesimler, bir gün mutlaka kendi örgütlülüklerini yaratarak, imparatorlukları devirmiş, diktatörleri yıkmış, bu sistemleri tarihin çöplüğüne atmışlardır.

 

Gerçek demokrasi, halkın demokrasisidir

Gezi Direnişi’nin ortaya koyduğu bir diğer gerçek ise, burjuva demokrasisinin ne denli sahte ve yüzeysel olduğunu göstermek oldu.

Burjuvazi, “demokrasi” diye, dört-beş yılda bir halkın önüne sandık koyuyordu. AKP döneminde ise, bu süre daha da sıklaştı. Yani “sandık demokrasisi” ne kadar öne çıktıysa, demokrasi o kadar katledildi. Sandık, faşizmin kendisini gizlemek ve meşru kılmak için kullandığı bir araçtan ibaretti. En genel anlamıyla “burjuva demokrasisi” ise azınlığın (yani burjuvazinin) çoğunluğun (yani halkın) üzerinde kurduğu bir diktatörlüktü.

Gerçek demokrasi, ancak çoğunluğun iktidarıyla yani “halk demokrasisi” ile mümkündü. 15 gün kadar süren Taksim Komünü ve Forumlar, bu gerçeğin bir prototipini sundular. Hiç kimse aç kalmadı. Kapitalizmin bencilliği, bireyciliği karşısında paylaşmanın ve kolektivizmin gücünü, aynı zamanda güzelliğini tattılar. Taksim ve civarındaki sokak çocukları ve hayvanlar bile, karınlarının doyduğu, sevilip kollandıkları en güzel günleri yaşadılar. Ağaçlar ve çiçekler, her gün sulandı, daha bir canlandılar. Yani sadece insanlar değil, hayvanlar ve bitkiler, kısaca tüm doğa yılların baskısında kurtulup kendine geldi.

Onbinlerce insan günlerce birarada kaldığı, parkta yattığı halde, ne bir sarkıntılık ne istismar oldu. Küfürün bile kısa sürede kesildiği bir ortam yaratıldı. Tek bir hırsızlık olayına rastlanmadı.

Kitleler yaşamlarına dair her kararı tartışarak birlikte aldılar. Gerçek demokrasinin nasıl işlemesi gerektiğini, direniş sırasında öğrendiler. Ve bunu başardıklarında, suçun da ortadan kalktığına tanık oldular.  

Ne var ki, reformizm kitleleri yeniden “sandık demokrasisi”ne mahkum etti. Direnişin yenilgiye uğramasının ardından her seçimde, “bu kez kazanacağız” diyerek, kitleleri sandığa sürükledi. Sokakta kazanmadan sandıkta kazanılmayacağını ve Gezi’de yaşanılan gerçek demokrasiyi gözlerden sakladı.

O gün “hükümet istifa” sloganına karşı çıkanlar, sonrasında “AKP gitsin de kim gelirse gelsin” noktasına evrildiler. Fakat her defasında tek çare olarak sandığı gösterdiler. Seçimden seçime koşan, siyaseti seçimlerden ibaret gören, düzen-içi muhalefeti bile en geri noktadan yapan bir konuma sürüklendiler.

Bugün Gezi’nin yıldönümlerini seçimlere alet etmeye kalkanlar, onu salon toplantılarına hapsetmeye yeltenenler, Gezi’ye sahip çıkar görünen ama gerçekte Gezi’nin direniş ruhunu öldürmeyi amaçlayan reformist-parlamentarist kesimlerdir.

Ne burjuvazinin saldırıları, ne reformistlerin geri tutumları, Gezi’den geriye kalan güzellikleri yok edebilir. O, direnişin gücünü, gerçek demokrasiyi gösterdi. Yarattığı değerler ve bu uğurda ölümsüzleşenlerle yaşamaya devam edecek… Karanlıklar gidecek Gezi kalacak!

Haziran Ayaklanması’nın yıldönümünde, Beşiktaş Abbasağa Parkı’nda bir etkinlik düzenlendi. Berkin Elvan’ın babası Sami Elvan’ın da konuşma yaptığı etkinlikte, Gezi direnişinin önemi ve Gezi’nin yargılanamayacağı vurgulandı. Etkinliğe katılamayan aileler ise video aracılığıyla mesajlarını ilettiler. Sanatçılar da şarkılarıyla kitleyi coşturdu.

Etkinlikte yer alan Proleter Devrimci Duruş, ayrıca stand açtı. Mehmet Fatih Öktülmüş’ün pankartının asıldığı stantda, kitaplarımız, dergilerimiz ve Fatih’in belgeseli “Kutup Yıldızı” DVD’si yer aldı. Standımıza, özellikle Fatih’in pankartına ve belgeseline ilgi yoğun oldu.

 

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …