Tartışmaları bütün sıcaklığı ile devam ederken, S-400 Füze Savunma Sistemleri Türkiye’ye gelmeye başladı. 12 Temmuz günü ilk parçaları Ankara’daki Mürted Hava Üssü’ne giriş yapan sistemin, hızla tamamlanacağı duyuruldu.
Rusya, sistemin bir an önce kurulması için acele ediyor. Ancak füze sistemi depoya mı kaldırılacak yoksa başka bir ülkeye mi sevkedilecek, Türkiye’de mi kurulacak, kurulunca işletilecek mi gibi sorulara henüz cevap verilmiş değil.
Dahası, Erdoğan’ın ABD karşısında pazarlık gücünü artırma hedefinin bir parçası olarak S-400 anlaşması imzalanmıştı. Oysa şimdi, S-400’ler ABD ile arayı düzeltmesinin önünde en büyük engele dönüştüğü. Üstelik Rusya ile ittifak ilişkisi kurmasının da garantisi değil.
S-400 anlaşması nasıl imzalandı?
2011 yılında patlayan Suriye savaşı süreci, AKP hükümeti için yeni bir dönemi başlatmıştı.
Türkiye’nin hedefi ABD ile birlikte İslamcı çetelerin Suriye’yi parçalamasına, Esad hükümetini devirmesine önayak olmak ve Suriye topraklarını işgal etmekti. Esad’ın direnişi, İran’ın desteği, 2014 Ağustos’unda PYD’nin IŞİD’i durdurması ve 2015 yılı Ekim ayından itibaren Rusya’nın Suriye savaşına dahil olması, bütün bu planları altüst etti. Kendisini ABD’nin savaş arabasına bağlayarak Suriye’ye dalan Erdoğan, 2015 başından itibaren giderek güçlenen ABD-PYD ittifakı ve umut bağladığı İslamcı çetelerin yenilmeye başlamasıyla birlikte, yeni arayışlara girişti.
Türkiye’nin savaştaki stratejik önemi, AKP hükümetinin kendisine “vazgeçilmezlik” vehmetmesinin önünü açmıştı. ABD’nin Türkiye ile ittifaka “mecbur” olduğunu düşünen Erdoğan, pazarlık gücünü yükseltmek istedi. İslamcı çeteleri korumak için 2015 yılı sonunda Rus uçağını düşürmesinin ardından, Suriye dengelerinde kendisine yeni bir konumlanış aramaya başladı. Birkaç ay içinde, Rusya ile ilişkileri yeniden kurmuş, Rus uçağını düşürdüğü gerçeğini unutturmak ve kendisini affettirmek için Rusya ile pek çok önemli anlaşmaya imza atarak kendisini bağlamıştı.
Bu tarihten sonrası, Erdoğan yönetiminin ABD ile Rusya arasında sarkaç misali gidip geldiği bir dönem oldu.
Erdoğan’ın bu çark edişini ve Suriye planlarını riske atmasını cezalandırmaya karar veren ABD, 15 Temmuz 2016 tarihinde bir askeri darbe girişiminde bulundu. Ancak bir ABD darbesi ile Türkiye’yi kaybetmek istemeyen Rusya’nın müdahalesi ve ordu içindeki Avrasyacı-Ergenekoncu kesimlerin direnişi ile darbe başarısızlığa uğradı.
Amerikan darbesi başarısız olmuştu; ama bu darbe ve başarısızlık, Türkiye içindeki, ABD ile işbirliği yapan burjuva kesimlerin ABD ile ilişkilerini zayıflatan bir unsur olmadı. Keza Erdoğan da, görünürdeki ABD karşıtı söylemleri bir yana, her dönem asıl olarak ABD ile birlikte olmak istediğini, ABD ile ittifakı tercih ettiğini ortaya koymaya devam etti.
Erdoğan ABD’ye yanaşmaya çalışırken gerçekte Rusya’ya yakınlaşması bir çelişki gibi görülebilir. Bunun iki nedeni vardı: Birincisi ABD her ne kadar Türkiye’yi yanında görmek istiyorsa da, pratikte Suriye savaşında kendisine en faydalı güç PYD oldu. Türkiye’nin Kürt hareketiyle çelişkileri, ABD’nin Türkiye ile PYD’yi aynı sepete koyma çabasını engelledi. Aradaki dengeyi kuramadığı noktalarda, Türkiye doğrudan Rusya’nın yanına koştu. İkincisi, 2015 sonrasında Rusya, Türkiye’yi kendi yakınında tutmak için çok büyük bir baskı kurdu. Sadece Suriye savaşında Türkiye’nin konumlanışını belirlemek için değil, asıl olarak Türkiye’yi ABD’den-NATO’dan koparmak için yoğun bir çaba harcadı. Bu doğrultuda kimi zaman Suriye’den toprak işgal etmesine izin vermek gibi önemli geri adımlar attı ve Türkiye’yi Suriye “çözümü”nde söz sahibi yaptı, kimi zaman ikili anlaşmaları güçlendirdi.
S-400 anlaşması Suriye savaşının gölgesindeki bu çalkantılı ve gel-git’li sürecin ürünü olarak şekillendi.
AKP 2013’ten itibaren, hava savunma sistemi almak ve Türkiye topraklarına kurmak için harekete geçti. ABD’den teknoloji transferiyle birlikte Patriot füzesi almak istedi; ancak ABD Kongresi bu talebi reddetti. Türkiye’ye Patriot satma olasılığı vardı elbette; ancak teknolojisini vermeme konusunda kesin bir tutum içindeydiler.
Bunun üzerine Türkiye, ABD’ye mutlak bağımlı olmadığını, başka alternatifler de bulabileceğini göstermek için, uzun menzilli füzeler ihalesi açtı. Fransa-İtalya ortaklığı Eurosam, Çin firması CPMIEC ve ABD’li Lockheed Martin ile Raytheon ihaleye teklif verdiler. ABD’li şirketler, Patriot vermek ama teknolojisini vermemek konusunda aynı noktada duruyorlardı. Bu koşullarda Türkiye, Çin’in teklifini kabul etti. 3,5 milyar dolarlık bir anlaşma yapıldı. Ancak ABD, Türkiye’nin Çin’den füze sistemi almasına mutlak biçimde karşı çıkınca, Çin ile yapılan anlaşma 2015’te iptal edildi.
2015 yılı aynı zamanda Suriye savaşında ABD’nin PYD ile kurduğu yakın ilişkiden dolayı AKP’nin rahatsızlıklarının arttığı bir yıldı. 2016 yılında ise, Türkiye düşürdüğü Rus uçağından dolayı kendisini affettirmeye çalışıyor; Rusya ile yakınlaşarak ABD karşısında pazarlık gücünü artırmayı hedefliyordu. Bu yaklaşım içinde, ABD’nin vermediği füzeleri Rusya’dan alabileceğini göstermek için, Nisan 2017’de S-400 anlaşmasını imzaladı.
Uluslararası ilişkilerde anlaşma imzalamak tek başına bir anlam ifade etmez. Çünkü ikili anlaşmaların büyük bir bölümü sonradan hayata geçmez. Türkiye de S-400 anlaşmasını imzalamıştı; ancak tıpkı Çin ile imzaladığı savunma sistemi anlaşmasında olduğu gibi, S-400 anlaşmasının da iptal edilmesi ihtimali yüksekti. Anlaşmanın üzerinden üç ay geçmeden yapılan 15 Temmuz CIA darbesi, olayların seyrini değiştirdi. Sadece S-400 anlaşması değil, genel olarak Rusya ile ilişkiler ağır basmaya başladı.
S-400’ler kullanılacak mı?
Aslında S-400’lerin 2,5 milyar dolar tutan parası ödendi. Buna rağmen S-400 alımına tamamlanmış bir süreç olarak bakmamak gerekiyor. 12 Temmuz günü ilk parçalar gelmeye başladı. Ancak bunlar daha tali parçalar. Füze parçaları ise 2019 sonunda gelmeye başlayacak. Sistemin tamamlanması 2020’yi bulacak.
Yani S-400 sisteminin Türkiye’de kurulması için daha aylar var. Ve bu süreç daha çok “su kaldırır”.
Türkiye bir NATO ülkesi. Türkiye’nin NATO üyeliği devam ettiği sürece, S-400 alımı ya da kullanımının ağır sonuçları olacaktır. Çünkü Türkiye’nin, uçağından bombasına kadar tüm askeri malzemeleri ve teknolojisi, NATO’nun askeri malzemeleri ve teknolojisi ile uyumlu olarak planlanmış durumda. NATO’ya “düşman kamp”ta olan Rusya’nın askeri teknolojisinin Türkiye’de kullanılması, en başta NATO açısından ciddi bir güvenlik riski oluşturuyor. Rusya’nın NATO askeri yazılımını ele geçirmesi riski, ABD’nin asla göze almayacağı bir durum.
Aynı risk Rusya için de geçerli elbette. Ancak Rusya, NATO’da bir gedik açmayı her şeyden daha önemli görüyor. NATO’nun en önemli ülkelerinden birini, askeri açıdan kendi güvenlik sistemine bağlama ihtimali, Rusya için çok büyük bir kazanım. Tam da bu nedenle, Türkiye geciktirmeye çalışsa da, Rusya, anlaşmanın içeriğine uygun bir biçimde sevkiyatı hemen başlattı.
Bu koşullarda Erdoğan’ın “bu artık bitmiş bir süreç, S-400 alıyoruz” sözleri de, S-400 sevkiyatının başlamış olması da henüz “bitmiş bir süreç”i ifade etmiyor. Mesela S-400 sistemi kurulacak mı, depoya mı kaldırılacak, yoksa üçüncü bir ülkeye mi satılacak; henüz belli değil. AKP bütün bu seçenekleri değerlendirmek, bir çıkış yolu bulmak istiyor. Zaman zaman AKP’li bakanlardan gelen “sistem bakım, tatbikat ve acil durumlar dışında kullanılmayacak” sözleri bunun ifadesidir.
Savunma sistemleri 24 saat aktif olmak zorundadır; çünkü sistem kapalıyken radarların bir saldırıyı tespit etme ihtimali yoktur. Sadece bakım için açılacaksa, bu sistemin kullanılmayacağını gösterir.
Keza başka bir ülkeye gönderme konusunda da Rusya’yı yoklama çabaları sürüyor. Salt ABD’yi kızdırmamak için, parasını peşin ödedikleri S-400 sistemini, başka bir ülkeye kurmayı kurtuluş olarak görüyorlar. Libya’ya göndererek General Hafter’e karşı AKP’nin desteklediği Trablus Hükümeti’ni korumak üzere konuşlandırma seçeneği de konuşuluyor. Ancak Hafter’e destek veren Rusya’nın bunu kabul etmesi ihtimali yok.
Erdoğan’ın 28-29 Haziran’da Japonya’nın Osaka kentinde gerçekleşen G-20 zirvesindeki performansı da, gerçek niyetlerinin göstergesidir. Zirve sırasında ABD ile arayı düzeltme konusuna öylesine kilitlenmişti ki, Trump’ın yanında durabilmek için fotoğraf çekimi sırasında Çin devlet başkanına ayrılmış olan yeri gaspetti. Siyaset tarihinde belki de ilk kez yaşanan bir olaydı bu. Zirve sonlarında çekilen fotoğraflarda herkesin duracağı yer önceden belirlenmiş olur; bu yere sözkonusu ülkenin bayrağı konur, ülkenin temsilcisi de bu bayrağın üzerinde durur; böylece toplu resim çektirilir. Türkiye’nin yeri Rusya’nın yanında belirlenmiş olmasına rağmen, Erdoğan göz göre göre Trump’un yanına yerleşti, görevlilerin uyarılarına rağmen de buradan ayrılmadı.
Hem bu tablo, hem de genel olarak G-20 zirvesinde ABD ile yapılan konuşmalar, Erdoğan’ın ABD’ye mesafe koymak bir yana, ilişkileri düzeltmeye can attığını gösteriyordu. Ancak aynı şeyi ABD açısından söylemek zor. Trump, Erdoğan’ın ekibi için “Hollywood’da göremezsiniz bu insanları” gibi son derece aşağılayıcı bir söylem kullandığı halde, bu “şaka”dan memnun kaldılar! Keza Trump’ın Obama yönetimini suçlayan sözleriyle kendi kamuoyuna mesaj vermesini, “Trump bize hak verdi” şeklinde yorumlayıp sundular. Ancak ABD’nin genel tutumu, yaptırımlar konusunda bir değişiklik olmayacağı yönündeydi.
S-400 almanın sonuçları
Erdoğan bir taraftan ABD’ye rest çekiyor görünürken, bir taraftan da S-400 alımını normalleştirmeye, ABD’yi kızdırmayacak formüller aramaya çalışıyor. Ancak ABD açısından durum o kadar basit değil.
İlk andan itibaren ABD’nin tutumu çok sert oldu. ABD Savunma Bakan Vekili Patrich Shanahan, Savunma Bakanı Hulusi Akar’a yazdığı mektupta, S-400’lerin F-35’lerin güvenliğini tehdit ettiğini ileri sürdü. Üstelik bu anlaşmanın Türkiye’yi stratejik ve ekonomik olarak Rusya’ya aşırı bağımlı kılacağını söyledi.
Türkiye tarihinde ABD’den gönderilmiş çok sert ikinci “mektup” bu. İlki, ünlü Johnson Mektubu’dur. 1964 yılında dönemin ABD başkanı Johnson, İnönü’ye bir mektup yazarak Türkiye’nin Kıbrıs politikasını eleştirmişti. Dönemin koşulları içinde İnönü bu mektuba, “yeni bir dünya kurulur, Türkiye de içinde yerini alır” cevabını vermiş; ardından Kıbrıs Harekatı başlamıştı. Şimdi ise Shanahan’ın mektubu Johnson mektubundan daha sert olduğu halde, Erdoğan buna denk bir cevap vermedi. Tersine yaptırımları hafifletme çabası içine girdiler.
S-400’lerin kullanması, ABD açısından Kıbrıs Harekatı’ndan çok daha önemli. Zaten ABD hegemonyası gün geçtikçe azalırken, dünya üzerindeki hakimiyeti darbeler alırken, 11 Eylül saldırılarını bahane ederek başlattığı 3. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda hiçbir muharebeyi kazanamamışken, NATO’da bir çatlak oluşması çok ciddi bir sorun oluşturur. Ve Türkiye’nin S-400 sistemine dahil olarak Rusya’nın yörüngesine geçmesi, NATO’da oluşabilecek en önemli çatlaktır.
Bu nedenle ABD, S-400 sevkiyatı gündemleştikçe, Türkiye üzerindeki baskısını artırdı. Shanahan’ın mektubunun yanısıra, Türkiye’ye heyetler göndererek S-400’leri alsa bile aktive etmemesini dayattı. Türkiye ile ABD arasında zaten imzalanmış bir F-35 savaş uçağı anlaşması sözkonusu. Bu anlaşmaya Patriot’ları da eklemeyi istiyor. Elbette seçenekler arasında Patriot’ların teknolojisinin de Türkiye’ye satılması yok! Türkiye’nin ABD açısından en güvenilmez göründüğü bu koşullarda, Patriot teknolojisini satmak, Rusya’ya askeri sırlarını teslim etmek anlamına geleceğinden ABD bu riski göze almıyor, almayacak. Keza S-400’ler konusunda ısrar ettiği sürece, ABD’de F-35 eğitimi gören pilotların ülkeyi terketmesini de istiyor.
Bir başka baskı unsuru ise, CAATS (Amerika Düşmanlarına Yaptırımlarla Mücadele Yasası) kapsamında, Türkiye’ye yaptırımlar uygulanması. ABD Senatosu yaptırımların uygulanması konusunda ısrarcı. Erdoğan ile Trump’un Osaka Zirvesi sırasında yaptırımların ertelenmesi konusunu konuştukları söyleniyor. Trump, ABD Kongresi’nin kararlaştıracağı yaptırımları yasalara göre engelleyemez, sadece 6 ay erteleyebilir. Bu erteleme karşılığında Erdoğan “100 Boeing uçağı satın alma”yı teklif etmiş. Hesaplandığı zaman, Boeing satın almanın maliyeti, yaptırımların maliyetini aşıyor aslında. Üstelik 6 ay sonra yaptırımların devreye girmesi riskini ortadan kaldırmıyor. Yani Türkiye için S-400 karşılığında yaptırımlardan kurtulma ihtimali görünmüyor.
Türkiye’nin rotası nereye?
Erdoğan’ın S-400’leri satın almaktaki amacının ABD karşısında pazarlık gücünü artırmak olduğunu belirtmiştik. Ancak Türkiye’de burjuvazi içinde farklı emperyalistlerle işbirliğini savunanlar var. Amerikancı kanat, Erdoğan ile aynı çizgide, pazarlıklar ne olursa olsun ABD-NATO kampında kalıcı oldukları bilinciyle hareket ediyorlar. Ama “Avrasyacı-Ergenekoncu” olarak tanımlanan Rusyacı kesimler, S-400 alımını büyük bir fırsat olarak görüyor ve Rusya ile kurulan bu askeri-stratejik ilişkinin güçlendirilmesini istiyorlar. S-400’leri, NATO ile bağların kopartılması, ABD hegemonyasının sonlandırılması için bir başlangıca çevirmeye çalışıyorlar.
Rusya için, son derece önemli jeostratejik konuma sahip olan Türkiye ile ilişkileri güçlendirmek yaşamsal önemde. Bu hem NATO’nun kendisini çevreleme ve zayıflatma çabasına vurulmuş önemli bir darbe olacak; hem de Türkiye ile olan ilişkiler gelecekte Ortadoğu ve Akdeniz’de Rusya’nın güçlenmesine de katkı sunacak bir bağ anlamına geliyor.
Ancak Erdoğan ve Türkiye sermayesindeki ABD’ci kanat, sürekli Rusya’nın “ayağına basan” hamleler yapıyor. Erdoğan yönetimi birincisi İdlib’de cihatçıları güçlendirmeye devam ediyor, üstelik Suriye Ordusu ile çatışmaya giriyor. Türkiye’nin Suriye topraklarındaki işgalci pozisyonunu bitirmiyor oluşu, Rusya’nın Suriye’de artık savaşı sonlandırma planını geciktiriyor. İkincisi Libya’da Rusya’nın desteklediği Hafter güçlerinin Trablus’a ilerleyişi, Erdoğan’ın müdahaleleri sonucunda sekteye uğramış durumda. Üstelik Erdoğan Suriye’deki cihatçıları Libya’ya kaydırmaya devam ediyor. Üçüncüsü, Putin Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de hidrokarbon arama çalışmalarını sabote etmesine karşı çıktığını belirten açıklamalar yaptı. Uluslararası bir meşruiyeti olmadığı halde, Türkiye Doğu Akdeniz’deki sadece batılı emperyalistlerin değil, Rusya’nın planlarını da bozan adımlar atıyor.
Tüm bunlar Rusya’nın gözünde Türkiye’yi güvenilmez hale getiriyor. Ama S-400’leri kullanarak gücünü artırma hedefinden vazgeçmiyor.
ABD için de Türkiye güvenilmez bir ülke konumunda. Suriye savaşı boyunca Erdoğan, İslamcıları desteklemek konusunda ABD’nin yanında görünmekle birlikte, Kürt hareketine yaklaşımda ABD’nin tam karşısında yer almıştı. Bugün de ABD için PYD ile kurulan ilişki son derece önemli.
G-20 Zirvesi ile aynı günlerde, Rojava yönetimi BM ile “çocukların askere alınmayacağına dair anlaşma” imzaladı. ABD, savaş sırasında Kürt hareketiyle kurduğu ilişkiyi, Ortadoğu topraklarında edindiği bu çok önemli mevziyi kaybetmemek için uğraşacaktır.
Diğer taraftan Türkiye de ABD açısından vazgeçilmez önemdedir. Erdoğan yönetiminin Rusya ile kurduğu ilişkiyi her biçimde zayıflatmak-sonlandırmak zorundadır. ABD hegemonyasının dünya çapında zaten zayıflamakta olduğu bir dönemde, Türkiye ile bağların kopması, ABD hegemonyasının hızla birkaç basamak birden inmesi anlamına gelir.
Bu nedenle ABD emperyalizmi, “havuç-sopa” taktiğini birlikte kullanmayı planlamaktadır. Bir yanıyla yaptırımlarla Türkiye’ye sopa gösterecektir. Yaptırımlar, kademeli olarak ve Türkiye’nin her hamlesini yoklayarak, geri adım atmaya zorlayacak biçimde devreye sokulacaktır.
Gelinen aşamada Türkiye’nin yaptırımlardan “yırtması” ihtimali yoktur. Ancak yaptırımlar bütün şiddetiyle ve sert biçimde de gelmeyecektir. ABD, Türkiye’ye manevra yapma olanağı bırakacaktır.
“Havuç” politikası ise, PYD konusundaki vaatleri olacaktır. S-400’lerin Türkiye’ye geldiği gün, ABD’nin birkaç gün içinde Türkiye’ye bir heyet göndereceği, bu heyetin Suriye’nin kuzeyinde “güvenli bölge”nin koşullarını görüşeceği duyuruldu. Bu açıklama, “güvenli bölge”nin oluşturulacağı anlamına gelmiyor elbette. Sadece ABD’nin, Türkiye ile ilişkileri düzeltmek için zaman kazanmak istediğini gösteriyor.
Yaşananlar Erdoğan yönetiminin dengesiz ve ayarsız dış politikasının sonuçlarıdır. Savaştan ve kışkırtmadan beslenen bir dış politika izlemiş; başka ülkelerin içlerini karıştırarak bundan çıkar elde etmeye çalışmış; ve genel olarak kendisinin vazgeçilmez olduğunu düşünmüştür. Ama iç politikada-seçimlerde kaybettiği gibi, dış politikada da kaybetmeye mahkumdur.
S-400’ler kurulacak mı, depoya mı kaldırılacak sorusunun cevabını ise, ABD-Rusya arasındaki güç dengeleri belirleyecektir.