Dinci-gerici eğitimde gelinen nokta; OKULLAR TARİKATLARA TESLİM

AKP dönemiyle birlikte eğitime dair sorunlar had safhaya ulaştı. Bu dönemde en büyük tahribatın eğitim alanında yapıldığını söylemek, abartı olmaz.

Okullar, körpecik beyinlere dinci-gerici ideolojinin zerkedildiği, gerici-faşist kadroların doldurulduğu mekanlar haline geldi. MEB yönetmeliklerinde ve müfredatlarda yapılan yüzlerce değişiklik ile tarikatların önü açıldı. Felsefe, sanat, fen gibi dersler azaltılırken, din dersleri çoğaltıldı. Ayrıca edebiyat ve tarih dersleri, dinci-gerici ideolojiye uygun olarak yeniden düzenlendi.

Bütün bu uygulamalar, “eğitimde fırsat eşitsizliği”ni hem sınıfsal hem de cinsiyet yönünden daha da büyüttü. Karma eğitim, yerini “kız-erkek” okullarının ayrılmasına bıraktı. Karma eğitim veren okul sayısı azaltılırken, cinsiyete göre ayrılmış okul sayıları arttı. Ayrıca kız öğrencilerinin okuma oranları düşmeye başladı.

Devlet okullarında müfredatın içeriği, yönetim kadrolarının dinci-faşist ağırlıkta olması ve eğitim düzeyinin sürekli düşmesi üzerine, ekonomik durumları nispeten daha iyi olan aileler, çocuklarını özel okullara göndermeye başladılar. Özel okullar, üniversiteye girebilmenin neredeyse tek yolu haline geldi. Yoksul ailelerin çocuklarına ise, meslek ve imam-hatip okullarına gitmek dışında bir seçenek bırakılmadı. 2002 yılında 450 olan İmam hatip lise sayısı, 2017’de 1.408’e çıktı. Özellikle emekçi semtlerde birçok devlet okulu imam-hatip haline getirildi ve çocuklar bu okullara yönlendirildi.

Bu şekilde eğitimin tamamen paralı hale gelmesinde önemli bir yol katedilirken, “eğitimde fırsat eşitsizliği” devasa bir uçuruma dönüştü. Türkiye, OECD ülkeleri arasında, devletin eğitim kurumlarına öğrenci başına en az harcamanın yapıldığı ülke oldu.

Geçtiğimiz günlerde yayınlanan Eğitim Reformu Girişimi’nin (ERG) 2017-2018 yılı “Eğitim İzleme Raporu” bu gerçekleri bir kez daha gözler önüne seriyor ve eğitimin geldiği noktayı ortaya koyuyor.

 

Kreşlere kadar inen dini eğitim

ERG’nin raporunda, otizmli ve zihinsel engelli çocuklara zorunlu din dersi getirilmesine, ayrıca okul öncesi ve ilkokul öğrencilerine yönelik dini etkinliklerin (dini içerikli yarışmalar, cami gezileri, oruç eğitimi vb.) yapılmasına dikkat çekiliyor. Zihinsel gelişim açısından en hassas dönem olan 4-6 yaş grubundaki çocuklara dini eğitim verilmesinin, “bu çocukların zihinsel, fiziksel ve pedagojik gelişimleri açısından çok tehlikeli sonuçlara yol açacağı” söyleniyor.

Bilindiği gibi AKP, üniversitede okuyan kızlara “türban özgürlüğü” ile başlayan kadının örtünmesini, anaokulu çocuklarının örtünmesine kadar genişletti. Küçücük çocukların başlarıyla birlikte zihinleri ve gelecekleri de karartıldı. Sadece kız çocukları değil, erkek çocukları da dinci-gericiliğin karanlığına atıldı. Yaygınlaşan “sübyan mektepleri” ile daha okul öncesinden bu girdaba sokuluyorlar. Dini eğitim, Diyanet İşleri Başkanlığı eliyle okul öncesine, hatta kreşlere kadar inmiş durumda.

Türkiye gibi çok mezhepli ve farklı dinlerin birarada yaşadığı bir ülkede “tek din, tek mezhep” anlayışını tüm okullara yerleştirdiler. “Zorunlu din dersi” uluslararası sözleşmeye aykırı olduğu halde ve bu konuda AİHM’in Türkiye aleyhine verdiği çok sayıda karar olmasına rağmen, okutulmaya devam ediliyor.

Halen yürürlükte olan anayasada, devletin “laik” olduğu yazıyor! Yani eğitimin ve toplumsal yaşamın dini kurallara göre düzenlenmesi yasak! Ama AKP, yasalara-anayasaya aldırmadan eğitimi istediği şekle sokuyor. Başta CHP olmak üzere muhalefet partileri ise, sözde laikliği keskin biçimde savunuyorlar, fakat pratikte tüm bu yapılanlara göz yumuyor, boyuneğiyorlar.

 

Tarikatların önü açıldı

Eğitimin dini-gerici bir karaktere bürünmesi, AKP’nin işbaşına geldiği günden bu yana adım adım gerçekleştirmeye çalıştığı bir hedefti. Son yıllarda ise, okullara tarikatların girmesinin de önünü açarak arş-alaya çıkardı. Öyle ki, IŞİD’in hakimiyetini kurduğu bölgelerde okullarda verilen eğitimle, Türkiye’deki eğitimin içerik olarak aynı olduğu söyleniyor.

AKP-Gülen Cemaati ortaklığı döneminde, eğitim büyük oranda Cemaat’in elindeydi. Ana okullarından üniversiteye kadar sayısız okul ve yurda sahiptiler. Dersaneler ise en güçlü oldukları alandı. Buralar, cemaate hem büyük paralar kazandırıyor, hem de kadro kaynağı oluşturuyordu. AKP ile ilk sürtüşme de dersaneler üzerinden oldu. Rant kavgası, 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonları ile kopma noktasına geldi ve 15 Temmuz darbe girişimiyle tamamen koptu.

O tarihten itibaren FETÖ ilan edilen Cemaat’e ait tüm okullara, yurtlara el konuldu. Buraların bir kısmı AKP’ye yakın tarikatlara verildi. Bir kısmı ise, başını Erdoğan’ın çocuklarının çektiği “vakıf”lara devredildi. Yani ne tarikatlar bitti, ne de dinci-gerici eğitim… Hatta MEB eliyle doğrudan devlet okullarının içine sokuldu. 

AKP’ye yakın duran “dini vakıflar” ile (ki her biri bir tarikata bağlıdır) MEB arasında protokoller imzalanarak, tarikatlara hem rant hem kadro olanağı sağlandı, ayrıca eğitimin dinselleştirmesinde özel bir görev üstlenmiş oldular.

MEB’in verilerine göre, Türkiye’deki özel öğretim kurumu sayısı 10 bin 53’tür. Bu kurumların üçte birinin mutlaka bir tarikatla bağı vardır. Tarikatlara ait okul ve yurtlarındaki öğrenci sayısının ise, 210 bin dolayında olduğu saptanmış durumda. Ki bunlara üniversiteler dahil değil. Ayrıca 4 binin üzerindeki özel yurdun yaklaşık yarısı (tam rakam olarak 2 bin 480’i) bir tarikatla bağlantılı.

Hatırlanacaktır; Adana-Aladağ’da bir yurtta çıkan yangında, çoğu çocuk 12 kişi yaşamını yitirmişti. Sonradan bu yurdun, Süleymancılar denilen tarikata bağlı olduğu anlaşıldı. Devlete ait yurt iki yıl önce yıkılmış ve öğrenciler buraya yönlendirilmişti. Aynı ilçede 8 tarikat yurdu daha vardı. Yani devlete ait yurtlar yıkılıyor, öğrenciler tarikat yurtlarına gitmeye mecbur bırakılıyordu.

Aladağ’da açığa çıkan bu durumun, ülkenin genelini kapsadığı ve sadece yurtlarla kalmayıp özel okullara, oradan devlet okullarına uzandığı, yani eğitimin tüm alanlarını bir ahtapot gibi sardıkları ortaya çıktı.

 

Cinsiyetçi eğitim büyüdü

Dinci-gerici eğitim, aynı zamanda cinsiyetçi eğitim demektir. Eğitimin içeriğinden biçimine kadar bunun sonuçlarını yaşıyoruz.

Ders kitapları buna göre hazırlanıyor. Bu kitaplardaki resimlerde bile, kadın-erkek ayrımı çok net biçimde gösteriliyor. (Baba gazete okurken, annenin ve kız çocuğunun mutfakta yemek yapması vb…) Keza “meslek tavsiyeleri” de bu rollere uygun yapılıyor. Kız çocuklarına ev kadınlığı, öğretmenlik, doktorluk, hemşirelik gibi meslekler öneriliyor mesela. Tamircilik, yöneticilik gibi işler ise, “erkek işi” olarak gösteriliyor.

Meslek liselerinde bu ayrım daha açık. Kız öğrenciler, çocuk bakımı, moda tasarımı gibi alanlarda yoğunlaşmış durumda. İslama göre kadından imam olmamasına rağmen, art arda İmam Hatip Kız Okulları açıldı. Buralarda kız öğrencilerin kafası dinle dolduruluyor ve eşlerine-devlete itaatkar bireyler olması amaçlanıyor.

AKP döneminde yine anayasal bir zorunluluk olan “karma eğitim” adım adım tasfiye edildi. Kız ve erkek diye ayrılan okullar, ya da bazı okullardaki derslikler çoğaldı. Örneğin imam hatip liselerinin 372’si sadece kız imam hatip anadolu lisesi olarak ayrılmış ve karma eğitimin dışına çıkarılmıştır. 2016-17 döneminde yaklaşık 350 bin kız öğrenci, bu şekilde karma eğitimden uzaklaştırılmıştır. Bu, oransal olarak yüzde 56’ya denk düşmektedir. Açık öğretim imam hatip liselerinde ise, yüzde 64’e çıkmaktadır.

Diğer yandan genel olarak kız öğrenci sayısı, erkek öğrenci sayısına göre sürekli azalıyor. MEB’in istatistiklerinde, 2016-2017 öğretim döneminde resmi okullarda eğitim görenlerin yüzde 51,3’ü erkek, yüzde 48,7’si kız öğrencilerden oluşuyor. Özel okullarda, erkeklerin oranı yüzde 54,3 kız öğrencilerinse yüzde 45,7 olarak belirlenmiş.

Kızların net okullaşma oranları -açık öğretim hariç- tüm düzeylerde erkeklerden geri durumdadır. Ayrıca kızların payına düşen, “ikinci sınıf” bir eğitimdir. Kız teknik eğitim gibi cinsiyete yönelik okullarda, iyi bir ev hanımı, anne, eş olmak öğretilmekte; toplumda kadına biçilen rolü kabullendirmeye hizmet etmektedir.

OECD ülkelerinde erkeklerin eğitim düzeyi kadınlardan daha düşükken, Türkiye’de aksi bir durum sözkonusudur. Dünya Ekonomik Forumu’nun açıkladığı 2018 Cinsiyet Eşitliği Raporu’na göre de Türkiye, kadın-erkek eşitliği konusunda 149 ülke arasında 130’ncu sırada yer alıyor. Ve deniyor ki, “kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olması için 108 yıl geçmesi gerek!”

Elbette bunu, kapitalist sistemin ve dinci-gericiliğin hüküm sürdüğü koşulları baz alarak ileri sürüyorlar. Sanki bu düzen hep böyle kalacak, yüzyıllar boyu devam edecekmiş gibi…

 

Çocuk istismarında devasa artış

Kız öğrencilerin okullardan erken alınmasındaki bir faktör de “çocuk gelinler”deki artışla bağlantılıdır. Ya da tersten, eğitim sisteminde yapılan değişiklikler, zaten bunun yolunu açmıştır. (“Çocuk gelinler”i tırnak içine almamız, bunun gerçekte bir çocuk tecavüzü olduğundandır. Bu şekilde kodlanmış ya da meşrulaştırılmış olması, bu gerçeği ortadan kaldırmıyor.)

2012 yılında yapılan bir değişiklikle zorunlu eğitim, 4+4+4 olarak ayrılarak kademelendirildi. Böylece okuldan ayrılmanın önü açıldı. Bu genel olarak (kız-erkek) ortaöğrenim oranını düşürürken, kız öğrenciler açısından daha dezavantajlı bir durum yarattı.

“4+4+4 sistemi’ne birçok eğitimci, doğuracağı sonuçlara ve tehlikelere dikkat çekerek karşı çıkmıştı. Sistemi savunanlar ise, bunların hepsini reddetmişlerdi. Aradan geçen sürede “çocuk gelinler”den çocuk işçiliğine kadar herşey, bu sisteme karşı çıkanları doğruladı.

Bu sisteminin yanı sıra yeni yönetmeliklerle süreci hızlandırdılar. Örneğin MEB’in Ortaöğretim Kurumları Yönetmeliği’nde, “evli olanların kayıtları yapılmaz, öğrenci iken evlenenlerin okulla ilişiği kesilerek kayıtları e-okul üzerinden Açık Öğretim Lisesine veya Mesleki Açık Öğretim Lisesine gönderilir” denilerek, çocuk yaşta evliliklerin önü açıldı. Dahası, 2009 Temmuz’unda MEB yönetmeliğinde yapılan bir değişiklik ile, ortaokul ve lise öğrencilerinin nişanlanması serbest bırakıldı.

TÜİK verilerine göre, son 10 yılda 482 bin 908 kız çocuğu, devletin izniyle evlendirildi. Resmi evliliklerin beşte biri, 18 yaşın altındaki kız çocuklarından oluşuyor. Dini nikâhlar dikkate alındığında, gerçek sayının bunun çok daha üzerinde olduğunu tahmin etmek hiç zor değil.

Ayrıca artan yoksulluk, okulun uzakta olması gibi nedenler, ailelerin en başta kız çocuklarını okuldan almalarına yol açıyor. Kısacası AKP hükümetinin her uygulaması, kız çocuklarının öğrenim görmesini engelleyen sonuçlar doğuruyor.

Sadece okuma oranında düşme değil, dinci-gericilikle birlikte artan ahlaki yozlaşma, en fazla çocukları ve kadınları tehdit ediyor. Yeterli ve nitelikli devlet yurdu açılmayıp, tarikat yurtlarına izin verilmesi, çocukların yurtlarda istismara uğramasına, tecavüzlere ve ölümleri neden oldu. Son 10 yılda çocuk istismarı vakaları, yüzde 700 artarak 300 bini geçti. Bunların başında AKP’ye yakınlığı ile bilinen Ensar Vakfı’na ait okul ve yurtların geldiği biliniyor. Ki bu vakıf, MEB’le yapılan protokol üzerinden doğrudan devlet okullarına sokuldu.

 

Çocuk işçiler de, mahkumlar da arttı

Dinci-gerici eğitim sistemi, çocuk işçiliği de arttıran bir sonucu doğurdu. Özellikle 4+4+4 sistemiyle birlikte okullardan ayrılma oranı arttığı gibi, çocuk işçiliğin yaşı da düştü. Böylece çocuklar hem okuma hakkından mahrum kaldılar, hem de patronlara ucuz işgücü oldular.

2012 yılında 601 bin olan 15-17 yaş arası çocuk işçi sayısı, 2016 yılında 709 bine ulaştı. 2016 yılındaki TÜİK verilerine göre, çocuk işçilerin yüzde 78’i kayıt dışı çalışıyor. Bu durum iş cinayetlerinde çocuk ölümlerini de arttırıyor. Her yıl bu sayının arttığını görüyoruz. Örneğin 2012 yılında 32 çocuk iş cinayetlerinde hayatını kaybetmişken, 2016 yılında 56 çocuk, 2017 yılında ise 60 çocuk işçi, yaşamını yitirdi. Son 6 yılda toplam 326 çocuğun iş cinayeti sonucu yaşamını yitirdiği tespit edilmiş. Elbette bunlar kaydedilenler…

Artan sadece çocuk işçiler ve ölümleri değil. Çocuklarda suç oranı da arttı. 12-17 yaş aralığında olan 3000’e yakın çocuk, şu anda cezaevinde. Bunların içinde “adli vaka”lardan tutuklananlar olduğu gibi, bir twit attığı için “cumhurbaşkanına hakaret”ten tutuklanan öğrenciler de bulunuyor.

Kısacası dinci-gerici eğitim, başta kız çocukları olmak üzere genel olarak çocukları okuldan koparan; çocuk işçi sayısını ve ölümlerini, çocuk yaşta evlililikleri ve çocuk istismarını, aynı zamanda suç işleme oranını arttıran bir rol oynadı. Eğitimin özelleştirilmesi, okul türü dayatması, cinsiyetçi, gerici ideoloji vb. nedenlerden dolayı, okullardan kopuş oranı yükseldi.

 

Her şey mücadele gücümüze bağlı!

AKP’nin eğitimi getirdiği nokta, böylesine vahim bir tablodur. Elbette AKP öncesi de eğitim iyi durumda değildi. Ama hiç bu kadar içi boşalmamıştı. Hemen tüm kurumlarda olduğu gibi eğitim alanında da dinci-gericiliğin, tarikatların saldırısı ve ağır tahribatını yaşadı, yaşıyor…

Ama yukarıda belirttiğimiz gibi, bu durumu değiştirmek için Dünya Ekonomik Forumu’nun verileriyle “108 yıl” beklememiz gerekmiyor! Herşey bizim mücadele gücümüze bağlı…

Eğitim bir üstyapı kurumudur. İktidarda olan sınıfın çıkarları doğrultusunda biçimlenir. Hükümetlerin değişmesi, bu özü değiştirmez. Dinci-gerici, şoven-milliyetçi veya liberal-reformist hükümetler, eğitimde farklı yollar izleseler de sonuçta kapitalist sisteme çalışırlar. AKP döneminde çocuk işçiliğin ve sömürünün artmasında olduğu gibi… Ayrıca dinci-gerici ideolojinin yaygınlaşması, kapitalistlerin işine gelir. Azami karını koruduğu sürece bu tür yönetimleri destekler.

Eğitimin demokratik bilimsel ve anadilde yapılabilmesi, mücadelenin boyutlarıyla orantılıdır. Buna bağlı olarak kapitalist sistem içinde de, birçok yenileşme, ileriye dönük değişimler sağlanabilir. Fakat eğitimin burjuvaziye hizmet etmesini tamamen ortadan kaldırabilmek, devrim sorunudur. Tüm çocukların eğitim olanağından yararlanması, çok yönlü gelişiminin sağlanması, istediği mesleği seçerek istediği işte çalışabilmesi; Nazım Hikmet’in dizeleriyle “geceleri aç yatılmayan / gündüzleri sömürülmeyen” bir düzende yaşayabilmesi, ancak devrim ve sosyalizmle mümkün olacaktır.

Bu hedef doğrultusunda mücadeleyi yükselttiğimiz oranda eğitimi de değiştirebiliriz. AKP’nin getirdiği durumu düzeltmek için bile, radikal bir müdahaleye ihtiyaç vardır. Bunu da düzen partilerinden beklememek saflık olur. Başta eğitim alanındaki sendikalar olmak üzere kitle örgütlerini sarsmalı ve eğitim bileşenleriyle birlikte bunu başarmalıyız.

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …