Analar üzerinden HDP’ye kuşatma

HDP üzerindeki saldırılara bir yenisi daha eklendi. Bu kez Diyarbakır il binasının önüne oturan annelerle HDP kuşatma altında. Çocuklarının HDP aracılığıyla dağa kaçırıldığı iddiasıyla başlayan eylem, yeni katılımcılarla büyüdü ve gündemin ilk sıralarına yerleşti.

Bunun arkasında devletin olduğu çok açıktır. Zaten gizlemeye gereği de duymuyorlar. İçişleri Bakanı başta olmak üzere devlet erkanından yandaş sanatçılara kadar belli bir kesim, ziyaret üzerine ziyaret gerçekleştiriyor. Yandaş medya, en “acar muhabirler”lerini oraya gönderiyor ve her gün canlı yayın yapıyor. Emniyet Müdürlüğü’nden ailelere çorba, çay gönderiliyor vb…

Kısacası eyleme katılımı arttırmak için tam bir seferberlik içindeler. HDP binasının camı-penceresi taşlarla kırılıyor, bu kişiler hakkında tek bir işlem yapılmıyor. HDP’ye küfretmek, saldırmak serbest; fakat istedikleri biçimde konuşmayanları aileleri, içlerinden çekip alıyorlar. Örneğin PKK’nin elinde esir tuttuğu asker ve polis ailelerinin eyleme katılmasını ve konuşmasını engelliyorlar. Çünkü bu asker ve polislerin yıllardır esir tutulduğunu, devletin de bu duruma göz yumduğunu bilinsin-duyulsun istemiyorlar. Bu ailelerin devlete yaptığı çağrıları bastırıyor; çocuğu dağa gitmiş ailelere ise, HDP’ye saldırmaları koşuluyla her tür desteği sunuyorlar.

 

Riyakarlıkta sınır yok!

HDP önünde oturan ailelerin, Diyarbakır Terörle Mücadele Şubesi tarafından çağrılıp, “sohbet” adı altında polislerle görüştükleri ve yönlendirildikleri ortaya çıktı. Çünkü bunu kabul etmeyen aileler de vardı. Polis yüzlerce aile ile bu doğrultuda görüşme yapmış, ancak sınırlı bir kısmını ikna edebilmişti.

İlk olarak Hacire Akar’la başlattığı bu operasyonu giderek büyüttü. HDP tarafından dağa kaçırıldığı iddia edilen Hacire Akar’ın oğlu, “zorla evlendirilmemek için evden kaçtığını” söylese de, onun oğlunu “hainlerin elinden söke söke aldığını” lanse ettiler ve bizzat Erdoğan tarafından aranıp “tebrik edilmesi”ni medya aracılığıyla duyurdular. Bu, diğer ailelere açık bir davetiyeydi. Arkası da geldi…

Devletin analara nasıl yaklaştığı kimse için sır değil aslında. Yıllardır gözaltında “kaybolan” çocukları için Galatasaray Meydanı’nda oturan Cumartesi Anneleri’ne, polisin nasıl gazla-copla saldırdığını herkes biliyor. Devletten sadece çocuklarının kemiklerini isteyen, başında ağlayacak bir mezartaşı olmasını talep eden bu ailelere nelerin reva görüldüğünü biliyoruz. Aylardır Galatasaray Meydanı’nın yasaklandığı, İHD’nin sokağına sıkıştırıldıkları, buna rağmen her hafta eylemlerini sürdürdüklerini de…

Sadece Cumartesi anneleri mi? Tutsak yakınlarına nasıl saldırdıkları hatırlardadır. Açlık grevi yapan tutsakların ailelerini, hapishane kapılarından dipçiklerle uzaklaştırdılar. Keza KHK ile atılan direnişçilerin anaları yerlerde sürükleyip attıkları tekmelerle yüzlerini mosmor ettiler. Halen hapishanede tutulan 70 yaşın üzerinde analar var.

Politik bir kimliğe sahip olmak da gerekmiyor: Çorlu tren kazasında çocukları ölen anneler, mahkeme önünde açıklama yaparken polis saldırısına maruz kalmadılar mı?

Şimdi bu devlet mi analara sahip çıkıyor? Onların çocuklarını düşünüyor, çocuklarına kavuşmasını istiyor?! Böyle bir yalana tabi ki kimse inanmıyor! Ama yalan ve demagojide, riyakarlıkta sınır tanımıyorlar! Yandaş medya aracılığıyla bu yalanları her gün halkın üzerine boca ediyorlar.

HDP önündeki eylemin ardından “Beyaz Tülbentli” anneler de AKP’nin Diyarbakır İl Başkanlığı önünde toplanmak istedi; fakat hemen gözaltına alındılar. Ardından 15 Temmuz darbesine katıldığı iddiasıyla müebbet hapse mahkum edilen Hava Harp Okulu öğrencilerinin anneleri ve babaları AKP’nin önüne geldi; onlar da polis tarafından zorla uzaklaştırıldı.

Anneler “HDP önünde oturanlar ana da, biz neyiz?” diye soruyor haklı olarak. AKP’nin riyakarlığı her olayda daha fazla sırıtıyor böylece. Ve nasıl bir oyun oynadığı, bununla neyi amaçladığı daha fazla sorgulanıyor.

 

Amaç, HDP’yi kapatmak mı?

AKP, son yıllarda HDP’ye karşı saldırılarını iyice arttırdı. “Çözüm süreci” bittiği günden itibaren Kürt halkına ölüm kusarken, HDP yöneticilerinin üzerinde de gözaltı-tutuklama terörü estirdi. 15 Temmuz sonrasında ise, milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılması, eşbaşkanlarının tutuklanması, belediyelere kayyum atanması ve birçok belediye başkanı ve yöneticisinin tutuklanması gibi saldırılar sökün etti.

31 Mart seçimlerinde HDP, kayyum atanan yerlerde belediyeleri yeniden kazanınca, kimini KHK’lı olduğu gerekçesiyle görevden aldı, kiminde ise “terörle iltisaklı” diyerek yeniden kayyuma başvurdu. Esasında seçimlerin anlamsızlığını bir kez daha ortaya koymuş oldu. Zaten öncesinde Erdoğan, “HDP’yi yeniden seçerseniz, biz de yeniden kayyum atarız” diyerek, bunu açıkça ilan etmişti.

Ne var ki, bu kez CHP’yi de karşısında buldu. CHP, HDP’ye yönelik bu saldırıyı kınıyor ve destek sunuyordu. Çünkü birincisi, kayyum tehdidi CHP’li belediyeler için de yapılıyordu. Sonrasında “İstanbul, Ankara gibi yerler için kayyum sözkonusu olamaz” dense de, CHP’li belediye başkanları, Saray’a davet edilse de, CHP-HDP yakınlaşmasını durduramadılar. İkincisi ve daha önemlisi, son kayyumlarla Kürt halkının seçme hakkının elinden alındığı daha net görüldü ve buna tepkiler öncekilerden fazla oldu. Dolayısıyla AKP’nin bu hamlesi, onun keyfi yönetimine duyulan öfkeyi arttırmaktan başka bir işe yaramadı.

Annelerin HDP binasına yönlendirilmesi, bunun üzerinden gerçekleşti. Böylece kayyuma yönelik tepkiler bastırılacak ve HDP’ye saldırılara meşru bir zemin oluşacaktı. Nitekim bu eylem başladığı andan itibaren kayyumlara karşı yapılan gösteriler geri plana düştü.

Annelerin oturma eylemiyle birlikte “HDP’nin kapatılması” hezeyanı yeniden yükseldi. Başını karşı-devrimci Vatan Partisi’nin çektiği bu şoven çığırtkanlık, MHP ve AKP tarafından da dillendiriliyor. Hatta yerel seçimlerde birlikte hareket ettikleri İYİP bile, buna yakın duruyor. HDP milletvekili Leyla Güven’in milletvekili dokunulmazlığının kaldırılması talebi de İYİP’den geldi. Son günlerde Erdoğan’la samimi pozlar veren Akşener’in, AKP’nin İYİP’le ittifak arayışlarının, bu kararda etkisi olduğu görülüyor.

AKP, HDP’nin kapatılmasını isteyen cepheyi genişletmeye çalışıyor. Diyarbakır il yönetimi hakkında “teröre destek vermek”ten dava açtırması da, bu yönde atılmış bir adım olarak görülebilir. Dahası, HDP’yi Kürt halkı ile karşı karşıya bırakma çabası içinde. Annelerin eyleminin yanı sıra, birçok şehirde HDP karşıtı yürüyüşler örgütlüyor. Devlet memurlarını bu yürüyüşlere katılmaya zorluyor. Yürüyüşler memurlarla sınırlı ve kitlesel bir boyut kazanmamış olsa da, tehlikeli bir planın işlediğini gösteriyor.

 

Sonuç olarak

Bugüne kadar Kürt hareketinin kurduğu birçok yasal parti kapatıldı. Buna HDP de eklenebilir. Fakat parti kapatmayla Kürt sorununun bitmediği, bitmeyeceği ortada. Buna rağmen AKP, böyle bir adım atabilir. Krizle bunalan kitleleri, bir kez daha şovenizmle oyalayabilir. Suriye savaşına dalarak, geriye gidişini durdurmaya çalışabilir.

Zaten Kürt hareketine dair atılan tüm adımlar, uzun bir süredir Suriye endeksli olmuştur. Kürt hareketi de Rojava’da elde edilen fiili bağımsızlıktan bu yana, asıl gücünü Suriye’ye yığmıştır. Dolayısıyla Kürt hareketinin merkezi artık Suriye’ye kaymıştır. Devletin de içte Kürt hareketine dönük her planı, Suriye’deki gelişmelere göre şekillenmektedir. Son günlerde yeniden ısıtılan “güvenli bölge”nin seyri, HDP’ye dönük saldırıların çapını da belirleyecektir.

Kitle desteğini her geçen gün yitiren AKP, savaş dahil her tür atraksiyon ile ayakta durmaya çalışıyor. Fakat attığı adımlar, onun gidişini hızlandıran bir etki de yapabilir. Tabi ki, bunu asıl olarak kitlelerin mücadele gücü belirler.

Süreç boyunca HDP’nin uzlaşıcı tutumunun AKP’nin saldırganlığını durdurmadığını, aksine daha pervasız kıldığını gördük. Kayyumlar karşısında bile güçlü bir karşı koyuş ortaya konmadı. Oysa bunun zemini oldukça fazlaydı. AKP’yi sadece seçimleri kazarak geriletmenin mümkün olmadığı artık görülmeli. Kitlelerin tepkisi eylemlere dökülmediği ve bunun önü açılmadığı sürece, bu saldırı furyası durdurulamaz.

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …