Suriye’de işgale son!

Türkiye’nin “güvenli bölge” adı altında Suriye topraklarına yönelik işgal harekatı, Suriye savaşında taşları yerinden oynattı. ABD, Türkiye’yi kaybetmemek için bir kez daha Kürt hareketini ortada bırakınca, PYD Rusya ve Suriye devleti ile işbirliği yapmak zorunda kaldı. Bu işbirliği çerçevesinde Suriye devleti, yaklaşık 6 yıldır PYD-SDG’nin hakimiyeti altında olan bölgelere girdi. Böylece 6 yıl sonra ilk kez Suriye devleti, Türkiye sınırına dayanmış oldu.

Bu durum, Türkiye’nin işgal harekatını daha da zora sokan bir ortam yaratmıştır. Çünkü Türkiye’nin işgal için ileri sürdüğü bahaneler tamamen boşa düştü. Suriye Devleti’nin Menbiç’e girmesi üzerine, Erdoğan’ın “orası Suriye toprakları, girmelerini sorun etmiyoruz” minvalindeki sözleri, bu hamle karşısında geri adım atmak zorunda kaldığını gösteriyor. Çünkü öncesinde ÖSO’nun Menbiç’i kuşattığı, ardından TSK’nın gireceği yönünde haberler yapılıyordu. Fakat Rusya ve Suriye’nin girmesiyle bu planları da suya düştü.

Dahası, Erdoğan bu sözleriyle Esad yönetimini Suriye’nin meşru hükümeti olarak tanıdığını da itiraf etmiş oldu. Aynı günlerde Rus yetkililer, Suriye ve Türkiye yönetimlerinin resmen görüştüklerini açıkladı. Daha önce Türkiye tarafından inkar edilen bu durum, artık ayan-beyan ortadadır. AKP hükümetinin Esad yönetimiyle görüşmesi, Suriye ordusunun Menbiç’e girişine boyuneğmesi, Türkiye’nin Suriye politikasının iflasının AKP tarafından da kabul edildiğinin resmidir. Türkiye bu işgalle yeni bir hamle daha yaparak mevzi kazanmak isterken, geri adımlar atmak zorunda kalmıştır. Bir kez daha kaldırdığı taşı ayağına düşürmüş, Rusya ve Suriye’yi daha fazla güçlendirmiştir.

* * *

Türkiye’nin “güvenli bölge” adıyla başlattığı son işgal harekatı, daha birinci haftasını doldurmadan Türkiye’yi zora soktu. Öyle ki, işgali destekleyen neredeyse tek bir devlet olmadı. KKTC bile karşısında durdu. Her ne kadar ABD’nin onayıyla bu harekatı başladıysa da, ABD de işgale karşı göründü ve göstermelik de olsa yaptırımları devreye soktu. Aynı durum AB ülkeleri için de geçerli. Esas olarak halkların işgale karşı çıkması, bu ülkelerin yönetimlerini de bu yönde açıklamalar yapmak zorunda bırakıyor. Kimisi halkın tepkisinden, kimi Erdoğan yönetimiyle çıkar çatışmasından işgale karşı çıktılar.

BM’de Türkiye’nin kınanması, Rusya ve ABD’nin vetosuyla durdurulmuş olsa da (ki farklı saiklerle böyle bir çakışma yaşandı) hemen ardından gerek Rusya, gerekse Çin, Türkiye’nin işgalini desteklemediklerini ve işgale son verilmesini açıkladılar. Bir hafta sonra gerçekleşen BMGK toplantısında ise, Türkiye’ye işgali bitirmesi çağrısı yapıldı.

Emperyalistlerin çıkarları doğrultusunda Türkiye’yi kullandıkları çok açıktır. Bunu ABD ve AB kadar Rusya ve Çin de yapıyor. Kimi zaman Türkiye’yi saldırtıyor, kimi zaman geri çekilmesini istiyorlar. Sözde kınıyorlar, yaptırımlar uyguluyorlar, ama her biri Türkiye’ye daha fazla silah satmak için birbiriyle yarışıyor. Yaptırımların askeri alanı kapsamaması boşuna değil.

Bu durum, Türkiye’nin suçunu ortadan kaldırmıyor. Suriye savaşının başlamasında ve Suriye’nin bu hale gelmesinde birinci dereceden sorumlu ABD ise, onun hemen yanına Türkiye’yi eklemek gerekir. Eğer Türkiye dünyanın dört bir yanından gelen cihatçılara yardım ve yataklık yapmamış olsaydı, ABD diğer ülkeler üzerinden bunu kolay kolay başaramazdı.

Ayrıca AKP’nin “Büyük Ortadoğu Projesi” kapsamında ABD tarafından işbaşına getirildiğini unutmamak gerekiyor. Erdoğan, ilk yıllarında “BOP’un eşbaşkanı” olmakla övünüyordu. Irak işgali sırasında tezkerenin meclisten geçmesi için yoğun bir çaba harcadığı, fakat başaramadığı da biliniyor. ABD, bunun faturasını Türk ordusuna kesmiş ve sonrasında Ergenekon operasyonları kapsamında büyük bir tasfiye hareketi başlamıştı.

AKP, ABD’nin Ortadoğu ülkelerine “ılımlı İslam” modeli olarak hazırlayıp işbaşına getirdiği bir partidir. Fakat bu proje çökmüştür. Buna karşın AKP, bir yandan “Yeni Osmanlıcılık” hevesiyle yayılmacı dış politikayı, diğer yandan Ortadoğu’da “Müslüman Kardeşler”in hamiliğini üstlenmeyi sürdürüyor. Bu durum ABD’nin bölgedeki çıkarlarıyla çatıştığı nokta da ABD ile sorunlar yaşanıyor.

* * *

Türkiye’nin Suriye savaşına doğrudan katılması, AKP’nin izlediği bu dış politikanın sonucuydu. Esad yönetimini yıkıp Müslüman Kardeşleri yönetime getirmek ve onlar üzerinden Suriye üzerinde etkinliğini arttırmak amacındaydı. Bunun için cihatçı çeteleri eğitti, besledi ve Suriye’de gerici bir iç savaşı körükledi. Öylesine kolay bir zafer beklentisi içindeydiler ki, “bir hafta içinde Şam’da Emevi Camii’nde namaz kılacaklarını” söyleyebildiler.

Ama evdeki hesap çarşıya uymadı. Esad yönetimi direndi, halkın önemli bir kısmı ABD’nin başını çektiği bu savaşa karşı yönetimin yanında yer aldı; Kürt bölgesi bunu kendi hedefleri için bir olanak olarak gördü; ardından İran ve Rusya’nın desteği de gelince, direniş daha da büyüdü. Cihatçı çetelerin ele geçirdiği topraklar geri alındı ve çeteler İdlib’e sıkıştırıldı.

Başlangıçta ABD’nin çıkarları doğrultusunda savaşa dahil olan Türkiye, son yıllarda Rusya ile ilişkileri arttırarak Suriye üzerindeki emellerini sürdürüyordu. Ve kimi zaman ABD’nin, kimi zaman Rusya’nın onayı ile Suriye topraklarını işgal etmeyi başardı. Şimdi daha ileri gidip tüm Suriye sınırını kapsayan ve 30-35 km derinliği olan bir bölgeyi denetimi altına almak istiyor.

Gelinen noktada Türkiye’nin amacının, Suriye’nin kuzeyinde cihatçı çetelere bir bölge açmak, mümkünse “Sünnistan” kurdurmak olduğu net biçimde ortaya çıkmıştır. İşgalleri ÖSO ile yapması bile bunun göstergesi. Başta Avrupa ülkeleri olmak üzere tüm emperyalist ülkelerin en büyük korkusu, yeni bir “mülteci akını” ve cihatçı çetelerin kendi ülkelerine geri dönmesi… Türkiye de bugüne dek bu kozu kullanarak AB dahil emperyalistlerden destek almaya çalıştı. Ama artık bu koz da işlemez hale geldi.

Emperyalistlerin Türkiye’ye “çöplük” muamelesi yaptığını biliyoruz. IŞİD dahil tüm cihatçı çeteleri Türkiye’nin sorumluluğuna vermeleri de aynı bakışın ürünü… Böylece bu savaştaki suçlarından aklanıyorlar, hem de cihatçı çeteleri başka bir savaşta kullanmak üzere yedekte tutmuş oluyorlar.

Türkiye, işgale meşruiyet kazandırmak için, “Suriyeli sığınmacıları o bölgeye yerleştirmek” argümanına sığındı, fakat böyle bir ihtimalin olmadığını, dahası bunun bir demagoji olduğunu herkes biliyor. Tıpkı “Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunuyoruz” nakaratındaki gibi… Aynı yalan, “başkalarının toprağında gözümüz yok” sözüyle devam ediyor. Oysa daha önce işgal edilen Cerablus, Afrin, El Bab gibi bölgelerde yaptıkları, bundan sonra yapacaklarının da bir göstergesi. Oralara kaymakam atamak, Gaziantep Üniversite’sine bağlı fakülteler açmak, işgali ilhaka çevirmenin adımlarıdır. Yani o toprakları Türkiye’nin bir parçası yapmayı hedefledikleri çok açıktır.

Diğer yandan Suriye’nin geleceğine dair planların çizileceği masaya, elini güçlendirerek oturmayı hedefliyor. Suriye’nin eski Suriye olamayacağı ortada. SGD ile anlaşmanın bir yanını Suriye’deki Kürtlere özerklik tanımak oluşturuyor. Kürt halkı biçimi-kapsamı değişse de, belli haklar elde edecektir. Türkiye de işgal ettiği bölgede cihatçılara alan açmaya çalışıyor.

* * *

Türkiye’nin hedefleri böyle; fakat bunları yaşama geçirme şansı yok! Son gelişmeler üzerinden Suriye konusunda eli daha da güçlenen Rusya, her ne kadar Türkiye’yi kaybetmeme adına bazı tavizler verdiyse de, Suriye devletinin yanında duracağını ve Suriye’nin toprak bütünlüğünü koruyacağını ortaya koymuştur. Keza İran’ın da tutumu bu yönde olacaktır. Hatta İran, Rusya’dan daha net biçimde Türkiye’nin karşısındadır. Çünkü Türkiye’nin ABD ile ilişkisi İran’ı fazlasıyla rahatsız etmektedir.

Suriye’deki Esad yönetiminin bu savaştan galip çıkmasında, Rusya ve İran’ın oynadığı rol çok büyük olmuştur. Dolayısıyla masada bu iki ülkenin söz hakkı daha fazla olacaktır. Bu durumda Türkiye’nin cihatçılara alan açma sevdası hüsranla sonuçlanacaktır. Dahası, Erdoğan’ın başta IŞİD olmak üzere cihatçı çeteleri Suriye’ye göndermekten sorumlu tutulması, uluslararası mahkemede yargılanmasını bile gündeme getirebilir. Zaten BM’de Rusya’nın hazırladığı böyle bir dosya bulunmaktadır. Son işgal girişiminden sonra Erdoğan’a yönelik bu tehditler artmaya başlamıştır. ABD bile Zarrab-Halk Bankası dosyasını yeniden açarak, Erdoğan’ı kendi çizdiği sınırlara çekmeye çalışmaktadır.

Bu baskılar karşısında Erdoğan’ın daha ileri gitme şansı yok! Son işgal harekatını da yakın bir zamanda durdurma ihtimali yüksek. Bugüne dek elde ettiği mevzileri de, başta İdlib olmak üzere birer birer terketmek zorunda kalacakları günler uzak değildir.

Başta ABD olmak üzere tüm işgalciler Suriye’den defolup gitmelidir! Suriye’nin nasıl yönetileceğine de Suriye halkı karar vermelidir!

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …