Günlerce süren “orta oyunu” sonunda asgari ücret 2 bin 324 TL olarak belirlendi. Karar önceden verilmişti, göstermelik toplantıların sonunda açıkladılar. En başta bu oyun bozulmalıdır!
İşçi sendikalarını temsilen Türk-İş’in bulunduğu bir toplantıda işçi sınıfının temsil edildiğini söylemek, abesle iştigaldir. Kuruluşundan itibaren işbirlikçi olan bu konfederasyon, defalarca işçileri satan sözleşmelere imza attı. Halen Türk-İş Başkanı olan Ergün Atalay’ın Ağustos ayında imzalanan Kamu TİS’leri sırasında Bakan’a dönerek, “uzasa iş karışacaktı, kapattım böyle” dediği hatırlardadır. Asgari ücret görüşmelerine de “bir işçinin yaşam maliyeti” dedikleri 2 bin 578 TL teklifiyle başladılar ve bunun altında bir teklifi kabul etmeyeceklerini söylediler, ama teklifin çok altında bir ücret verildiği halde, ne Türk-İş’ten ne diğer sendikalardan eylemli bir çıkış olmadı.
Erdoğan’ın sadece cumhurbaşkanlığından aldığı maaş 85 bine çıktı. Örtülü ödenekleri, çifte emeklilik maaşını, “hediye” adı altında verilenleri saymıyoruz bile… Sadece cumhurbaşkanı maaşı, işçiye verilenin 40 katıdır! Geçtiğimiz günlerde yapılan açıklama ile, sarayın harcamasının 2018 yılında 1,6 milyar TL iken 2019’da 2,8 milyara yükseldiğini öğrendik. Onların bir öğün yedikleri bile, belirlenen asgari ücretin üzerindedir. Gelir dağılımındaki bu devasa uçurum, mızrağın çuvala sığmaz olduğu bir haldedir.
Açlık ve işsizlik ölüm demektir
Belirlenen asgari ücretle, işçi ve emekçiler bir kez daha açlık sınırına mahkum edildi. Resmi rakamlarda “açlık sınırı” yani bir kişinin sadece karnını doyurması 2 bin TL’nin üzerinde. Günde 10-12 saat çalışıp ancak karın doyurabilecek, ölmeyecek ama sürünecek bir yaşamdan başka bir şey sunulmuyor milyonlarca kişiye…
Dahası, “bunu da bulamayanlar var” denilerek işsizler gösteriliyor. 7 milyonu aşkın işsizin bulunduğu bir ülkedeyiz. Bir yıl içinde 802 bin kişi daha işsiz kalmış. Neredeyse her dakikada bir kişi, işinden oluyor. Keza son beş yılda 570 bin esnaf kepenk kapatmış! Çiftçi katlanarak artan borçlarını ödeyemeyince, toprağı da ekemiyor. Tarımda işsizlik diz boyu…
2019 yılında 16 bin şirketin iflas ettiği söyleniyor. Bu şirketlerde çalışan tüm emekçiler işsiz kalmış demektir. Ama hükümet büyük patronları kurtarmak için kesenin ağzını açmış durumda. İşsizlik Fonu bile onlar için kullanılıyor. Bugüne dek fonda biriken paranın üçte biri işsizlere, üçte ikisi patronlara verilmiş!
Son olarak Simit Sarayı’nın Ziraat Bankası eliyle kurtarılması girişimine tanık olduk. Bu işletmede İstanbul’un eski belediye başkanı Kadir Topbaş dahil pekçok AKP’linin hissesi olduğu, kamu bankası aracılığıyla bu kişilere para aktarılacağı ortaya çıktı.
Bir yanda emeğiyle geçinenlere reva görülen komik ücretler, diğer yanda “şirket kurtarma” adı altında patronlara akıtılan milyon dolarlar… Ama elektrik-doğalgaz borcunu dahi ödeyemez olanlara “kurtarma” yapılmıyor! 4 milyonu aşkın kişi bu soğuk kış günlerinde elektrik ve doğalgaz borcunu ödeyemez durumdadır.
Hal böyleyken bir de vergi yükü bindirildi. Bütçenin yüzde 66’sı ÖTV, KDV denilen “dolaylı vergiler”den oluşuyor. Satın aldığımız herşeyden kesilen vergiler bunlar. Yanı sıra “gelir vergisi”nin de üçte ikisi emekçilerden alınıyor. Asgari ücret bile vergiye tabii… “Çok kazanandan çok, az kazanandan az” vergi alınması gerekirken, tam tersi oluyor. Ücretli çalışanların ellerine daha para geçmeden vergiler kesiliyor, ama patronlar çeşitli biçimlerle vergi kaçırmaya devam ediyor. Ve bütçe denilen devlet kasasını halkın sırtından dolduranlar, bol keseden yiyip içiyor, patronlara-yandaşlara dağıtıyorlar…
Son olarak Kanal İstanbul projesini bile bütçeden karşılayacaklarını söylediler. Halk açlıktan, işsizlikten kırılıyor, bunlar “Lale Devri”nin saray erkanı gibi, zevk-ü sefa içinde kanal gezintisi planları yapıyor. Kanalın çevresindeki arsaları Arap zenginlerine peşkeş çektikleri açığa çıktı. Kriz içindeki inşaat sektörünü de bu şekilde canlandırmayı düşünüyorlar.
Ama bütün bu yapılanlar, işçi ve emekçinin “büyük tahammül”ünün fazlasıyla zorluyor artık. Her şey bu tahammül sınırının patlamasına gelip dayanmış durumda…
Genel grev genel direniş
Halkın açlık ve işsizlikten dolayı canına kıydığı bir dönemden geçiyoruz. Son bir yıl içinde 3 binden fazla kişi intihar etti. Öyle ki, en çok ölümün yaşandığı “trafik kazaları” ile yarışacak boyutlara ulaştı. Tek tek intiharlardan ailecek intiharlara dönüştü. Böyle bir durum ülkemizde ilk kez yaşanıyor. İşsizliğin ve açlığın geldiği noktayı bundan daha çarpıcı ne anlatabilir?
Bu aynı zamanda çaresizliğin, yalnızlığın, örgütsüzlüğün göstergesi… Varolan partilerin ve kitle örgütlerinin halkın sorunlarına yanıt olamadığını gösteriyor. Öyle olmasa, işçiyle dalga geçer gibi belirlenen asgari ücret karşısında tepkilerini eylemli bir şekilde ortaya koymaları gerekmez miydi? Toplantı odasını terk ederek veya basın açıklamaları ile işçi ve emekçinin ücreti, yaşam ve çalışma koşulları düzelmiyor!
Ardı arkası kesilmeyen bu saldırılar ancak güçlü birleşik eylemlerle durdurulabilir. Bugün birçok işyerinde direnişler var. Son olarak metal işkolunda TİS görüşmeleri anlaşmazlıkla sonuçlanınca başta Tofaş olmak üzere birçok büyük fabrikada eylemler başladı. İşveren sendikası MESS, ilk altı ay için yüzde 6.05’lik bir zam teklif ediyor, üstelik 3 yıllık sözleşmeyi dayatmayı sürdürüyor. 130 bin metal işçisi, yeni bir fırtınaya hazırlanıyor. Aksi halde bir kez daha devlet-patron-işbirlikçi sendika üçgeni altında boğulup gidecekler.
Türk-İş’in bile bazı çıkışlar yapması, alttan alta kaynayan homurtuyu hissetmesindendir. Asgari ücretin Türk-İş’in teklifinin bile gerisinde olmasına, işçi ve emekçilerin tepkisi çok büyük olmuştur. “Genel grev, genel direniş” talebi, tabandan yükselmektedir. Sendikalar bu talebe daha fazla kulak tıkayamazlar. Sendikalı-sendikasız, şu ya da bu sendika ayırmaksızın işçi ve emekçiler tabanda birliği sağlamak zorundadır. Asgari ücret için oluşan İstanbul İşçi Sendikaları Platformu türü birlikler kurulmalı ve bunlar sendika yönetimlerini harekete geçmeye zorlamalıdır.
Genel grev, genel direniş, bir ajitasyon sloganı olmaktan çıkmıştır artık! O bir eylem sloganıdır!
Artan saldırıları durdurabilmenin tek yolu, haklarımızı alana dek sürecek bir genel grev genel direniştir. Fransız işçi ve emekçilerinin emeklilik yasasına karşı başlattıkları büyük eylemler, Türkiye işçi ve emekçilerine esin kaynağı olmalıdır.