Saraylar saltanatlar çöker
kan susar birgün
zulüm biter.
Menekşeler de açılır üstümüzde
leylaklar da güler.
Bugünlerden geriye,
bir yarına gidenler kalır
bir de yarınlar için direnenler…
Adnan Yücel
Erdoğan’ın, kendi “iktidar” ve “güç” gösterisinin sembolü olarak inşa ettirdiği Kaç-Aksaray, her yönüyle tartışılmaya devam ediyor.
Daha inşaat aşamasındayken, Danıştay kararı ile “Kaçak” durumuna düşmüştü bu saray. İdare Mahkemesi’nin inşaat için yürütmeyi durdurma kararı vermesine rağmen, doğrudan Erdoğan’ın “güçleri yetiyorsa yıksınlar” talimatıyla sürdürüldü bu görgüsüzlük abidesinin inşaatı.
Maliyeti ise, bir emekçinin tahayyül sınırlarının çoküzerinde rakamlarla konuşulmaktadır. Gerçek rakam sır gibi gizli tutulmaktadır. Zaten TOKİ, sarayın maliyetinin açıklanmasının ekonomik krize neden olacağını söyleyerek, gerçek durumu ortaya koydu. Devletin açıkladığı rakamlar, buzdağının sadece görünen yüzüdür ve gerçeğin çokküçük bir parçasını oluşturmaktadır.
Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, sarayın maliyetinin 1 milyar 370 milyon lira olduğunu söylemektedir. Bu miktar bile, uluslararası basında şaşkınlıkla karşılanmıştır. New York Times, Aksaray’ın, Beyaz Saray (ABD), Kremlin Sarayı (Rusya) ve Buckingham Sarayı’ndan (İngiltere) daha büyük olduğunu açıkladı. Frankfurter Allgemeine Zeitung, Aksaray’ın içine 6 Beyaz Saray’ın veya 27 Fransız Cumhurbaşkanı sarayının sığabileceğini yazdı. Daily Telegraph, sarayın dünyanın en büyük sarayı olduğunu ve Versay Sarayı’ndan 4 kat daha büyük olduğunu anlattı.
Üstelik gerçek rakamlar, bu açıklanandan birkaç kat daha büyüktü. Bu rakamlardan bazıları, Sayıştay’ın sarayın harcamalara ilişkin raporu ile ortaya çıktı. Bazılarını ise, Ankara Mimarlar Odası’nın çabalarıyla, sarayda kimi parça işleri yapan müteahhitlerin, internet sayfalarında kendi reklamlarını yapmak için yayınladıkları bilgilerden derledi.
Açıklanan rakamlar sayesinde sarayın, söylendiği gibi bin odalı değil, en az 2 bin odalı olduğunu öğrenmiş olduk. Toplam maliyetin ise 1 milyar civarında değil, 5 milyarın üzerinde olduğu tespit edildi. Keza sarayın bahÇesine 250 konutluk rezidans inşaatının yapılacağı da ortaya çıktı. Saraya tanesi 5 bin liradan klozet, metrekaresi 8 bin liralık saunalar yaptırılmış, tanesi bin dolara altın yaldızlı bardak alınmış, tek bir adet koltuğa 25 bin euro ödenmiş! Erdoğan’ın çalışma odasının maliyeti tek başına 20 milyon lira tutuyor. Sadece saraya giden yolların maliyeti 60 bin lira olarak hesaplanıyor. Ana binanın teras katında, tanesi 3 bin eurodan 150 ağacın yurtdışından getirilerek dikildiği, iklim farkı nedeniyle kuruyan ağaçların üç kere değiştirildiği; böylece sadece terastaki ağaçlar için bu güne kadar 1 milyon 200 bin lira civarında para harcandığı belirlenmiştir. Sarayın bahçesinin peyzaj düzenlemesinin ise, metrekaresi yaklaşık 2 bin 500 eurodan toplam 2.5 milyar liraya ulaştığı söyleniyor.
Sayıştay’ın hazırladığı rapor ise, inşaat sırasında ortaya çıkan yolsuzlukların tam bir teşhiri niteliğindedir. Rapora göre, TOKİ sarayın inşaatının ihalesini “gizlice” REC Uluslararası İnşaat Sanayi Yatırım ve Ticaret A.Ş’ye (Rönesans İnşaat) vermişti. İhale koşulları yerine getirilmeden, sarayın inşaatı yandaş firmaya peşkeşçekilmişti. Sözkonusu firma, yaptığı her bir işiçin, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın resmi birim fiyatlarının çoküzerinde ödeme almıştı. Bu fark, bazı kalemlerde yüzde 2000’lere ulaşan bir kar yaratıyordu. Mesela, “el ile kum-çakıl serilmesi” işleminde bakanlığın belirlediği birim fiyatı 3.49 TL/m3 iken, müteahhite ödenen birim fiyat 66,85 TL/m3 olarak gerçekleşmiş. Bu, yaklaşık yüzde 2000 fark anlamına geliyordu.
Keza birçok işiçin müteahhit firmalar “mükerrer ödeme” almışlar; salt mükerrer ödemeler nedeniyle, devlet 1 milyon 350 bin lira zarara uğratılmış. Ayrıca, fatura edilen iş ile yapılan işte kullanılan malzeme arasında milyonlarca liralık farklar sözkonusu.
Sarayın bugüne kadar 5 milyar lirayı geçtiği tespit edilen harcamaları, doğrudan kitlelerin cebinden çalınan parayla gerçekleştirildi. Bir kısmı işsizlik fonunda biriken paradan alındı, bir kısmı başbakanlık bütçesinden, kalanı ise örtülü ödenekten. Bunlara, son bir yılda 410 milyona alındığı söylenen lüks uçak ile, İstanbul-Beylerbeyi’nde Erdoğan’ın oturması için restore edilen Vahdettin Köşkü’ne harcanan 110 milyonu da eklemek gerekiyor.
Ancak harcamalar bunlarla da bitmiyor. Mesela “ışıkların 24 saat açık kalması” talimatı verilen sarayda, aylık elektrik faturası 700 bin lirayı buluyor. ıstelik saray hala “kaçak” olduğu için, normal bir faturalandırma yapılamıyor, elektrik gideri, Ankaralıların elektrik faturalarına “kayıp-kaçak bedeli” olarak eklenecek.
Başbakanların “istisnai harcamaları”için ayrılan ve genellikle de “güvenlik” gibi devlet açısından gerekli durumlarda devreye sokulan örtülü ödenek harcamaları da bir başka pervasızlık örneği olarak karşımızda duruyor. Erdoğan’ın, 11 yıllık başbakanlığı döneminde, örtülü ödenekten toplam 6 milyar 424 milyon TL harcama yaptığı resmi olarak açıklandı. Önceki başbakanlar Tansu Çiller, Mesut Yılmaz ve Necmettin Erbakan’ın görev yaptıkları 10 yıllık dönemdeki toplam örtülü ödenek harcaması sadece 312 milyon TL. Yani Erdoğan, kendisinden önceki üç başbakandan tam 20 kat daha fazla örtülü ödenek harcaması gerçekleştirmiş durumda.
Saraylara ve şatafata savrulan paralarla, kendi yandaşlarını doyurmak, kendi kadrolaşmasını yaratmak için harcanan bütçeye bakılınca, örtülü ödeneğin nereye gittiği belli oluyor.
Kitle maniplasyonu için gösteriş
Böylesine gösterişe dayalı ve devasa bir bina yaptırılması, Erdoğan’ın her fırsatta hatırlattığı Osmanlı gelenekleri ile de, egemen sınıfların genel hegemonya tarzıyla da paralellik içinde aslında. Kapitalist sistemin özü, sermaye birikimi ile üretim-daha fazla üretimdir. Ama feodal ve köleci toplumlarda, servetler devasa gösterişli inşaatların yapımına ayrılır. Sanayi devrimi öncesi toplumsal sistemlerde, “üretim patlamaları” yapmak, aşırı üretim gerçekleştirmek mümkün olmadığı için, servetlerin gösterişe ve şatafata ayrılması anlaşılır bir durumdur. Yapılan hanlar, saraylar, yollar, çeşmeler, camiler ne kadar büyük, gösterişli ve süslüyse, dönemin iktidar sahibinin o kadar büyük ve kudretli olduğu düşünülür.
Erdoğan döneminin öne çıkan özelliği de, dev inşaat projeleridir; üçüncü köprü, üçüncü havaalanı, dev kanal vb projeleri, dünya çapında benzerleriyle yarışmaktadır. Keza, metro ve duble yol inşaatlarıyla sembolleşmiştir Erdoğan döneminin icraatları. Haziran Ayaklanmasını başlatan unsur olan, Taksim-Gezi Parkı’na “Topçu Kışlası” adı altında AVM inşaatı da yine bu kapsamda gündeme gelmiştir.
İnşaata bu kadar çok önem verilmesinin bir yanını, burjuvazinin tercihleri oluşturmaktadır elbette. Yeşil alanları beton yığınlarına dönüştüren inşaat sektörü, son dönemin en karlı üretim alanıdır. Sanayi ya da tarım üretimi her geçen gün biraz daha gerileyip, sanayi ve tarım ürünlerinde dışa bağımlılık artarken; ekonomik veriler giderek kötüleşip kitlelerin yaşam koşulları bozulurken; en önemli yeşil alanlarda siteler, dev beton yığınları, AVM’ler yükselmekte, kamuya ait araziler inşaat tekellerine peşkeşçekilmektedir. Estetikten yoksun, güç ve otorite simgesi binalar, dört bir yanda yükselmektedir. Erdoğan’ın yeni sarayı da, kitleler üzerinde güç ve otorite oluşturmanın aracı olarak oldukça önemli bir misyon taşımaktadır.
Ancak bu dönem, bir taraftan da ekonomik krizin yeniden bütün şiddetiyle yükselmekte olduğu, kitlelerin yaşam koşullarının giderek kötüleştiği bir dönem. Çalışanların yaklaşık yarısı asgari ücret alıyor, açlık sınırında ayakta kalmaya çalışıyor. Bu koşullarda, sarayın dudak uçuklatan, dehşete düşüren rakamları, AKP’nin tabanında bile bir hoşnutsuzluk yaratıyor. Kendi yaşamındaki yoksunluklarla, dini söylemlerin arkasına saklanarak vurgun vuranları, gösterişiçinde yaşayanları karşılaştırdığında, bu hoşnutsuzluk öfkeye dönüşüyor. Zaten Erdoğan tam da bu nedenle, sarayın gündemden düşürülmesi için bir sürü anlamsız konuyu ortaya atıyor, saçma açıklamalarla yeni tartışmalar yaratmaya çalışıyor; ancak sarayda sembolleşen yolsuzluk ve vurgunculuğu gizlemeyi başaramıyor.
Kaç-Aksaray yerine ne yapılabilirdi
Yapılan sarayın maliyetinin, açıklanan rakamlardan da, tespit edilen rakamlardan da çok daha yüksek olduğu elbette biliniyor. Ancak devletin resmi açıklamasını dikkate aldığımızda bile, Erdoğan’ın tek başına saltanat süreceği bir bina yerine, kitlelerin yaşam koşullarını iyileştirecek ne yapılabilirdi diye sorulduğunda, seçenekler oldukça çarpıcı.
Mesela, yoksul emekçiler için, maliyetleri 60 bin liradan 30 bin adet konut yapılıp, tek odalı gecekondularda yaşayan 30 bin aileye yaşanabilecek konutlar sağlanmış olurdu.
İşsizlik oranının yüzde 10.1’e, genç işsizlik oranının ise yüzde 18,9’a çıktığı ülkemizde, en az 18 bin kişiye iş olanağı sağlayacak kalıcı kamu yatırımları gerçekleştirilebilirdi.
Net asgari ücret üzerinden, 7 bin 400 kişiye 25 yıl boyunca maaş ödenebilirdi.
125 bin üniversite öğrencisine, 4 yıllık öğrenimleri boyunca aylık 300 TL karşılıksız burs verilebilirdi. Ya da ortalama 15 milyon liradan, 500 yatak kapasiteli, 120 adet yüksek öğrenim yurdu yapılarak, 60 bin öğrenciye barınma imkanı sağlanabilirdi.
Madenlere, tanesi 250 bin dolardan, 40 kişi kapasiteli 3 bin 272 adet yaşam odası kurularak madenci katliamları azaltılabilirdi.
Kadın istihdamının artırılması, iş cinayetlerinin azaltılması, kadına yönelik şiddetin durdurulması, çocuk gelinler sorununun çözülmesi, engellilerin toplumsal yaşama daha fazla katılmaları gibi pek çok konuda, önemli toplumsal kazanımlar elde edilebilirdi.
Ancak kitlelerin yaşam koşullarını iyileştirecek, can güvenliği sorunlarını çözecek olan yatırımlar, burjuvazi tarafından “karlı” bulunmuyor. Zaten onların zenginlikleri, kitlelerin daha fazla yoksullaşması pahasına birikiyor; onların lüksü, açlığa mahkum edilen kitlelerden çalınan paralarla gerçekleştiriliyor. Bu nedenle, asgari ücretle çalışan bir madencinin can güvenliğini sağlamaktansa, kendilerine 5 bin liralık klozetler yaptırmayı tercih ediyorlar.
Sarayları onları kurtaramayacak
“İtibardan tasarruf olmaz” diyor Erdoğan, sarayın yapımı için harcanan devasa paraları savunurken. Ama itibar sarayla da olmaz. Ayakkabı kutularında paralar saklayan; 1 milyar doları “sıfırlamaya” uğraşan; iş anlaşması yaptığı her yabancı şirket ve ülkeyle adeta “at pazarlığı” yaparak kendi adına da bir “hediye” koparmaya çalışan; medyada, eğitimde, sağlıkta, inşaatta “havuz”lar kurarak kendine özel çıkar sağlayanların “itibar”ını kurtarabilecek herhangi bir şey yoktur. Soma’da maden işçisini yumruklarken, Berkin’in annesini yuhalatırken, “destan yazan” polisine sahip çıkarken, yoksul çifçiye “ananı da al git” derken, Erdoğan’ın gerçek “itibar”ı da kendisini ortaya koymuştur zaten.
Tam da bu nedenle, ne bir saray kurtarabilir onları, ne özel uçaklar, ne de sarayın altına kazılmış tüneller. Zaten onlar da bunu bildikleri için, kazdırıyorlar tünelleri.
31 Mayıs 2013 tarihinde, kitleler ayaklandıklarında, Beşiktaş’tan Taksim’e yürüyen kitlenin tam ortasında (Beşiktaş’taki Başbakanlık çalışma ofisinde) kalan Erdoğan’ın, o gün yaşadığı ölüm korkusuyla, bugün Kaç-Aksaray’ın altına “acil durum kaçış tünelleri” kazdırmış olduğu söyleniyor. Yarın devrim için ayaklanan kitleler sarayı kuşattığında, tıpkı Ortaçağ’ın tiranları gibi, bugünün tiranları da karanlık dehlizlerden kaçarak kurtulmaya çalışacak.
Ama nasıl o dehlizler Ortaçağ’ın tiranlarını, krallarını, sultanlarını kurtaramadıysa; günümüzün sultanlarını da son teknoloji ile yaptırılan tünelleri, uçakları kurtaramayacak.