Faşist yasalar da sökmeyecek!

barikat-ustunde

AKP hükümeti, Mayıs 2013’ten bugüne artarak süren gösteri yürüyüşlerinden duyduğu rahatsızlık nedeniyle, 6-7 Ekim’de yapılan Kobane eylemlerini bahane ederek halkın özgürlüklerini kısıtlamak ve üzerindeki baskıyı arttırmak amacıyla Meclis’e 3 ayrı yasa teklifi sundu. Sunulan 3 paket de yalnızca AKP hükümetinin çıkarları üzerine kurulmuştur ve “Yeni Türkiye” olarak sunulan Türkiye Cumhuriyeti’nin daha da otoriterleşmesi anlamına gelmektedir.

İç güvenlik paketi içerisinde 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Hakkındaki Kanunda ve Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu’nda da (PSVK) değişiklikler öngörülmektedir. Bu paketler yaşam hakkının, ifade özgürlüğünün, adil yargılanmanın, kişi hak ve güvenliğinin ihlal edileceğinin ilanıdır.

DGM’leri kapattığında bunu “devrim” olarak sunan AKP, ardından “Özel Yetkili Mahkemeleri” kurmuş, binlerce kişi hukuksuzluklar içerisinde mağdur olmuş, ardından 21 Şubat 2014’te tekrar “devrim” olarak bu mahkemeleri de kapatan AKP, üzerinden bir yıl geçmeden şimdi yeni torba paketlerle “ihtisas mahkemelerini” kurmak istemektedir. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiği, kişi hak ve özgürlüklerinin kısıtlandığı, tamamen bir düşman hukuku uygulayan Özel Yetkili Mahkemeler halkın öfkesiyle kaldırılmasına rağmen, ihtisas mahkemeleri ile aynı işlemler yapılacaktır.İşlemlerin ve hukuksuzluğun özü değişmeden yalnızca isim değişiklikleri ile halk kandırılmaya çalışılmaktadır. Halk, isim değişikliği değil Adalet talep etmektedir.

 

Sebebsiz, keyfi üst-konut aramaları yasalaşıyor!

Benzer şekilde, Ceza Muhakemesi Kanunu’ndaki (CMK) şüphelilerin üstünün, konutunun, işyerinin aranma şartlarını düzenleyen madde değiştiriliyor. Yasanın mevcut halinde bu yönde bir arama kararı çıkarılabilmesi için, suç delillerinin elde edilebileceği hususunda ‘’somut delillere dayalı kuvvetli şüphe’’ aranırken, şimdi “makul şüphe’’ yeterli sayılıyor. Halbuki, Şubat 2014’te kabul edilen 6526 Sayılı Kanunla “makul şüphe”yi kaldıran AKP idi. Kendisine tehdit yöneldiğinde yasayı daha doğru bir hale getiren AKP, kendisine yönelik tehditleri bertaraf ettiğini düşünerek, aynı yıl içinde tekrar polislerin keyfi işlemler yapmasının önünü açmaktadır.

 

Molotof “katledilme” sebebi

PVSK’ya ek maddeler yapılarak molotof, patlayıcı, yanıcı, yakıcı, boğucu, yaralayıcı vb. silahlarla açık veya kapalı alanlara yapılan saldırı veya saldırı teşebbüsünde bulunanlara karşı, polisin saldırıyı etkisiz kılmak amacı ile ve etkisiz kılacak ölçüde silah kullanma yetkisi tanınmaktadır.

Bu hüküm yasalaştığı takdirde, polisin silah kullanma oranı artacak, bunun sonucu çok sayıda ölüm olayı gerçekleşecektir. Hali hazırda “dur dedim durmadı” denilerek Baran Tursun gibi birçok kişi vurularak öldürülmüş, sadece 2013’ten bu yana plastik mermi, biber gazı fişeği ile yüzlerce kişi yaralanmış, sakat kalmış ve hayatını kaybetmiştir. 2007 yılında PVSK’da değişiklik yapılarak polise duraksamadan vurma yetkisi verilmesi ile 200’den fazla kişi öldürülmüştür.

12 yaşında 13 kurşunla vurularak katledilen Uğur Kaymaz hepimizin hafızasında daha taze… Onu vuran polisler ceza almadan göstermelik yargılanmıştı. Uğur Kaymaz, elinde silah olmamasına rağmen polisin “elinde silah olduğunu sanması” ile yakın mesafeden vurularak öldürülmüştü. Bunu yapanlar “elinde molotof var sandık” diyerek kaç çocuğu daha öldürür? Berkin Elvan’ı vurduklarında, daha katilleri bile bulunmadan Başbakan “elinde patlayıcı vardı” demedi mi? Başbakan’ın daha hiçbir delil olmadan yargıyı yönlendirmesi ortadayken, bu çıkacak yasalarla düşman hukukunu büyütüp sokaklarda terör estirmek istiyorlar.

Molotofun kullanılmasının ağırlaşacağı söylenmiş ve pakete dahil edilmiştir. Zaten yıllardır molotof kullananlara örgüt üyeliğinden ve silah kullanmaktan on yıllarca ceza verilmektedir. Benzer şekilde toplumsal gösterilerde tomalar tarafından basınçlı sulara boya-gaz gibi kimyasal maddelerin koyulduğu defalarca tecrübe edilmiştir. PVSK’nın 16. Maddesine ekleme yapılarak bu durum yasallaştırılacaktır. Bu durumda, bu yasa paketinden önce yapılanlar açıkça kanunlara aykırıdır. Ama kanuna aykırı hareket edenler hakkında hiçbir işlem yapılmamıştır.

Ceza Hukuku yazılı bir hukuk dalıdır, suç olmadan ceza da olamaz; buna kanunilik ilkesi denir. “Yeni Türkiye”de bu tamamen ihlal edilmiştir. İnsan öldürme ceza hukukunda yoksa, bir kişi bu fiili yaptığında ceza alamaz, çünkü cezalar ve suçlar önceden belirli olmak zorundadır, buna göre kişi yaptığı fiilin suç olduğunu bilir ve yapar veya yapmaz. Molotofta ayrıca suç olmamasına rağmen, kanunda varmışçasına cezalar verildi yıllardır, bu kişiler hala cezaevlerinde… Yasa çıkarsa, tüm kurumların molotof üzerinden kanunda yokken ceza alanlar hakkında tekrar adalet istemesi gerekmektedir. Topluca herkes başvurular yapmalıdır.

Bir tane bile yasalara göre hareket edecek, savcı hakim yok mudur? Bunca zaman kanunda olmamasına rağmen on yıllarca ceza verilen insanların kanunsuzca ceza aldığını söyleyecek? Tomalardan sıkılan kimyasallı suların kanunsuz olduğunu söyleyerek suya bunu katmasını emredenlere soruşturma açacak? Maalesef yok! Her şey ayan beyan ortada olmasına rağmen yok!

 

Gazdan boğulurken ağzını kapatmak

tutuklanma sebebi!

Yalnızca son 2 yılda binlerce biber gazı kullanılmıştır. Öyle ki, daha yürüyüş başlamadan önce fişeklerin atıldığı görülmüştür. Yeni paket ile eylemlerde “yüzünü kapatmak” ayrıca bir suç sayılacaktır. Her yıl etkisi daha da ağırlaştırılmış gazlar alan Hükümet, buna karşı nefes almaya çalışmayı da suç sayıyor! Yüzünüzü kapatmanız suç, ama polisin kask numaralarını kapatması, kask takmaması suç değil!

Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100. maddesinin (katalog suçlar dediğimiz) 3. fıkrasına Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 33. maddesi ile Terörle Mücadele Kanunu’nun 7. maddesinin 3. fıkrası eklenerek toplantı ve gösterilere katılanlar bakımından tutuklama zorunluluğu getirilmektedir. Toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılmak, katalog suçlardan olacak ve bir kasten öldürme veya tecavüz fiili ile eş tutularak tutuklama kararları hukuksuz bir şekilde “yasal”laşacaktır.

Yüzünü kapatmak, sapan taşımak gibi gerekçelerle cezaların alt sınırları yükseltilmekte, tutuklu yargılanmalarla iradeler teslim alınmaya çalışılmaktadır. Cezalar 2 yılın üstüne çıkarıldığından, infazda hükmün 5 yıl süreyle ertelenmesi, para cezasına çevrilmesi engellenmekte, ille de hapsetmek istenmektedir. Yargılanırken tutuklu, ceza alındığında da hapishaneye girmemiz yasalaşmaktadır. AKP, korktukça herkesi hapisle tehdit etmekte, faşizmin düşman hukuku son raddeye getirmektedir.

Mevcut paketler ile hükümete karşı sokağa çıkanlara cezaların ağırlaştırılması, tutuklamaların alelade yürütülmesi ve halkın baskı altına alınması sağlanıyor. “Demokrasi-özgürlük paketleri” denilerek sunulan paketlerde, kaşıkla verilen haklar kepçeyle alınmak isteniyor. Bir yandan tutukluluk süreleri kısaltılarak sözde “özgürlük” vurgulanmakta; diğer yandan ise, kendini ifade etme, toplantı–gösteri yürüyüşü yapma hakları askıya alınarak, tutuklanma-ağır cezalar alma ile karşı karşıya bırakılıyor.

 

Savcısız “önleme” – keyfi gözaltı kararı

Hali hazırda 1 Mayıs 2013’ten bugüne binlerce kişi gözaltına alınmıştır.

Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 91. maddesine 4. fıkra eklenerek kolluk amirlerinin yazılı veya sözlü talimatı ile polise önleyici gözaltı yetkisi tanınmaktadır. Bugün, gözaltı ve serbest bırakma kararını savcılar vermesine rağmen, yeni paket ile polislere yargının denetimi olmaksızın 24 saat, şiddet içeren suçlarda ise 48 saat kişileri alıkoyma yetkisi verilmektedir. Savcı gözetiminde olmasına rağmen gözaltında işkenceler yaşanıyorken, yargı denetimi olmadan geçecek 24 saatte neler olacağını tahmin etmek güç değildir.

Normalde Sulh Ceza Mahkemesi’ne serbest bırakma, gözaltının sona erdirilmesi için başvurulabiliyordu. Böylece bu yolu da mahkeme ve savcı yollarını kapatarak keyfiyetle sürdürecekler. Polisler, “makul şüphe” ile yapacakları gözaltı ile kişileri keyfi bir şekilde tutabilecek. Bunun kabul edilmesi, masumiyet karinesinin, savunmanın ve silahların eşitliği ilkesinin tamamen yok sayılmasıdır.

 

Dinlemeler – aramalar tekrar AKP için pervasızlaşıyor!

Benzer şekilde keyfi kullanıldığı şikayetleri sürekli dillendirilen, tam da bu şikayetler gerekçe gösterilerek daha 8 ay önce şartları zorlaştırılan telefon dinlemelerine başvurulması, yeniden kolaylaştırılıyor.

Daha 9 ay önce, tek hakimle verildiği için keyfi ve aşırı kullanıldığı şeklinde, haklı gerekçelerle eleştirilen telefon dinlemeleri konusunda 6526 Sayılı Yasa ile önemli değişiklikler yapılmış ve telefon dinleme kararlarının ağır ceza mahkemelerince, oybirliğiyle verilmesi şartı getirilmişti. Şimdi CMK’nın 135. maddesinde değişiklik yapılarak, hem telefon dinleme kararlarının tekrar eskisi gibi tek hakimle verilmesi benimseniyor, hem de dinlemeye başvurulabilecek suçlar listesi genişletiliyor. Aynı durum CMK’nın 139. maddesindeki gizli soruşturmacı atanması ve 140. maddedeki teknik takip yapılması tedbirlerinin uygulanması bakımından da geçerli.

 

Yeniden “gizlilik” kararı ile dosya kısıtlamaları

Daha önce Terörle Mücadele Kanunu’nda ve CMK’da yer alan ‘’kısıtlama’’ uygulaması ile, ‘soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebileceği’’ gerekçesiyle, şüpheli ve avukatlarının dosyayı incelemesi ve dosyadan örnek alması engellenebiliyordu. Savunma hakkını ve silahların eşitliği ilkesini ortadan kaldırdığı için haklı olarak eleştirilen bu düzenlemeler, 2012 yılında, 3. Yargı Paketi ile, CMK ise daha 9 ay önce 6526 Sayılı Yasa ile kaldırılmıştı. Yeni paket ile, ‘soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebileceği’ gerekçesiyle şüpheli ve müdafiinin dosyayı inceleme ve dosyadan örnek alma hakları sınırlandı. Böylece, tekrar ne ile suçlandığınızı bilmeden, delilleri görmeden sizden savunmada bulunmanız isteniyor ve hiçbir savunma yapamadan tutuklanıyorsunuz…

Avukatların savunma yapamadan yalnızca orada bulunması isteniyor. Buna “hukuk” ve “adalet” demenin imkansız olduğu ortada. AKP, kendi yolsuzluk soruşturmasında tüm delilleri görebilmek ve buna uygun önlem alabilmek için ilgili tüm yasaları değiştirmiş, ardından soruşturmaları düşürdüğünde de eski hukuksuzluğa geri dönmüştür. Ocak-Şubat ayındaki konuşmalarına bakın, yasaları değiştirirken neler diyorlardı; bir de şimdi tekrar getirdiklerinde neler diyorlar? Nasıl bir hukuk ki, daha yıl olmadan değişe değişe bitirilemiyor!

Şubat ayından bu yana daha 9 ay geçmişken neden bu yasalar tekrar değiştiriliyor? 17-25 Aralık’ta yapılan operasyon ve soruşturma dosyası ile “gerekli” görülerek getirilenler, soruşturma bittiği gibi tekrar eski ve hatta daha da ağır koşullarla getiriliyor. Bunun adil olmadığı, burjuva hukukun sınırları ve kazanılmış haklarıyla bile bağdaşmadığı açıktır.

                           * * *

Meclise sunulan 3 paket de Uluslararası Sözleşmelere, AİHM kararlarına, Ceza Hukukuna ve insan haklarına tamamen aykırıdır. Meşru olmayan bu paketleri kabul etmemiz düşünülemez. Paketler çok ciddi hukuk ihlalleri içermekle birlikte, sokağa çıkan işçi ve emekçilerin hapishanelerle tehdit edilmesi, kaybetme korkusunun ifadesidir.

İşçi ve emekçilerin alım gücünün düştüğü, her gün iş cinayetlerinin yaşandığı, kadın cinayetlerinin artarak devam ettiği, geleceksizliğin büyüdüğü, her alanda rantın-yolsuzluğun su üstüne çıktığı ve eğitimin gün geçtikçe daha da kötüleştiği bir ülkede yaşamak, dayanılamaz hale geldi. Devlet de bunun farkında. Bundan dolayı halkı eve hapsetme, olmazsa hapishanelere hapsetme ve ne olursa olsun düzenini koruma güdüsüyle hareket ediyorlar. Onlar için demokrasi; bir avuç burjuvazi ve onların çanak yalayıcılarına özgürlük, işçi ve emekçilere, ezilen halklara baskı demek…

Mücadeleden başka seçeneğimizin olmadığı, dişe diş bir mücadelenin kapımıza dayandığı günlerdeyiz, 12 Eylül’ün en karanlık günlerini direnerek ve safları sıkılaştırarak nasıl aşabildiysek, bugünleri de köklerimizden kuvvet alarak “hücum!” ruhuyla aşacağız!

 

 

 

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …