Çin yine değişik isimli ve ürkütücü bir hastalığın merkez üssü olarak gündemin başına oturdu. 2002 yılında SARS virüsü Çin’i ve tüm dünyayı tehdit ediyordu; bugün SARS’tan çok daha hızlı yayılan ve çok daha ölümcül olduğu ileri sürülen koronavirüs (Covid19) ile ilgili haberleri, tedirginlikle izliyor insanlar.
Aslında bu basit bir “izleme” olmaktan çıktı. Dünya genelinde 50 kadar ülkede virüsün tespit edildiği, 3 bine yakın insanın öldüğü biliniyor artık.
Sonradan ortaya çıktı ki; ilk vaka Çin’in Wuhan kentinde 1 Aralık günü hastaneye yatmış; Aralık ayı boyunca aynı belirtilerle onlarca hasta daha hastanelere başvurmuştu. Bunun daha önce bilinmeyen yeni bir hastalık olduğu ve salgın özellikleri taşıdığı görülmesine rağmen, haftalar boyunca gereken uyarılar ve açıklamalar yapılmamıştı.
7 Ocak günü artık hastalığın adı konduktan sonra, tehdidin büyüklüğü karşısında Çin, salt bu hastalıkla ilgilenmek için iki büyük hastane inşa etti. Medya daha çok, 1000 ve 1500 yataklı bu hastanelerin sadece 1 hafta içinde inşa edilmiş olmasıyla ilgilendi. Oysa o güne kadar Wuhan’da toplu yemek dünya rekoru denemesi ve yeni yıl kutlamaları gibi büyük kitlesel biraraya gelişlerle, yüzbinlerce insan hastalığı birbirine bulaştırdı ve başka bölgelere hızla taşıdı. Ardından başka ülkelere… Sonuçta bugün dünyanın dört bir yanında, henüz tedavisi bilinmeyen-ölümcül olduğu ileri sürülen bir hastalık hızla yayılmaya devam ediyor.
Tuhaf hastalıkların kaynağı Çin
Hastalığın kaynağı olarak Çin halkının geleneksel beslenme yöntemleri suçlu ilan edildi. Ancak adı üstünde “geleneksel”! Yani asırlar boyunca insanlar böyle beslendi ve hastalanmadı. Çin’deki bu hastalıkların asıl nedeni ise kapitalizm.
Birincisi, ekonomisi çok hızlı gelişen Çin, insana-doğaya-canlılara karşı vahşi kapitalizm yöntemleriyle saldırdı. Doğanın dengesini bozan, doğayı tahrip eden her adım, doğrudan insan sağlığını da etkiliyor. Hızlı kentleşme, ormanların-su kaynaklarının-bitki ve hayvan türlerinin yokedilmesi, insanın aşırı çalıştırılması, yemek ve yaşam alışkanlıklarının kapitalist sömürüye uygun hale getirilmesi gibi bir çok faktör, Çin’in son 30 yılda büyük bir tahribat yaşamasına neden oldu. Çin, ekonomisi hızla gelişip parasal olarak zenginleşirken, insanal ve doğal yönlerinde fakirleşti. Bu nedenle, tarihsel olarak kapalı Çin toplumu, her türden dış etkene açık hale geldi.
İkincisi, hızlı kapitalistleşme ve bunun doğal sonucu olarak hızlı kentleşme, birbirinin her tür sorunundan etkilenen insan yığınakları oluşturdu. Salgının başladığı Wuhan kentinin nüfus yoğunluğu (yani kilometrekareye düşen insan sayısı) 2009 yılında 24 bindi ve son on yılda bu rakam katlanarak artmaya devam etti. (İstanbul’un en kalabalık ilçesi olan Esenler’de nüfus yoğunluğu bugün 7 bin 800 kişi.)
Böylesi devasa kentleşme, gelir dağılımındaki uçurumu büyütür; devasa insan yığınakları, insani olmayan koşullarda yaşamayı kaçınılmaz kılar. Her tür virüsün yayılması için “ideal” ortamdır bu.
Üçüncüsü, Çin’in önlenemez yükselişi ve ABD için ekonomik-siyasi olarak giderek daha güçlü bir tehdide dönüşmesi, ABD kaynaklı her türden komplo teorisini de olası kıldı. Salgın Çin ekonomisini hem içeride hem de dışarıda doğrudan etkiledi. Çin’deki bazı kentler “hayalet kent”e dönüştü. Dahası Çin’in ihraç malları “vebalı” muamelesi görmeye başladığı için, Çin’den ithalat yapan bir çok ülke, bu ürünleri bekletmeye ya da alışverişi kesmeye başladı. Çin’in yükselişini durdurmak için ABD’nin bir biyolojik silah kullanmış olması son derece akla yatkın geliyor.
Salgının başladığı kent olan Wuhan, çok gelişkin bir sanayi kenti ve Çin’in tüm dünyayı bir “Çin pazarı”na dönüştürmeyi hedefleyen “Kuşak ve Yol Projesi”nin önemli istasyonlarından birisi. Burada yaşanan bir sorun, projeye önemli bir darbe indirecek güçtedir.
Keza Çin, son dönemde çok önemli ataklar gerçekleştirmiştir. Mesela dünyada 5G teknolojisine geçen ilk ülkedir. Üstelik Çin’in teknoloji markası Huawei, son bir yıldır ABD’nin sistemli saldırısı altındadır. ABD, Huawei yöneticilerini Kanada’da tutuklatmaktan, pazarını kısıtlama çabasına kadar bir çok biçimde bu şirketle uğraşmaktadır.
Genel olarak Çin ekonomisi, ABD açısından en büyük tehdittir. Çin, dünya ekonomisindeki büyümenin üçte birini sağlıyor. Hammadde ve enerji piyasalarında dünyanın en büyük ithalatçısıdır; teknoloji üretimindeki yeri rakipsizdir; günlük tüketime dönük ucuz ürünlerin en büyük ihracatçısıdır.
Diğer taraftan, Çin’in biyolojik silah üretme çalışması içinde bu virüsün Çin tarafından üretilmiş ve kontrolden çıkmış olması ihtimali de vardır.
Sonuç olarak biyolojik silah üretimi, tüm emperyalistlerin temel faaliyetlerinden biridir. Daha biyolojik silahın üretim aşamasındayken, bir kentin-kasabanın üzerine uçakla virüs-mikrop atmak, sonrasında bu alanda hastalığın seyrini takip etmek, biyolojik silah üretiminin rutin bir evresidir. Kimi zaman da üretilmiş olan biyolojik silah, bir yeri “cezalandırmak” için doğrudan devreye sokulur.
Yanısıra, salgın hastalıklar emperyalistler için bir “nüfus kontrol yöntemi” olarak da kullanılırlar. Kapitalistler için, yoksul (ve onların gözünde “fazla” olan) nüfusu azaltmak için, salgın hastalıklar “faydalı” yöntemlerdir.
Virüsün kendisinden daha büyük
sorunlar
Virüsün ortaya çıkış nedenleri, bunlardan biri veya hepsinin toplamı olabilir. Bugün sorunu daha vahim hale getiren üç temel unsur daha vardır. Birincisi, başta Türkiye olmak üzere bir çok ülkenin, hastalık karşısında yanlış tutumlar almasıdır. Zamanında önlemler alınmaması, hastalığın gizlenmesi, bilgilerin devletin tekelinde tutulması vb.
Türkiye, bu konuda en “sabıkalı” yönetime sahip ülkelerden biridir. Ekonomi rakamlarının sürekli değiştirilip-düzeltilmesi başta olmak üzere, hükümetten gelen bilgilerin “güvenilmez” olduğu bilinmektedir. Bu koşullarda, Türkiye’de hastalığın günlerdir varolduğu yolundaki haberler, geniş kesimlerde inandırıcı bulunmaktadır. Keza, hastalıkla ilgili veriler Hıfzısıhha’da toplanmakta, hükümete muhalif olduğu bilinen TTB (Türkiye Tabipler Birliği) konunun dışında bırakılmaktadır. Siyasi hesaplar, hastalığın önüne geçmektedir. Ancak tam da bu ortam, olayı olduğundan daha büyük bir soruna dönüştüren, her tür paranoyaya zemin hazırlayan, paniği büyüten bir ortamdır.
İkinci büyük sorun ise, virüsün ırkçılığı körüklemesidir. Çinliler batı ülkelerinde artık “vebalı” ilan edilmiştir. Hatta genel olarak “çekik gözlüler”, “Çinli” kategorisinde dışlanmaktadır. Irkçı saldırıların başladığına ilişkin haberler artmaktadır. “Virüse karşı” mücadele, “virüsü taşıdığı varsayılan kişiye karşı” mücadeleye dönüşmüş durumdadır.
Üçüncüsü, zaten ekonomik krizin girdabında olan dünya ekonomisi, salgın ile birlikte daha da kötüye sürüklenmektedir. Kentlerin karantina altına alınması, bazı ülke sınırlarının kapatılması, bazı ülkelere uçuşların durdurulması, ithalat ve ihracat faaliyetinin koronovirüs salgınının yayılma yönüne göre sınırlandırılması, turizmin kısıtlanması gibi unsurlar, dünya ekonomik krizini daha da pekiştirecektir.
* * *
Virüs hakkında pek çok bilinmezlerle dolu bir evredeyiz. Bu koşullarda sağlık kurumları hastalık önlemlerini ve risk gruplarını anlatan yazılar, broşürler hazırlıyorlar. O broşürlerde yazılı olan bilimsel-tıbbi değerlendirmeleri bir kenara alalım: Bu türden bütün hastalıklarda tek bir risk grubu vardır; yoksul işçi ve emekçiler!
“Ölüm adil değil” demiş şair; hastalık da öyle!.. Hastalıklar da sınıf farkı gözetmektedir. Zenginlerin güvenlikli sırça sarayları, salgın hastalıklara karşı da güvenli yaşam vaadetmektir. Yoksulların kulübelerinde ise, hastalığı durdurabilecek bir kilit de yoktur. Bugünkü salgın hastalıktan korunmak için, tıbbi uyarıları dikkate alalım; genel olarak salgın hastalıklardan korunmak için ise tek yöntem, sömürü düzenini yerle bir etmektir.