Putin ziyareti üzerinden TÜRKİYE-RUSYA İLİŞKİLERİ

putin-erdogan

Aralık ayının ilk günü Rusya Devlet Başkanı Putin İstanbul’a geldi. Aslında bu rutin bir ziyaretti. Ancak konjonktürel etkenler, bu ziyaretin özel bir önem kazanmasına neden oldu.

Bu rutin bir ziyaretti; çünkü, Rus-Türk Üst Düzey İşbirliği Konseyi’nin (ÜDİK) olağan toplantısına katılmak üzere geliyordu Putin. ÜDİK 2010 yılında kurulmuştu ve yılda bir kere toplanıyordu. Toplantılar, iki ülkenin “ortak bakanlar kurulu” anlamına gelecek bir içerikte yapılıyor, hükümetleri temsilen başbakan ya da başkan ile birlikte bakanlar katılıyordu. Türkiye’nin, 2011 öncesinde Suriye ile de böyle bir girişimi olmuş, Türkiye-Suriye “ortak bakanlar kurulu” toplantısı gerçekleştirilmişti. Somut kazanımların ötesinde, karşılıklı iyiniyet ve yakınlık göstergesi olarak düzenleniyordu bu toplantılar.

 

AB ve ABD’ye karşı gövde gösterisi

Putin’in 1 Aralık günü Türkiye’ye gelmesinin görünürdeki sebebi, ÜDİK’in 5. olağan toplantısına katılmaktı. Gerçekte ise, hem Rusya hem de Türkiye, ABD ve AB’nin karşısında birlikte bir duruş göstermek istemişlerdi. Son dönemde “Batı” ile yaşadıkları sıkıntılar üzerinden, “çaresiz” olmadıklarını, üzerlerindeki baskıdan etkilenmediklerini kanıtlamaya çalışıyorlardı.

Rusya’nın AB ve ABD karşısındaki sıkıntıları, Ukrayna, Suriye ve petrol fiyatlarındaki düşme üzerinden yaşanıyor. Bunların içinde en belirleyici olan Ukrayna.

Ukrayna’da son bir yıldır son derece önemli gelişmeler yaşanıyor. 2004 yılından bugüne, Ukrayna’da taşlar hiçbir emperyalisti memnun etmeyecek şekilde sürekli yerinden oynatılıyor, dengeler sürekli değişiyor. Kasım 2013’ten itibaren AB ve ABD emperyalistleri, ülke içindeki faşist militer güçleri kullanarak yeni bir hükümet darbesi gerçekleştirdiler ve kendilerine bağlı bir hükümet kurdular. Bunun üzerine Rusya, AB ve ABD emperyalistlerinin tahmin edemediği bir şekilde, Kırım’ı işgal ve ilhak etti; Ukrayna’nın doğu eyaletlerinin de “Rusya’ya katılmak amacıyla bağımsızlık ilanı” gerçekleştirmesini sağladı.

Bugün artık Kırım, Batılı emperyalistler tarafından da Rusya toprağı olarak kabul ediliyor. Bütün emperyalistler, ortaya çıkan fiili durumu kendisi için büyük bir avantaja çeviren Rusya’nın bu hamlesini beklemiyorlardı; ancak kabullenmek zorunda kaldılar. Doğu eyaletlerinin ise durumunun belirsizliği sürüyor. Buralarda fiilen “bağımsız” denebilecek bir durum ortaya çıktı; merkezi hükümetin kararlarını tanımıyorlar, hükümetle eşit koşullarda masaya oturarak “esir değişimi” gibi konularda pazarlıklar yürütüyorlar, Rusya’dan hem askeri hem de insani yardım alarak pozisyonlarını koruyorlar.

ABD ve AB emperyalistleri, hernekadar Kırım’ın ilhakını kabullenmiş olsalar da, Doğu eyaletlerini benzer biçimde kaybetmek istemiyorlar. Bu nedenle Rusya üzerinde bir ambargo uygulamasına geçmiş durumdalar.

Sözkonusu ambargo, aslında ABD’nin istediği kadar güçlü ve etkili bir düzeye ulaşmış değil. Başta Almanya olmak üzere Avrupa’nın doğalgaza bağımlılığı, ambargonun etkisini kısıtlıyor. Hatta Rusya, Avrupa’dan yaş sebze-meyve başta olmak üzere gıda alımını durdurmak gibi karşı hamleler de yapıyor.

Ambargonun etkisi daha sınırlı olmakla birlikte, Rusya’ya asıl darbeyi indiren unsur petrol-doğalgaz fiyatlarındaki düşüş. Ekonomisi asıl olarak petrol-doğalgaz ihracatına bağımlı olan, silahlanma sanayii dışında kayda değer bir üretim faaliyeti olmayan Rusya, petrol ve doğalgaz fiyatlarındaki düşüş nedeniyle önemli düzeyde gelir kaybı yaşıyor. Orta Asya ülkelerinin enerji kaynaklarının da önemli bir kısmını anlaşmalarla kendisine bağlamış olmasına rağmen, ihracat gelirlerindeki düşüş nedeniyle, Rusya ekonomisinde önemli bir sarsıntı yaşanıyor.

Hem ambargo hem petrol fiyatlarındaki düşüş, Rus para birimi Ruble’nin de değerinin düşmesine neden oluyor ve Rusya’nın yaşadığı ekonomik krizi derinleştiriyor. Ambargolar nedeniyle Rusya’dan kaçan sermaye 100 milyar doları geçti, bu kaçışın da etkisiyle Ruble son bir yılda yüzde 50 değer kaybetti.

Bu koşullarda Rusya, yaşadığı sarsıntıyı başta Çin olmak üzere başka ülkelerle kapsamlı anlaşmalar gerçekleştirerek düzeltmek istiyor. Türkiye ile yapılan anlaşmalar ve Putin’in ziyareti ise, ittifak arayışlarından çok, diğer emperyalistlere bir mesaj verme amacını taşıyor ve sembolik olmanın ötesine geçmiyor.

 

Türkiye Rusya ile yakınlaşır mı?

Putin gelmeden önce, AB ve ABD’den oldukça sert açıklamalar ve Türkiye’ye dönük uyarılar geldi. Öyle ki, ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden ve NATO Genel Sekreteri gibi bazı temsilciler, Erdoğan’ı Rusya’ya karşı yaptırımlara katılması ve Putin’i kabul etmemesi konusunda uyardı.

Ancak Erdoğan, Batı karşısında pazarlık gücünü artırmak istediği zamanlarda yaptığı gibi, Rusya ile yakın işbirliği mesajları verdi.

Türkiye’nin ABD ve AB ile yaşadığı sorunların başında Suriye ve Kürt politikası geliyor. Erdoğan Rojava’nın uluslararası kamuoyu nezdindeki siyasal gücünün giderek artmasından rahatsızlık duyuyor; ABD ise, Rojava’yı Esad’a karşı savaştırmak istiyor. Keza Türkiye, Suriye’ye biran önce koalisyon güçlerinin askeri harekata başlamasını, Suriye uçakları için uçuşa yasak bölge oluşturulmasını ve Esad’ın devrilmesini istiyor; ancak ABD uzun zamandır Esad’ın devrilmesi planından geri adım atmış durumda.

Erdoğan için ikinci sorun, “paralel” dediği, gerçekte bugüne kadar “beraber yürüdükleri” cemaat konusunda ABD’nin daha aktif bir rol oynaması ve Fetullah Gülen’in yaşam alanının daraltılması. Ancak ABD ile Gülen’in çıkarları, Erdoğan ile ABD’nin çıkarlarından çok daha yakın ve “paralel” görünüyor. Kısa vadede ABD’nin cemaate karşı herhangi bir tutum alacağının işaretleri yok.

Yeni gündeme gelen bir başka sorun ise, ABD ile AB arasında serbest ticaret anlaşmasının imzalanacak ve Türkiye’nin bu anlaşmadan ekonomik zarar görecek olması. AB ile Türkiye arasında bir Gümrük Birliği anlaşması olduğu için, AB’nin yaptığı serbest ticaret anlaşmaları Türkiye’yi de bağlıyor. Bu anlaşma imzalandığında, eğer ABD ile Türkiye arasında da serbest ticaret anlaşması imzalanmazsa, bu Türkiye’nin aleyhine sonuçlar doğuracak. Hem Türkiye’nin ihracatının en önemli kısmı AB’ye gerçekleşiyorken, bu sınırlanacak; hem de ABD’nin Türkiye’ye gümrüksüz mal satması gündeme gelecek. Bu nedenle Türkiye AB’yi, kendisini hesaba katmayan biçimde ABD ile serbest ticaret anlaşması imzalamaması konusunda sıkıştırmaya çalışıyor.

Bu koşullarda Erdoğan için Putin’in ziyareti, oldukça önemli bir rol oynuyor. Putin’in Erdoğan karşısındaki taltifkar sözleri, Erdoğan’ın ABD karşısında özgüveninin artmasına neden oluyor.

 

Anlaşmalar ne kadar büyük?

Putin’in ziyareti sırasında son derece önemli anlaşmalar imzalandığı söylendi. Ancak gerçek durum bu değil.

En önemli başlık, iki ülke arasında 33 milyar dolar seviyesinde olan ticaret hacminin 100 milyar dolara çıkarılmasıydı ve bu konuda bir anlaşma imzalandı. Ancak bu anlaşmanın ayrıntıları farklı bir tablo sunuyor. Birincisi, 33 milyar dolarlık ticaret hacminin önemli bir kısmını Rusya’nın Türkiye’ye ihracatı, özellikle de doğalgaz kalemi (26 milyar dolar) oluşturuyor. Yani varolan ticaret, Türkiye’nin aleyhine. 100 milyar dolara çıktığında, bu miktarın önemli bir kalemi yine Türkiye’nin doğalgaz ithalatı olacak. İkincisi, Rusya, AB’den yıllık 11 milyar euroluk gıda ithalatı yapıyordu; ambargoya misilleme olarak bu ithalatı kesince, Türkiye boşluğu doldurmak istedi, ancak Türkiye’nin Rusya’ya gıda ihracatında son derece sınırlı bir artış oldu. Rusya bu açığı asıl olarak başka ülkelerden tamamlamış oldu. Dahası, verilere göre 2014 yılı boyunca Rusya’ya yapılan ihracatta yıllık bazda yüzde 13’lük düşüş gerçekleşti. Üçüncüsü, ticaret hacmini 100 milyar dolara çıkarma hedefi yeni bir hedef değil. Daha 2010 yılında, Erdoğan’ın Moskova ziyareti sırasında bu konu ÜDİK’in gündemine gelmiş ve 5 yıl içinde gerçekleştirilmesi öngörülmüştü; ancak bu hayata geçirilemedi. Şimdi ise “2020 yılına kadar” uzatılmış durumda. Keza Türkiye ile Rusya arasındaki ticaret hacmi, 2008 yılında 38 milyar dolara ulaşmıştı, bugün bu rakamın da gerisine düşüldü.

İki ülke arasında anlaşma gündemi olan ikinci başlık doğalgaz konusudur. Türkiye’nin 1 Ocak’tan itibaren Rusya’dan yüzde 6 indirimle doğalgaz almasına, ayrıca Mavi Akım boru hattı üzerinden gelen gazın 3 milyar metreküp daha artırılmasına karar verilmiştir. Türkiye daha fazla indirim istiyordu, ancak gerçekleşmedi. Doğalgaz konusunda ikinci hamle ise, Putin’in Güney Akım projesini iptal ederek Türkiye üzerinden yeni bir doğalgaz hattı kuracağını açıklaması oldu. Güney Akım projesi, Rusya için uzun zamandır sorun olan Ukrayna’yı bypass ederek, Karadeniz-Bulgaristan-Sırbistan-Macaristan güzergahından Avrupa’ya gaz göndermeyi hedefleyen bir boru hattı kurulmasını öngörüyordu. Bugün Avrupa Rus doğalgazını Ukrayna üzerinden geçen boru hattından alıyor. 50 milyar dolarlık Güney Akım projesi ise, Ukrayna üzerindeki Rus baskısını artıracağı için AB’nin itiraz ettiği bir projeydi. Rusya, AB’nin itirazlarına rağmen bunu yapıyordu. Putin Ankara’da Güney Akım’ı iptal ettiğini açıkladı, ancak bu karar projenin uygulayıcısı firmalar tarafından doğrulanmadı. Bu nedenle, açıklamanın asıl olarak AB’ye resti çekmek ve Rusya’ya dönük yaptırımlara uymayan Türkiye’ye jest yapmak şeklinde yorumlanıyor.

Üçüncü başlık ise, Mersin-Akkuyu’daki nükleer santralin yapımıyla ilgili. Putin Türkiye’ye gelmek üzereyken, Akkuyu konusundaki Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın ÇED raporu çıktı ve santralin yapımına onay verilmiş oldu. Türkiye’nin ilk nükleer santrali olacak olan Akkuyu’nun yapımı için Rusya ile anlaşma önceden yapılmıştı zaten. 20 milyar dolarlık santral projesi, Rusya’nın Türkiye’deki en önemli yatırımı. Dahası Rusya, planlama aşamasındaki üçüncü santrale talip olduğunu da açıkladı.

 

İki ülke arasında “bahar havası” mı?

Putin’in ziyareti sırasında yaratılan hava buydu. Ekonomik olarak son derece önemli adımlar atıldığı duyuruldu. Ancak yukarıdaki tablo, anlaşmaların o kadar da parlak olmadığını gösteriyor. Daha da önemlisi, iki ülke arasında, aşılması mümkün olmayan siyasal engeller de var.

Bunların başında Suriye konusu geliyor. Rusya Esad’a destek verirken, Türkiye’nin Esad’ın devrilmesi için en fazla uğraşan, IŞİD’e doğrudan destek veren ülke olması son derece önemli bir fark oluşturuyor. Keza Türkiye Rojava’nın zayıflaması için uğraşırken, Rusya’nın Rojava’ya destek vermesi, hatta Suriye gündemli uluslararası toplantılara Rojava’nın da katılması konusunda ABD ve AB’yi ikna etmesi Türkiye açısından büyük bir sorun. 2014’ün Aralık ayında HDP eş genel başkanı Demirtaş’ın Rusya’yı ziyaret etmesi, Rus Dışişleri Bakanı ile görüşmesi, PYD eşbaşkanı Salih Müslim’in de kısa süre sonra Rusya’ya gideceğinin duyulması, Rojava ile Rusya, Rojava ile Suriye arasındaki ilişkilerin daha güçlenmekte olduğunu gösteriyor.

Ukrayna’da Kırım’ın işgali, Azerbaycan-Ermenistan arasında sorun olan Dağlık Karabağ konusu gibi başlıklarda da, Türkiye ile Rusya, karşıt tutumlar geliştiriyorlar. Tek önemli unsur, Türkiye’nin bu konularda, özellikle de Kırım Türkleri konusundaki itirazlarını artık daha alçak perdeden ifade ediyor oluşu.

İki ülkenin ortaklaştığı en önemli siyasal konu, cemaatle kurulan ilişkilerdir. Rusya başından itibaren cemaate mesafeli davranmış, Gülen okullarının tamamını kapatmış, hatta geçmiş yıllarda bu nedenle AKP ile arası bozulmuştu. Bugün bu konuda, AKP ile Rusya aynı zeminde buluştular.

Erdoğan, ABD ile gerginlik yaşadıkça, Rusya ile yakınlık kurma hamlesi yapıyor; hatta ŞİÖ’ye (Şanghay İşbirliği Örgütü) alınma talebini tekrarlıyor. Rusya ise buna cevap bile vermiyor. Çünkü Rusya, AKP’yi güvenilmez olarak değerlendiriyor. Çeçen İslamcı militanları destekleyen, Karabağ üzerinden Ermenistan üzerinde baskı kurmaya çalışan, Azerbaycan’ı kendi politikalarına yedeklemek isteyen, Rusya Gürcistan’ı işgal ettiğinde ABD savaş gemilerinin Karadeniz’e geçişine izin veren, bir Rus uçağını inişe zorlayarak diplomatik kriz çıkaran, Rusya ile yakınlaşmakta olan kesimi “Ergenekoncular” diyerek hapse atan AKP, Rusya için güvenilir bir müttefik haline gelemez.

O zaman, yapılan tüm bu görüşmelerin tek bir anlamı vardır: ABD’nin ambargo baskısı altında olan Rusya ile, ABD karşısında pazarlık gücünü artırmak isteyen Erdoğan’ın gövde gösterisidir, Putin’in gerçekleştirdiği bu ziyaret. Aslında burada tarafların eşit kazancı sözkonusu da değildir; asıl karlı çıkan Rusya’dır. En başta, bir NATO ülkesini yanına çekmeyi, ABD’nin ambargo kararını bir NATO üyesi üzerinden delmeyi başarmıştır. İkincisi, zaten doğalgazda Rusya’ya önemli düzeyde bağımlı olan, bu nedenle ABD’nin ambargo kararını da etkili biçimde uygulamayan AB ülkeleri karşısında, doğalgaz kartını bir kere daha masaya sürmüştür. Türkiye ile ticaretini, kendi istediği koşullarda artırmış, nükleer santral yapımı için yasal engelleri düzlemiştir.

Tüm bu nedenlerden dolayı, yapılan ziyaret ekonomik olmaktan çok propagandif bir anlam taşımaktadır. Ve Avrupa basınında Putin’in Türkiye ziyareti, “Putin, Avrupa’yı dövmek için Türkiye’yi sopa olarak kullandı” olarak özetlenmektedir. En önemli üretim ve ihracat kalemi petrol-doğalgaz olan Rusya’nın ekonomisi çok sağlam temeller üzerine oturmuyor elbette. Ancak yine de, Ukrayna’daki çatışmadan kazançlı çıkan, Suriye’de “Esad’lı çözüm”e diğer emperyalistleri ikna eden Rusya’nın, ABD tarafından cezalandırılması çabasının bugünkü koşullarda boşa çıkması kaçınılmazdır.

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …