Bir yanda “yolsuzluk” dosyaları, fırlayan dolar ile derinleşen kriz; diğer yanda IŞİD’e karşı tüm dünyada yükselen öfke, AKP hükümetini sıkıştırdıkça, saldırganlığının dozu iyice artıyor.
“İç güvenlik paketi” adını verdikleri faşist yasalarla, fiilen gaspettikleri hakları yasalaştırmak, kitleler üzerindeki baskı ve sömürüyü daha da arttırmak istiyorlar. Zaten ifade, eylem ve örgütlenme özgürlüğü, çoktandır biber gazıyla zehirlenmiş, kelepçeye vurulmuş durumda. Bu hükümet döneminde hapishaneler dolup taştı. AKP’nin işbaşına geldiği dönemde cezaevlerinde kalanların sayısı 60 bin iken, şimdi 154 bin! Bu süre içinde toplam 2 bin kişi de hapishanelerde can verdi!
Sadece hapishanede mi? Sokakta, evde, işyerinde, kadın-çocuk demeden öldürüyorlar. Son 12 yılda kadın cinayetleri yüzde 1400 arttı, 183 çocuk öldürüldü! Geçen yıl 1886 işçi cinayeti ile rekor kırılırken, yeni yıla da yüzlerce işçi ölümüyle girdik. Neredeyse hergün iki-üç işçi, bu cinayetlerde yaşamını yitiriyor.
Ama yetmiyor! “Makul şüphe” ile daha fazla kişiyi tutuklamak, ülkeyi hapishaneye çevirmek istiyorlar. “Destan yazan” polisleriyle daha fazla can almaya; “fıtratlarında ölüm var” dedikleri işçilerin kanını-iliğini emmeye devam ediyorlar.
Bu duruma isyan eden işçilerin ise, elini-kolunu bağlamış durumdalar. Zaten binbir engelle önü kesilmiş olan grev hakkını, tamamen kullanılamaz hale getirdiler. Son olarak Ocak ayında greve çıkan metal işçilerinin grevi de, öncekiler gibi “milli güvenlik” gerekçesiyle yasaklandı. Yeni “iş yasası” ile, “kıdem tazminatı”nın gaspını bir kez daha gündeme getirdiler. İşçi ve emekçilerin “son kale”sini de ele geçirmek için tüm güçleriyle saldırıyorlar.
Kısacası, baskı ve sömürüde sınır tanımıyorlar. Durmak bilmeksizin yükleniyorlar. Durdukları anda devrileceklerinden duydukları korku ile sürekli gaza basıyorlar. Başka türlü o saraylarda oturamayacaklarını, karlarına kar katamayacaklarını düşünüyorlar çünkü.
* * *
AKP hükümeti, Cumhuriyet tarihinin en büyük yolsuzluğunu yapmış bir hükümet olarak şimdiden tarihe geçti. Öyle ki, “milli piyango”da bile rakamlarla oynandığı, önceden verilen numaraların kazandırıldığı açığa çıktı.
Özelleştirmelerle yapılan vurgunların ise haddi hesabı yok! Eğitimden sağlığa, madenlerden limanlara her şeyi sattılar! Hatta dereleri, dağları bile özel şirketlere peşkeş çektiler. Bu şirketlerden Erdoğan’ın oğlu ve kızının yöneticisi olduğu TÜRGEV adlı vakfa, 200 milyona varan “bağış”lar aldılar vb…
Bir de “örtülü ödenek”ten, harcanan milyonlar var. Erdoğan, 12 yıllık başbakanlığı sırasında “örtülü ödenek”ten 7 milyar 93 milyon para harcamış! Bu, kendisinden öncekilerden 12 kat daha fazla! Üstelik “örtülü ödenek” başbakana bağlı olduğu halde, cumhurbaşkanı olduktan sonra da kullanmayı sürdürmüş!
Meclise sunulan “iç güvenlik yasası”nın maddeleri arasında “yasadışı” ilan ettikleri kişi ve kurumların mallarına el koyma da var. Daha önce TMSF adıyla el koyduklarını kendi “havuz”ları haline getirdikleri biliniyor. Şimdi ona Cemaatçilerin mal varlıklarını eklemeyi planlıyorlar. Bank Asya operasyonu, bir yandan Cemaat’in mali kaynaklarını kurutup zayıflatmayı, bir yandan da kendi yandaşlarına sermaye transferini amaçlıyor. Bank Asya’nın en ciddi rakibi olan (faizsiz bankacılık dalında) Suudi sermayeli Al Baraka Türk, bu operasyondan en karlı çıkacak banka görünüyor. Yasin El Kadı başta olmak üzere Erdoğan’ın Suudi para babalarıyla ne kadar içli-dışlı olduğu sır değil. Suudi kralı öldüğünde yas ilan edecek kadar…
* * *
Boylu boyunca pisliğe batmış olan AKP ve Erdoğan, bir kez daha kendilerini sandıkta aklamanın peşindeler. Binbir hile ile bu seçimleri de kazanıp 4 yıl daha rahat etmek istiyorlar. Şimdiden milletvekili adaylıkları için istifalar başladı, kuyruklar oluştu.
Nasıl olmasın ki? Tam 126 AKP’li milletvekili hakkında “görevi kötüye kullanma, kara para aklama, zimmete para ve mülk geçirme, sahtecilik, dolandırıcılık” vb. suçlardan fezlekeler bulunuyor. Milletvekili ‘dokunulmazlık’ları kalktığı anda, bu suçlardan yargılanacaklar. Ayrıca Erdoğan başta olmak üzere birçoğu, “öldürmeye azmettirmek”ten “savaş suçu”na kadar bir dizi suç işlemiş durumdalar.
Bu kadar çırpınmaları, yasa üzerine yasa çıkarıp “güvenlik” diye bağırmaları, her direnişi zorla bastırma gayretleri ve binlerce kişilik “koruma ordusu” ile dolaşmaları boşuna değil!
* * *
Ama her diktatörlük gibi, baskı ve zulmü arttırdıkça, halkın biriken öfkesi de taşıyor. Son aylarda işçi direnişlerinin artması bunun bir göstergesidir.
Artık fiili grevler yaşanmaktadır. Grev ertelemesine rağmen metal işkolunda bazı fabrikalar grevi sürdürdü. Keza Kayseri’de Hak-İş’e bağlı Boydak işçileri, sendikaya rağmen greve başladılar. İşçiler sadece patronu değil, yasaları ve sendika ağalarını aşarak direnişe geçiyor. Aleviler, “laik eğitim” için 9 Şubat’ta okulları boykot kararı aldı. Buna Eğitim-Sen de destek vereceğini açıkladı. Kürt halkı “çözüm süreci” aldatmacasına rağmen Kobane’de elde ettikleri zaferin coşkusu ile mücadelesini büyütüyor.
Kitlelerde artan direnme gücü, CHP’yi bile “direnme hakkı”ndan bahsetmeye zorladı. Hiç kuşku yok ki, sömürü ve zorbalığın olduğu yerde, direnmek bir haktır ve işçi-emekçiler, kimseden icazet almadan bu hakkı kullanacaktır!
Egemenler seçimlere hazırlanırken, işçi ve emekçiler, ezilen kesimler direnişe geçiyor. Artan saldırıları durdurmanın tek yolunun direnmek olduğunu biliyorlar. “İç güvenlik yasası” başta olmak üzere her tür saldırıya “grev, işgal, boykot”la karşı duruyorlar.
Şubat ayı, kışın sonu ve baharın habercisidir. Toprağın canlanışıyla beraber toplumsal bir uyanışın da başlangıcıdır. Her Şubat “yeni bir doğum”dur bizim nezdimizde. Onun coşkusu, heyecanı ve sorumluluğu ile işçi-emekçilerdeki canlanışa yanıt olunmalıdır.