Kobane direndi ve kazandı

kobane-pyd-bayra

Kobane’de 134 gün süren görkemli bir direnişin ardından, zafer ilan edildi. Kobane’nin merkezi tamamen, köyleri ise büyük oranda IŞİD’den temizlendi. Şimdi Kürt halkı, bulunduğu her yerde zaferini kutluyor. Kutlamalar da direnişin kendisi kadar coşkun ve kararlı.

 

Kobane nasıl direndi

Kobane’de kuşatma altında verilen en şiddetli savaş 134 gün sürdü. Ancak IŞİD’in Kobane saldırısı çok daha önceden başladı. Haziran 2014’te Musul’u ele geçiren IŞİD, Bağdat’a doğru ilerleyişini sürdüremeyince, geri dönerek Kürdistan bölgesine saldırdı. IŞİD, Sünni aşiretlerden aldığı güçle Musul’a derhal yerleşmiş, ancak Irak ordusu, Şii aşiretlerden aldığı güçle IŞİD’i püskürtmüştü.

2 Temmuz günü IŞİD, Kobane’ye ilk büyük saldırısını başlattı. Kobane onlar açısından önemliydi, çünkü Türkiye sınırından rahatlıkla girip çıkabilmesi için sınır hakimiyetini güÇlendirmesi, Türkiye ile olan sınırını genişletmesi gerekiyordu. Bu sınır, IŞİD’in en önemli lojistik ve destek hattıydı. IŞİD, Musul’da elde ettiği ağır silahlarla Kobane’ye saldırdı. YPG/YPJ güçlerinin direnişi yaklaşık bir ay süren saldırının kırılmasına neden oldu.

2 Ağustos günü IŞİD, Ezidilerin yerleşik bulunduğu Şengal’e saldırdı. Bölge Peşmerge’nin kontrolü altındaydı, ancak Peşmerge hızla geri çekilince, IŞİD’in eline geçti. Şengal’de yaşayan Ezidilerin önemli bir kısmı Şengal Dağı’na kaçtı. Şengal vahşetinde YPG/YPJ’nin çok sınırlı bir güçle de olsa, zamanında ve isabetli müdahalesi, savaşın seyrinde önemli bir dönüm noktası oldu. YPG/YPJ güçleri, Şengal’e bir koridor açarak dağlara sığınan Ezidilerin önemli bir kısmını kurtarmayı başardı. IŞİD terörüne karşı bu direniş, dünya halklarının da desteğini aldı, Kobane ve YPG/YPJ dünya kamuoyunun gündemine girdi.

IŞİD bu beklemediği karşı koyuştan ve yarattığı önemli etkiden sonra, Kobane’yi yolundan silmek üzere harekete geçti. 15 Eylül günü, Kobane’ye, ağır silahlar eşliğinde şiddetli bir saldırı başlattı. Kobane’yi üc taraftan kuşatmıştı. ılk iki hafta, YPG/YPJ’nin güçlü direnişine rağmen, güçlükle de olsa IŞİD adım adım ilerledi. Eylül sonunda Miştenur Tepesi’ni ele geçiren IŞİD, stratejik bir başarı kazanmıştı ve artık şehrin içine girebilmişti. Bundan sonraki hafta, şehrin içinde sokak sokak, ev ev verilen savaşla şiddetlendi. 5 Ekim günü, AKP’li yandaş medya, “Kobane düştü” çığlıkları atıyordu. En şiddetli çatışmalar 6-7-8 Ekim günlerinde yaşandı. Ve başta Türkiye olmak üzere dünya genelinde, Kobane’ye destek eylemleri yapılıyordu. Halklar büyük bir öfke ve coşkuyla Kobane halkının yanında olduklarını haykırıyordu.

9 Ekim günü, direnişin dönüm noktasıydı: IŞİD’in ilerleyişi durduruldu. Yaklaşık iki ay boyunca, savaş adeta dengede kaldı. Çatışmalar sürüyor, ancak iki taraf da kayda değer başarılar elde edemiyordu. Aralık ayının başlarından itibaren, YPG/YPJ güçleri, savunma pozisyonundan çıkarak ilerlemeye başladı. Artık IŞİD’i geriletiyor, ev ev de olsa adım adım kenti geri alıyordu. Aralık ayının son haftasında stratejik öneme sahip Mektaba Reş ele geçirildiğinde, artık savaşın seyri değişmişti. 19 Ocak günü Miştenur Tepesi geri alındı ve 25 Ocak günü YPG komutanları Kobane’de artık son savaşların yapılmakta olduğunu duyurdu. Ocak ayının son günleri, Kobane zaferinin kutlamalarıyla geçti.

 

ABD Kobane’ye destek verdi mi

Bu soruya kısaca “görünürde evet, gerçekte hayır” diye cevap vermek mümkün. Çünkü ABD, Eylül ayından bu yana, Kobane’ye destek veriyormuş gibi görünürken, gerçekte farklı bir politika izliyordu.

En başta, Kobane’de savaşın seyrini değiştiren unsur, ABD’nin silah yardımı ve hava bombardımanı yapması değil, dünya halklarının desteğidir. Dünyanın pekçok ülkesinden enternasyonalist direnişçi, Kobane kuşatmasının ilk günlerinden itibaren bölgededir ve bu katılımlar her geçen gün artmıştır. Kobane’de 40 bin yerli savaşçının (YPG/YPJ ve milis güçleriyle birlikte, silahlanmış tüm Kobaneliler) yanında, oldukça fazla sayıda yabancı direnişçi de saflarda yerini almıştır. Dünya halklarının Kobane’ye verdiği desteğin bir biçimi budur. Diğer biçimi ise, her ülkede yükselen tepki eylemleridir. 6 Ekim’den itibaren, başta Türkiye olmak üzere pekçok ülkede protesto eylemleri, gösteriler, yürüyüşler düzenlendi. Her ülkenin kendi içinde büyüyen bu destek, devletleri de zorlayan bir unsur oldu. Özellikle Türkiye gibi IŞİD’e doğrudan destek veren ülkelerde, bu tepki eylemleri önemli bir etki yarattı. Böylesine büyük bir kitle desteği oluştuğunda, savaşın tarafları bundan doğrudan etkilenir. Mesela ABD açısından, bu koşullarda Kobane’ye asgari düzeyde de olsa, destek vermemek, bir soruna dönüşecekti. kobane bombardiman

IŞİD’in önüne çıkan herşeyi ezip geçerek hızla ilerleyişi, kafa kesme-kadınlara tecavüz etme görüntüleriyle dünya genelinde öylesine büyük bir dehşet havası oluşturmuştu ki, Kobane’nin tek başına buna direniyor olması çok güçlü bir etki ve sempati yarattı. 6 Ekim öncesinde Kobane siyasal zaferini kazanmıştı bile.

Üstelik IŞİD’e en büyük desteğin ABD tarafından verildiği, ABD’nin IŞİD’i hazırlayıp öne sürdüğü biliniyordu. Yani IŞİD’in Ortadoğu’daki katliamlarının sorumluluğunu, ABD de paylaşıyordu. Kitlelerin gözünde bu tartışmasız bir durumdu.

Bu koşullarda, ABD’nin Kobane’ye yardım etmesi kaçınılmazdı. Kobane’yi korumak için değil, kendi prestijini kurtarmak için buna ihtiyacı vardı. ABD bombardımana başladığında, Kobane direnişçilerinin zaten kazanacağı zafere ortak olmuş oldu.

Kaldı ki, ABD’nin bombardımana başlaması da gerekmiyordu; IŞİD’e desteğini kesmesi bile yeterliydi Kobane’nin kazanması için. Ya da IŞİD’i geri çekilmeye zorlaması da yeterli olacaktı. Sonuçta IŞİD, ABD tarafından anlaşmalı olarak harekete geçirilmiş, sonrasında kısmen kontrolden çıkmış olan bir terör örgütüydü ve ABD’nin kısmi kontrolü sürüyordu.

Bu durum, Kobane direnişinin sonraki aşamalarında da kendisini açıkça ortaya serdi. Mesela ABD, Kobane’ye silah yardımı yapmak için uçaktan konteynırlarla silah atarken, bu konteynırların bazıları “kazayla” IŞİD’in eline geçiyordu. Mesela Kobane’ye saldırmak için Rakka’dan yola çıkan IŞİD konvoyu kilometrelerce ilerlerken ve yolda olduğu herkes tarafından biliniyorken, ABD tarafından bombalanmıyordu da, tam Kobane sınırına -Suruç’tan görünecek noktaya- geldiğinde ABD bombardımanı başlıyordu, Suruç’taki halkın alkışları-zılgıtları eşliğinde. Böylesine bir danışıklı dövüşün sayısız örneği, PYD tarafından da görünüyor, biliniyordu.

Tam da bu nedenle PYD, ABD’nin askeri yardımı karşılığında Kanton işleyişinden ve demokratik anayasasından taviz vermeyi kabul ettiği Duhok Zirvesi’nin kararlarını hayata geçirmedi. Rojava anayasası ve işleyişi, savaşın içinde doğmuştu ve bu nedenle demokratik-halkçı bir içeriğe sahipti. Rojava’ya bu kadar büyük bir destek oluşmasında, Ortadoğu’da radikal-islamcı gerici vahşetin orta yerinde, bu kadar demokratik, kadına ve halklara saygılı, laik ve ilerici bir yaşam şekillenmesi, büyük bir rol oynuyordu. ABD emperyalizminin ve Barzani’nin kabullenemediği en önemli yan da buydu. Bu nedenle, Kobane IŞİD saldırıları altında yaşam savaşı verirken, ABD ve Barzani, askeri yardım karşılığında, Rojava’nın bütün ilerici yanlarını söküp atmaya çalıştılar. Ve bugüne kadar Rojava’nın ÖSO ile işbirliği yapmasını isteyen (ki bu ABD’yle işbirliği anlamına geliyor) ve  bunu birçok defa PYD’ye dayatan PKK de, Duhok’ta kurulan tuzaklara sessiz ortak olmak zorunda kaldı. 

Ancak siyasal geri adımları ne olursa olsun, savaş gerçekliği son iki yıldır PYD’nin ABD’ye karşı belli bir direncinin oluşmasına yol açmıştı. PYD Duhok Zirvesi’nde altına imza attığı geri adımları, hayata geçirmedi, en başta anayasa değişikliğini yapmadı. ABD’nin savaş sırasındaki ikili oyunu ortaya çıktıkça da, konumunu korumaya devam etti.

ABD emperyalizmi, Kobane’yi kendi hegemonyası altına almak için IŞİD’i saldırtmış, sonra da ona karşı savaşıyor görünmüştü. Kobane yine kendi güçleriyle IŞİD’i geriletip zaferini ilan ettiğinde, ABD’li yetkililer “örgütün ilerleyişi durduruldu, ama bu o kadar da önemli bir dönüm noktası değil” anlamına gelecek sözlerini “dost güçler ivme kazandı” sözleriyle süslemesine rağmen, zaferden hoşnutsuzluğunu ifade ediyordu.

 

Kürt hareketinin arayışları

ABD emperyalizminin bu ikili tutumu, Kürt hareketini farklı arayışlara itiyor. Aralık ayının son günlerinden itibaren gerçekleşen Rusya ziyaretlerini bu arayışların ürünü olarak görmek lazım.

HDP Eşbaşkanı Demirtaş ve PYD Eşbaşkanı Salih Müslüm, beraberlerinde kalabalık bir heyetle, 2014’ün son günlerinde Moskova’ya gittiler. Rusya’daki Kürt örgütlenmeleri ile birlikte, başta hükümet ve muhalefet partileri olmak üzere çok sayıda kurum ve akademisyenle görüşmeler, radyo ve gazete röportajları vb yaptılar. Ziyaretle ilgili olarak Rus gazeteleri, “Suriyeli Kürtlerin Rusya ile ilişkilerini artırdığını” yazdı. Aslında Salih Müslüm’ün Rusya ilk gelişi değil. PYD lideri sıkça Rusya’da görüşmeler gerçekleştiriyor.

Rojava’nın durumu Rusya açısından büyük önem taşıyor. Suriye, Rusya’nın “sıcak denizlere açılma politikası”nın en önemli ayaklarından birisi. Suriye’nin Tartus Limanı’nda Rusya’nın askeri üssü ve savaş gemileri bulunuyor. Ayrıca Ortadoğu’da Rusya’nın ayaklarını en sağlam bastığı toprak da Suriye. Petrol ve doğalgaz denizine sahip olan, stratejik geçiş özelliği taşıyan Ortadoğu’nun, Akdeniz’e açılan kapısı olan Suriye, Rusya için her koşulda vazgeçilmez öneme sahip.

Bu nedenle Suriye’ye ilk Amerikancı saldırıların başladığı günden itibaren, Rusya her gelişme ile yakından ilgilendi, savaşa dolaylı olarak dahil oldu. Esad’ın attığı her adım, Rusya ile birlikte planlanmıştı. Ve Rusya, Esad’ı mutlaka yıkma kararında olan ABD’ye karşı, kendi mevzisini kararlılıkla savundu. Sonuçta ABD’nin “Esad’lı çözüm”den sözetmeye başlamasını sağladı.

Rojava’daki gelişmeler de Rusya’nın hep yakın takibinde oldu. Önce El Nusra’ya, ardından IŞİD’e karşı savaşında Suriye devleti ile birlikte, Rojava’ya çeşitli biçimlerde yardımda bulundu. Suriye, daha bugünden Rojava’nın kanton işleyişini kabul ettiğini, “savaş bittikten sonra” Rojava’nın statüsünü koruyacağını açıkça söylüyor. Zaten Rojava da, ayrılıp ayrı bir devlet kurmak konusunda koşulların olgunlaşmadığının farkında. Kaldı ki, Suriye konusunda uluslararası bir “çözüm” üretmek için 2012 Haziranında gerçekleşen, ıngiltere, ABD, Rusya, Çin ve Fransa’nın yanısıra Türkiye, Irak, Kuveyt ve Katar temsilcilerinin katıldığı Cenevre toplantısına, Kürtlerin temsilcilerinin de katılması için Rusya özel olarak uğraşmış, Türkiye’nin ve ABD’nin engellemesi üzerine başarılı olamamıştı.

Bu durumda, PKK ile PYD’nin yolları farklılaşıyor. PKK, kendi geleceğini genel olarak ABD’nin politikalarına yedeklerken, PYD için daha ortada bir tablo çıkıyor ortaya. Son iki yılın savaş koşulları, PYD’nin karşısına “düşman” olarak Esad’ı ya da Rusya’yı değil, ABD’yi ve ABD yetiştirmesi radikal dinci çeteleri çıkartıyor. Bu somut gerçeklik, PYD’nin ABD ile mesafeli durmasına neden oluyor. Şimdi tam da, Kobane direnişi sırasında ABD’den istediği yardımı alamamış olmak, dahası ABD’nin Rojava’nın en temel siyasal duruşuna müdahale etme çabası, PYD’nin ve Kobane’de direnen kitlenin tepkisini çekiyor. Bu koşullarda, Rusya ile görüşmek, daha somut bir alternatife dönüşmüş durumda.

Suriye’de ABD politikalarının üstüste başarısızlığa uğraması, ÖSO’dan El Nusra’ya kadar dayandığı muhalif örgütlenmelerin bir varlık gösterememesi, son olarak IŞİD’in de ilerleyişinin durdurulması üzerine, Rusya kendi hamlesini başlatmış durumda. 26-29 Ocak tarihleri arasında Moskova’da, Suriye’deki bütün muhalif grupların ve Suriye devletinin katılacağı bir toplantı yapacağını duyurdu. Ve Kürt hareketi de bu toplantıya davet edildi. Aralık ayı öncesinde gerçekleşen ziyaret, bu toplantıya hazırlık görüşmesiydi. PYD Moskova toplantısına, Kobane direnişinin ve zaferinin özgüveniyle katıldı. Toplantıdan somut bir sonuÇ Çıkması ihtimali elbette yoktu; toplantıların sürdürülmesi kararı alındı. Ancak ABD’nin de artık ikna olduğu “Esad’lı çözüm” toplantının temel unsuruydu ve Kürt hareketi de, Esad yönetimindeki “demokratik Suriye” içinde halkların özgürlüğüne dayanan bir sistem istediğini vurguladı.

Toplantının asıl önemi, daha önce ABD’nin düzenlediği Cenevre I ve II toplantılarının bir yere varamamasının ardından, Rusya’nın bu konuya el atmış olmasında yatıyordu. Kürt hareketi de, Rusya’nın hakim olduğu bir Suriye’nin parçası olarak kalmak istediğini bir kere daha belirtmiş oldu. Bu durum, önümüzdeki dönemde Suriye’nin yeni gelişmelere sahne olacağını gösteriyor.

 

Kobane’nin yeniden inşası

Zafer kutlamaları yapılırken, Erdoğan öfkeyle soruyordu “Peki kim yeniden inşa edecek o kenti?”

Erdoğan’ın sorusu, enkaz ve moloz yığınına dönüşmesinde birinci dereceden pay sahibi olduğu, ancak yokedemediği Kobane’de, şimdi de “inşaatçı” hayaller kurduğu anlamına mı geliyor bilmiyoruz. Ancak bütün gücüyle direnen Kürt halkı, zafer sonrasında yeniden inşayı da bütün gücüyle gerçekleştirecektir elbette.

Kobane’liler, kentin yıkıntısını savaş anıtı olarak korumayı ve savaşın seyrini değiştiren stratejik Miştenur Tepesi’ne yeni bir kent kurmayı planladıklarını açıkladılar. Zaten kent öylesine yıkılmış bir halde ki, orayı yeniden inşa etmektense, çatışmanın izlerini tarihe saklamak çok daha iyi olacaktır.

Yeni kenti nasıl kuracaklarına gelince; zaten iki yıldır, bir devlet gibi kurumsallaşmaya, bir devlet gibi yaşamaya çalışıyorlar. Kendi eğitimlerinde okullar, akademiler açtılar, müfredat oluşturdular. Kooperatif tarzı üretimi yerleştirmede belli başarılar elde ettiler. Savaş koşullarında yaşamak, her şey bir yana sağlıkta ilerleme kaydetmelerini sağladı. DBP’nin (Demokratik Bölgeler Partisi) ve genel olarak Kürt hareketinin siyasal ve kadrosal birikimi de harekete geÇecek, dahası dünya halklarının desteği ve dayanışması Kobane’nin yanında olacaktır.

Kobani yeniden ve daha güçlü inşa edilecektir; yeter ki, emperyalistlerin hegemonya kurma çabalarına karşı direnebilsin.

 

 

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …