Fransa’nın başkenti Paris’te, Grev ve Direnişlerle Dayanışma Komitesi’nin (GDDK) gerçekleştirdiği 1 Mayıs kutlamasına polis saldırdı.
Koronavirüs bahanesiyle bütün ülkelerde olduğu gibi Fransa’da da kitlelerin biraraya gelmesi ve eylem yapması yasaklanmıştı. Buna rağmen, 10 kişilik bir grup ellerinde “Kapitalizm virüstür, devrim aşıdır” yazılı pankart ve dövizlerle, 1 Mayıs’ı kutlamak için Republique Meydanı’na çıktı. Yasağa rağmen eylem yapmakta kararlı olan grup, polis müdahalesiyle karşı karşıya kaldı. Ancak eylemciler, gözaltına direnmekte de kararlıydılar. Dakikalar süren direnişin ardından, 5 kişi gözaltına alındı. Gözaltına alınanlar 2 Mayıs günü serbest bırakıldılar, ancak haklarında dava açıldı.
Eylem, düşünülenden çok daha büyük bir etki yarattı. Çevredeki insanların ilgiyle izlemesi ve kaydetmesinin yanısıra, Fransa basınının tümünde geniş bir yer buldu. Öyle ki, devlet başkanı Macron konu ile ilgili açıklama yapmak, kendilerini ve yasağı savunan sözler sarfetmek durumunda kaldı.
Eylemde gözaltına alınan PDD çalışanının yazdığı yazıyı yayınlıyoruz.
* * *
HER KOŞULDA HER YERDE 1 MAYIS
Bu yılki 1 Mayıs bütün dönemlerden farklı olarak “özgün” bir süreç içinde kutlanacaktı. Neo-liberal politikaların iflasının göstergesi olan, aynı zamanda burjuvazinin sınıfsal karakteri itibarıyla işçi sınıfı ve emekçi haklara baskısını yoğunlaştırdığı bir süreçte; yanısıra yine kendi lehine çevirmeye çalıştığı ve küresel boyutta ölümler yaşadığımız Covid-19 koronavirüs salgını bahanesiyle olağanüstü hal ilan edilerek, dünya halklarının evlere kapatıldığı, bir yandan da çalışmaya zorlandığı bir karantinalı süreçte kutlanacaktı. Zorunlu iş kolları olarak başta sağlıkçılar, belediye çalışanları, demiryolu, ptt ve gıda sektöründeki çalışanların uzun çalışma saatlerine tabii tutulduğu bir dönemdi. Bir çok konuda bugünden yarınlarımızı da etkileyecek yasalar, burjuvazinin karını korumak amacıyla, Fransa gibi bir çok ülkenin gündemindeydi.
İşçi sınıfına yönelik bu saldırılar küreseldi. Saldırılara karşı mücadelenin örgütlenmesi de küresel olmalıydı. Hal böyleyken isçi sınıfının temsilciliğine soyunmuş ama burjuva yasalar içinde kastlaşmış olan sendikalar adeta ölüm sessizliğine bürünmüşlerdi. Tabandan kısmi bir tepkisellik olsa da üst yapı icazet içinde süreci sessiz geçiştirme çabası içindeydi. Sol görünümlü CGT ve bazı küçük sendikalar kısmi tepki gösterseler de, TİS yetkisi elinde olan CFDT, yer yer hükümetle uzlaşır açıklamalarda bulundu. Aşısı henüz bulunmamış, günlük maske üretiminin dahi karşılanamadığı, hasta yatak sayısının yetersizliğinin her boyutuyla ortaya çıktığı bir dönemde, “isteyenin çalışabileceği” açıklamasını yaparak, “devletle birlik içinde süreci atlatma” tavsiyelerinde bulunarak, “milli birlik” mesajlarıyla burjuvazinin ekmeğine yağ çalmaktan geri durmadı.
Ölüm sessizliğinde çığlık olmak
Yaprak kıpırdamıyordu aylardır, dünyanın en kalabalık şehirlerinden biri olan Fransa’nın başkenti Paris sokaklarında. Ne olmuştu ışıklar şehri, dünya burjuvazisinin gözbebeği şatafatlı eğlence merkezi Paris’e? Devrimler ülkesi Fransa’nın başkenti Paris’e?.. Uykuya dalmıştı Paris ve Parisliler…
“Parisliler” demişken “hangi Parisliler” demeyi unutmamak gerekiyor. Paris’in iki yüzü vardır! Bir tarafta sömürünün her türlüsüne maruz bırakılan işçi ve emekçiler, gettolara sıkıştırılmış göçmenler, sokaklarda yatmaya mahkum bırakılanlar, ölümü yaşarken gören Parisliler… Diğer yanda ise emperyalist kapitalist sistemin temsilcileri, sömürücü sınıfın Parislileri…
“Égalité”, “Liberté”, “Fraternite”… Yani “eşitlik, özgürlük, kardeşlik”. Böyle uyutuldu işçi ve emekçilerin Paris’i tarihler boyunca. Şimdi de yaşanan ekonomik krizin faturasını, işçi ve emekçilere yüklemeye çalışıyorlar. Tarihiyle dünya halklarının mücadelesine ışık olmuş Fransa proletaryasının, canıyla kanıyla kazandığı ekonomik-siyasi hakları, bir bir tırpanlayarak yok etmeye çalışıyorlar. Çünkü sadece Fransa değil, tüm dünyada işçi ve emekçi halklar yeniden ayağa kalkıyor, isyan ateşini körüklüyorlar.
Evlerimizin mahrem köşelerini denetleme, yediğimiz-içtiğimizi öğrenme, attığımız adımları sayma çabaları; insanlığa hükmetmeye çalıştıkları teknolojik savaşları bu korkularından. Korkuyorlar çünkü insanlık her defasında ayağa yeniden kalkmasını biliyor. Sarı Yelekli’lerin yükselttiği başkaldırı bayrağı, onlarca ölüm, binlerce yaralama ve tutuklamaya rağmen 2 yıla yakın sürdü. Kapitalizmin sorgulanmasına, burjuvalardan hesap sorulmasına neden oldu, saltanatları sarstı.
Koronavirüs salgını, yeni bir dönem ve yeni bir savaştı; bu savaşın acı faturası bizlere kesiliyordu. Evlerine kapatılan kitleler, iki ayı dolduran karantinalı günlerde demoralize olmuş ve ev içi şiddet artmıştı. Hastalık kapma korkusu içinde sokağa izin belgesiyle çıkılan, yasaklı-ceza uygulamalı bir süreçti. Bir taraftan da daha zor koşullarda salgının tüm riskleriyle çalışma ya da düşük ücretlerle çalışma demekti. Aşırı yorgunlukla virüse yakalanma ihtimalinin artması demekti. Binlerce çalışan, aramızdan sessiz çığlıklar içinde bir bir gittiler.
Sendikalar da yıllardır yaptıkları gibi devletle uzlaştı ve bu hak gaspları karşısında ses çıkarmadılar. Bu 1 Mayıs’ta da, sokağa çıkmak yerine evde kalmayı savundular; en fazla işyerlerinde açıklamalar yaparak geçiştirdiler.
Olağanüstü hal uygulanan bu karantina günlerinde, güvencesiz-sağlıksız koşullarda çalışmanın yasal olduğu bir dönemde, 1 Mayıs kutlamaları da yasaklanmış, o gün tren ve metrolar durdurulmuştu. Her yıl cadde ve sokakları zaptederek, enternasyonal marşlarla kutlanan 1 Mayıs, yine sağlık tedbirleri alınarak sokaklara çıkılarak kutlanmalıydı. Komünist ve devrimciler, her dönem her koşul altında bunu başarıp, işçi ve emekçilerin sesi-soluğu olmayı bilmişlerdi.
1 Mayıs günü direniş günüdür
Paris’te karantinalı günlere geçmeden kısa bir süre öncesinde PDD çalışanları olarak önder yoldaşımız, 1984 Ölüm Orucu’nda kaybettiğimiz Mehmet Fatih Öktülmüş’ü anlatan belgeselin gösterimini sunmuştuk. Bunun bizlerde yarattığı moralle çalışmalarımızı daha ileriye taşımak için hazırlanıyorduk 1 Mayıs’a. Karantinalı günler engellese de, hedeflediğimiz bir çok çalışmayı gerçekleştirmeli; bu sessizliği bir çığlığa dönüştürmeliydik.
Konuştuğumuz dostlarımıza sokağa çıkmak yönündeki düşüncelerimizi anlattık. Kurumlardan ses çıkmadığı günlerde, bizim de bileşeni olduğumuz, GDDK (Grev ve Direnişlerle Dayanışma Komitesi) içindeki işçi arkadaşlarla biraraya geldik. Onların düşünceleri de bizimkiyle örtüşüyordu: 1 Mayıs’ı sokakta kutlayacaktık, tüm imkansızlıklara-yasaklara rağmen. Çıkılması gereken alanı “Cumhuriyet”-Republique Meydanı olarak belirledik, saati netleştirdik. Sonra kitleleri sokağa çıkmaya davet eden bir bildiri hazırladık, ilişkimiz olan kurumlara ve bireylere ulaştırdık. Paris gibi birçok şehre yayın yapan bir radyoda, bir kadın arkadaşımız kısa ama özlü bir konuşma yaparak, sesimizin daha uzaklara taşınmasını sağladı. Eylem günü de alana gelerek alanda yaşadıklarımızı, canlı yayınla kitlelere ulaştırdı.
Türkiyeli ve Kürdistanlı devrimci-demokrat kurumlar, 1 Mayıs için sokakta eylem kararını son hafta aldılar; aynı yerde, ama ayrı bir saatte. Bizim yaşadığımız gözaltıların ardından, kendi eylemlerini iptal edip, bölgede bir eylem organize etmişler. Eylemleri birleştirme çabamız sonuçsuz kalınca, her iki eyleme de katılma kararı almıştık. GDDK olarak ortak bir sloganla pankart ve dövizler hazırlandı. Olası gözaltı süreci için avukat bir arkadaşla konuştuk. Tren ve metrolar çalışmadığı için, arkadaşların ulaşımı için araç ayarlaması da yaptık. Ve 1 Mayıs günü, arkadaşlarla buluştuk.
Yaklaşık 20-25 arkadaş çağrımıza yanıt vermiş, alan çevresinde dağınık olarak yerlerini almışlardı. Çevrede polislerin konuşlandığını ve kontrol yaptıklarını öğrendik. İçimizdeki eylem coşkusu daha da yükseldi. Polislerden biraz uzakta alana girip pankartımızı ve “Le Capitalizm Tüe” (Kapitalizm öldürür) yazılı dövizimizi açarak eylemi başlattık. Polis hemen bize yöneldi. Her birimize 6-7 resmi ve sivil polis düşüyordu. Kimlik ve izin belgemi istediler. Maskeleri olmadığı için kendilerinin kural ihlali yaptıklarını söyledim. Polisle yaşanan birkaç dakikalık diyalogtan sonra gözaltına almaya çalıştılar. Fransızca-Türkçe sloganlarla karşı koymaya başladık.
Kolay teslim olmayacaktım. Gelenek devam etmeliydi. Yıkmak istiyorlar, yıkılmamak için direniyordum. Daha önceden kırık olan ayağıma aldığımı darbeyle yere düştüm. Koluma kelepçe vurmak istiyorlardı, direniyordum. Arabayı getirdiklerinde hala kollarımı açamamışlardı. İyice sinirlenen polis, parmağımı kırarak kolumu açmaya çalıştı. Ama yine başaramadı. Polisin tutumunu teşhir etmek için, etrafımı saran gazetecilere parmağımı kırdıklarını söyledim. Sık sık Türkçe-Fransızca “Yaşasın 1 Mayıs” sloganları atıyorduk. Polis arabasına tek tek atılan arkadaşlarla toplam 5 kişi olduk. Bizi tarihi Bastille Meydanı’ndaki karakola götürdüler. Hepimizde moraller yüksekti. Karakola giderken “tarihin en kötü korosu olarak” 1 Mayıs marşımızı patlattık; canlı yayın yaparak arkadaşlarımızla da paylaştık.
Karakolun önünde sıra halinde dizili polisler tek tek kolumuza girerek içeri aldılar. Bir çok defa gözaltı yaşadım, ama bu seferki farklıydı; OHAL uygulamaları yürürlükte. Herbirimiz ayrı odalara alındık. Kıyafetlerimi çıkartmamı istediklerinde tepki gösterdim, zorla çıkardılar. Ters kelepçeleyerek arama faslını bitirdiler.
Yaklaşık 10-15 dakika sonra ifadeler için ilk olarak beni aldılar. Amir, Fransız olduğum için öncelikle çağırdıklarını, üç hakkım olduğunu, birini seçmemi söyledi. Bu üç hak; avukat, doktor ya da aileden biriyle telefon görüşmesi. Avukat ve doktor istediğimi, bir polisin parmağımı kırdığını söylediğim anda, “atın bunları içeri” dedi. Kadın arkadaş tek başına, biz dördümüz bir arada 6-7 metrekarelik, pislik içinde, iki ince süngeri bulunan kameralı bir hücreye attılar. Tuvalet öylesine pisti ki, insan içine girmek yerine altına etmeyi göze alabilir.
24 saatlik gözaltı süreci, türlü oyunlarla 48 saate uzadı. İçeride eylemin değerlendirmesini yaptık, sohbetlerle hayallerle geçen birkaç saat sonrasında yanımıza gelen polis, eylemin Fransız Tv kanallarında gösterildiğini söylediğinde mutluluğumuz sözcüklerle anlatılmaz oldu.
Ertesi gün doktora çıkardılar. Saatler süren bekleyişten sonra tercüman eşliğinde çıkarıldım. Orada ortopedist olmadığı için, bir başka hastaneye gönderildim, orada da yoktu. Bir buçuk saatlik bekleyişten sonra, elimi koruyucuyla bandajlayıp, bir ağrı kesici yazarak tekrar polis hastanesine getirdiler. Günlük mesai saatinin bitimine az bir zaman kala, 32 saatlik tutukluluğumuz son buldu ve bırakıldık.
Dışarıda arkadaşlarımıza, siper yoldaşlarımıza kavuşmanın coşkusuyla kucaklaştık. Biz içerideyken, onlar da ailelerimizle beraber bizim salıverilmemiz için büyük çaba göstermişlerdi. Karakola yakın bir ev ayarlamışlardı. Oraya gidip elimizi-yüzümüzü temizledik, sıcak bir atmosfer içinde sohbetleri koyulaştırdık, değerlendirmeler yaptık. O anlar, ömrümce benle yaşayacak unutulmaz bir gün oldu.
Siper yoldaşların ve sonrasında bir çok dostların anlatımlarına göre, eylemimiz umduğumuzdan çok daha ses getirmişti. Fransa ve diğer bir çok ülkede haber olmuş. Eylem emperyalist kapitalistlerin bize dayattığı bu yasaklı günlerde, onların zombi taburları olmayacağımızı; aksine “ölü sessizliğine çığlık olarak” işçi sınıfının haykıran sesi olacağımızı; dünya proletaryası ve sömürülen halklarının nihai kurtuluşuna kadar her koşulda, her zaman ve her yerde, bu savaşımın yükseleceğini ve sonunda zaferle taçlanacağını göstermişti.
Biz kazanacağız!
Yaşasın birlik-dayanışma-mücadele günü 1 Mayıs!
Kahrolsun kapitalizm! Yaşasın devrim ve sosyalizm!
Paris PDD