“İç güvenlik paketi” ve parlamentonun gerçek yüzü

ic-guvenlik-yuruyus

“İç güvenlik paketi” adı verilen ve polisin kitlelere saldırganlığını artırmayı hedefleyen yasa tasarısı, mecliste görüşülmeye başlandı. Ancak paket gündeme geldiği andan itibaren, kitlelerin büyük tepkisi ile karşılandı. Hukukçulardan öğrencilere kadar çok geniş bir kesim yasaya karşı eylemler ve protestolar gerçekleştirdi.

Paketin maddeleri öylesine büyük hak gaspları taşıyordu ki, hükümet partisi bile paketi savunmakta zorlanıyordu. Yasa ile en temel burjuva hukuk kuralları bile gaspediliyor, muhalif her kesim, polisin keyfi tutumlarına teslim ediliyor. Ev baskınından telefon dinlemelere, gözaltına almaktan üst aramasına kadar pekçok konu, burjuva hukuk içinde bile mahkeme kararı gerektirirken; yeni yasa, mahkeme kararı ya da savcı izni olmadan, polisin “makul şüphe”sini yeterli buluyor. 1 Mayıs gibi meşru eylemlere katılmak, yasal bir derginin ya da partinin flamalarını taşımak, sınırsızca gaz sıkılan bir alanda yüzünü kapamak, polisin pervasızca ateş ettiği bir eylemde sapan kullanmak, yanıbaşında insanlar katledilirken sokaklara dökülmek, tutuklanmak ve ağır cezalar almak için gerekçe haline getiriliyor.

 

AKP hükümetinin artan korkusu

AKP hükümeti, 2013 Haziranı’nda milyonlarca insan sokaklara döküldüğünde, büyük bir korku yaşamıştı. Devlet karşısında ortaya çıkan büyük direniş, düzen partilerinin ve reformistlerin de yardımıyla, hükümeti yıkan bir güce ulaşamadı; ancak AKP, bir daha böyle bir hareketin oluşmaması için baskıyı artırmaya karar verdi. Arkasından 17-25 Aralık büyük yolsuzluk operasyonları, AKP’ye dönük muhalefeti ve kitle tepkisini daha da büyüttü. “Hırsız-katil” sloganları, en sıradan eylemlerde ya da Erdoğan’ın “halk içine” çıktığı yerlerde bile atılır oldu. “Ayakkabı kutusu”ndan, “sıfırlama”ya kadar birçok “hit” kelime, Erdoğan’ın yolsuzluklarının simgesine dönüştü. Erdoğan, bu konudaki teşhir ve alayları durdurmayı başaramadı.

Ne internet yasakları, ne gazeteci yargılamaları, ne lise öğrencilerinin polis tarafından dersten çıkarılıp tutuklanması, ne cemaat operasyonları, ne de devrimcilere dönük saldırılar… Hiçbirisi kitle hareketini ve AKP’ye karşı yükselen tepkileri zayıflatamadı, Erdoğan son iki yıldır koltuğunda rahat ve güven içinde oturamadı.

Son olarak 6-8 Ekim Kobane eylemlerinin arkasından, bu yasa gündeme geldi. Kitleleri eskisi kadar kolay maniple edemeyen, demagoji ya da saldırı ile susturamayan AKP, hukuku tümden rafa kaldırmaya, kazanılmış hakları gaspetmeye, faşist diktatörlüğü güçlendirmeye yöneldi. Hukuksuz biçimde herkesin tutuklanabileceği, muhalefet eden bütün gazetelerin ve kurumların kapatılabileceği, eylem yapan kitlelerin katledileceği bir ortam oluşturmak istediler. Yeni yasa bunun ürünü olarak gündeme geldi.

 

Sokakta ve mecliste direniş

Paket gündeme geldiği andan itibaren, kitlelerin eylemleri ve protestoları da hızla tırmandı. Son üç aydır sürekli olarak paketin taşıdığı saldırı maddeleri tartışıldı, teşhir edildi, kitlelerin eylemi yükseldi. Ve paket meclise bu tepkilerin gölgesinde geldi. Sonrasında her aşamada tepkilerin sonuçları kendisini tekrar tekrar gösterdi.

En başta paketin görüşme tarihi, iki defa ertelenmek zorunda kalındı. Erdoğan’ın bastırması sonucunda 17 Şubat günü görüşmeler başladı. Sokaklarda eylemler sürerken, meclisteki muhalefet partilerinin tümü, yasayı engellemek için her yöntemi kullandılar. İlk günün çatışması öylesine sert geçti ki, 4’ü CHP’li, 1’i HDP’li 5 milletvekili yaralandı. HDP’li kadın milletvekilleri, kürsüde AKP’lilerin saldırısına uğradı. Meclis tokmakları, milletvekillerini dövmek için kullanıldı. Önceki yıllarda Tayvan ve Güney Kore gibi ülkelerin meclislerinde görülen sahneler ortaya çıktı.

Buna karşın başta HDP milletvekilleri olmak üzere muhalif partilerin milletvekilleri, bugüne dek pek görülmeyen bir direniş sergilediler. Kürsünün önünde oturma eylemi yapmaktan, paketin içindeki yasaklar listesinde yeralan “puşi” ile meclise gelerek yüzlerini kapamaya kadar, değişik biçimlerde direnişlerini sürdürdüler.

AKP milletvekillerinin saldırı hazırlığıyla meclise gelmesi, muhalefet partilerinin herşeye rağmen şiddetli direnişi ve “meclisten cenaze çıkacak” kaygısının oluşması, önce AKP’de de bir şaşkınlık yarattı ve saldırının pervasızlığını kısmen hafifletti. Ancak Abdullah Gül’ün “paket yeniden görüşülebilir” sözüyle müdahelesinin ardından Erdoğan bir kere daha “gürledi” ve “her ne pahasına olursa olsun yasa çıkacak” diyerek milletvekillerine talimatı verdi. Bunun üzerine meclisteki tartışma ve saldırganlık yeniden şiddetlendi.

Mecliste değil, pazarlıkta

Meclisteki yaşanan şiddet, paketin hızını kesmişti. 132 maddelik paketin, bir haftada ancak 30 kadar maddesi geçebildi. Ancak bunlar, temel haklara saldırı anlamına gelen en önemli maddelerdi.

Bu arada, HDP ile “çözüm süreci” üzerinden pazarlıkları yürüten hükümet, paketin meclisten geçen maddelerinin yeniden görüşülebileceğini açıkladı. Bu açıklama, burjuva parlamentonun ne kadar göstermelik bir kurum olduğunu göstermeye yetmiştir. Mecliste bir hafta boyunca kıran kırana yürütülen bir “savaş”ta hükümet tek bir geri adım atmamış, ama meclis dışında silahlı bir güçle (PKK) silah bırakma pazarlığı yürütürken, bu konuyu da pazarlık maddesi haline getirebilmiş ve geri adım atmayı kabul etmiştir. Hükümet adına yapılan açıklamada, büyük bir rahatlıkla “yasayı yeniden görüşebiliriz” diyebilmişlerdir.

Lenin’in veciz sözüyle parlamentonun “burjuvazinin ahırı” olduğu, “iç güvenlik yasası” görüşmeleri sırasında en çıplak haliyle bir kez daha görüldü. Gerçekte “milleti temsilen” kararlar alan bir kurum olmadığı, asıl pazarlıkların dışarıda yürütüldüğü, sadece tiyatro oynamakla görevli bir sahne olduğu, bundan daha açık ortaya konamazdı.

Bu arada, HDP eşbaşkanı Demirtaş’ın, paket konusu yaklaşımı da dikkate değerdir. Demirtaş, “bonzai ve molotof maddelerini getirin, paketi hemen geçirelim” diye birçok defa açıklama yaptı. PKK’nin gençlik örgütlenmesinin “bundan sonra molotof kullanmayacağız” diye duyuru yaptığını biliyoruz. Herşey bir yana, bugün molotof kullanmak, silahla adam öldürmekten daha ağır cezaya tabi durumda. Yeni yasa, bunu daha da ağırlaştırıyor. Polis ateş ederek birini öldürdüğünde cezasız kalıyor, bir eylemci molotof attığında, ömrünün kalanını hapiste geçiriyor. Demirtaş, en azından “hukuki” davranmak adına, bu “eşitsizliğin” giderilmesini savunabilirdi.

 

Yasa geçmeden uygulanıyor

İç güvenlik paketi adı verilen faşist saldırganlık, daha yasalaşmadan uygulanmaya başlamıştı zaten. Erdoğan’ı eleştiren bir twitt attığı için 13 yaşında bir çocuk tutuklandı. Metal grevi “milli güvenliği bozduğu” için yasaklandı. İzmir’de Adliye içinde ve çevresinde basın açıklaması yapmak valilik kararıyla yasaklandı. Polise dürbünlü plastik mermi atan silahlar satın alındı. Yeni tomalar, yeni biber gazlarından sonra, şimdi de “zırh delen mermi”lerden 3 milyon adet alındığı ortaya çıktı.

Bu saldırılardan biz de payımıza düşeni aldık. Dergimizin bürosu ve yazıişleri müdürümüzün evi, sabahın erken saatlerinde onlarca polis tarafından basıldı. Bilgisayarlarımıza, fotoğraf makinelerimize el konuldu. Aradan iki aydan fazla geçmesine rağmen hala verilmedi. 1 Mayıs’a katılmak, Soma’yı protesto etmek, internet yasağına karşı eylem yapmak vb. “suç”lardan yazıişleri müdürümüze ve çalışanlarımıza soruşturma açıldı…

Kısacası yasa henüz meclisten geçmedi ama uygulaması aylar öncesinden başladı. Zaten bu düzende önce uygulama başlar, sonra ona kılıf hazırlanır. Meclisin görevi de budur. Yasadışı yapılanları yasal hale getirmek…

Bugün paketle ilgili ne türden pazarlıklar yürütülürse yürütülsün, AKP kitlelerin eylemlerine daha şiddetli saldırmak için hazırlık yapıyor. Bunun en önemli nedeni de, Türkiye’nin savaşa sokulması için atılan adımlardır. İki yıldır Türkiye’nin savaşa girmesi için Reyhanlı provakasyonundan Suriye uçağının düşürülmesine kadar her adımı attılar, ama başaramadılar. Ama bugün Türkiye, “eğit-donat” adıyla Suriye’de savaşan cihatçı çeteleri verdiği maddi ve askeri desteğini resmileştiriyor. Keza, “IŞİD’e karşı savaş” bahanesiyle bölgedeki savaşı şiddetlendirme hazırlığında olan ABD’nin koalisyonuna katılıyor.

             * * *

Savaş koşulları, ülke içindeki muhalefetin mutlak biçimde bitirilmesini, kitlelerin sindirilmesini, itiraz edenlerin tamamen susturulmasını zorunlu kılar. AKP hükümeti de, mecliste ya da pazarlıklarda, her ne yaparsa yapsın, bu yasayı fiilen uygulamanın yollarını arayacaktır.

Bunu engellemenin tek yolu, pazarlıklara ya da başka unsurlara bel bağlamadan, hak gasplarına karşı mücadeleyi yükseltmektir.

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …