Sakarya’da patlama üzerine patlama! İŞ CİNAYETLERİNE DUR DİYELİM!

Sakarya’nın Hendek ilçesindeki Coşkunlar havai fişek fabrikasında, 3 Temmuz günü bir iş cinayeti daha yaşandı. Fabrikadaki havai fişekler patladı ve 7 işçi hayatını kaybetti, 118 işçi yaralandı.

Patlamanın arkasında, göz göre göre gelen bir katliam ve devlet tarafından korunan fabrika patronları çıktı. Zaten aynı işyerinde bundan önce 6 kez iş cinayeti yaşandığı ve fabrikanın her defasında farklı isimlerle yeniden açıldığı anlaşıldı. Patlamanın hemen ardından Erdoğan’ın fabrika patronlarını arayarak görüşmesi, bu ilişkinin somut bir göstergesiydi.

Ve daha ölen işçilerin cenazeleri kaldırılmadan, devlet yetkilileriyle patronlar, fabrikanın sahibi Yaşar Coşkun’la birlikte “moral yemeği”nde buluştular. 7 işçinin ölümü, onlarcasının ölümle pençeleşiyor olması umurlarında değildi. Onlar patronun karıyla ilgiliydiler. Yaşanacak en küçük bir zarara üzülüyor, patrona “moral” veriyorlardı! Şairin dediği gibi “yedikleri insan eti / içtikleri insan kanı”ydı.

Patlamanın üzerinden bir hafta geçmeden, yine Sakarya’da bir patlama daha gerçekleşti. Coşkunlar Fabrikası’ndaki patlayıcıları taşıyan araç da patlamıştı. Öyle bir patlamaydı ki, araçtan eser kalmamıştı ve onları kışlaya taşıyan üç asker de ölmüştü. Oysa patlayıcıların en az 15 gün bekletilmesi gerektiği, ondan sonra bir yerlere taşınabileceği, uzmanlar tarafından ifade ediliyordu. Fakat patronun çıkarlarını korumaya öylesine kilitlenmişlerdi ki, gözleri bir şey görmüyordu.

Böylece patronların karını korumak için sadece işçileri değil, “vatani görev” diyerek zorla askere aldıkları gençleri de öldürdüler. Hepsinin ortak özelliği yoksul olmalarıydı.

 

“Burada mecbur olan çalışıyor”

İşçilerin söylediği her şey, katliamın kaçınılmaz olduğunu anlatıyor. Daha önce de 6 kez patlama yaşanmış bu fabrikada. İşçiler ölmüş, yaralanmış… Her defasında ismini değiştirerek yeniden kurulmuş, aynı eksikliklerle, aynı özensizlikle, aynı umursamazlıkla… Sahibi, MÜSİAD’ın Sakarya temsilcisi.

Fabrikada genç işçi çalışmadığını söylüyor işçiler. Ancak gerçekten işe ihtiyacı olanlar, mecbur olanlar çalışıyor. Asgari ücretle, hiçbir güvenlik önlemi olmadan, hiçbir eğitim almadan… Onun için fabrikanın bulunduğu bölgeye “Çin mahallesi” adı verilmiş. Yani çok düşük ücretle uzun saatler çalışanların mahallesi…. Çalışanların büyük kısmı bu mahallede oturuyor.

Her tür iş kazasının, gerçekte iki sorumlusu vardır; fabrikanın patronu ve yeterli denetimleri yapmayan devlet. Buna rağmen, her iş kazasından sonra, alt düzey görevliler tutuklanır; ve genellikle onların da “düzeni” değiştirmede bir misyonları yoktur.

Hendek’teki fabrikada da böyle oldu. İlk tutuklananlardan birisi, fabrikanın İş Güvenliği uzmanı Aslı Bozkurt’tu. Oysa Aslı Bozkurt, tam da fabrikadaki iş güvenliği ve işçi sağlığına aykırı düzenlemelere, yapılan kuralsızlıklara karşı çıkmış fakat düzeltmeye gücü yetmediği için, 22 Mayıs’ta görevinden istifa etmişti. Tutuklandıktan sonraki ilk ifadesinde şunları söylüyor: “Denetlenecek binaları bana onlar gösteriyordu, yeşil renkli binanın ana depo olduğu hiç söylenmedi. Tersine atıl bir bina olduğu söylendi, bu nedenle hiç denetlemedim. Gördüğüm kuralsızlıklarla ilgili yaptığım tespitlerin raporlara yazılmasına izin vermiyorlardı. Çünkü çalıştığım şirket, fabrika ile çalışmaya devam ediyordu.”

İş güvenliği uzmanlığının gerçekte son derece göstermelik biçimde uygulandığının ve bu uzmanların ancak patronun çıkarlarının izin verdiği kadar bir alana ulaşabildiğinin somut göstergesidir bu ifade. Ve devlet-patron işbirliği ile işçi cinayetlerine, katliamlara göz yumulduğunun belgesidir.

Aslı Bozkurt, işçilerin sürekli olarak “burası patlayacak, yardım edin” dediğini de anlatıyor. Fakat can güvenliği olmayan bu fabrikada çalışmak zorunda kalıyorlar. Ayrıca işçiler, işi hızlandırmak için yanlarında olması gerekenin çok üzerinde patlayıcı taşımaya zorlanıyorlar. Buna itiraz ettiklerinde, daha fazla ürün çıkartmak için böyle çalışmaları gerektiği söyleniyor. Patlamadan kısa bir süre önce, malzemelerden dumanlar yükseldiğini görüp uyarıyorlar. Bunun üzerine o malzemeler kuruması için güneşe seriliyor. Güneş ısısı yanıcı olan bu malzemeleri ateşleyen bir etki yaratıyor. Patlamanın da bundan çıktığı tahmin ediliyor.

 

Yaşamak için örgütlenmek

Bir önceki iş cinayetinin ardından, fabrikanın sahibi Yaşar Coşkun, “patlayıcı maddelerin yaratacağı iş kazalarının yüzde 98’i önlenemez. Doktorun söylediğine göre ölen işçinin korkudan ödü patlamış” açıklamasını yapmıştı. Böylesine büyük bir pervasızlıkla, hem iş cinayeti konusundaki sorumluluğu üstünden atıyor, hem de ölen işçiyi suçluyordu.

Oysa işçinin güvenliğini ve sağlığını korumak amacıyla bakıldığında, üretim alanındaki her sorunun bir çözümü vardır. Her tür risk karşısında önlem alınabilir, işçiler gerekli eğitimden geçirilerek önlemlere uyması sağlanabilir, fabrikanın çalışma, depolama, dinlenme alanları, sözkonusu riskleri ortadan kaldıracak biçimde düzenlenebilir.

Ancak bunların herbiri, patronun gözünde bir “maliyet”tir. Ve bu parayı harcamaktansa, işçilerin canını pazara sürmekten çekinmezler. Azami karlarının önünde engel olarak gördükleri hiçbir harcamayı yapmazlar.

Ve yasalar, patronların çıkarlarını koruyacak biçimde düzenlenir. “İşçi sağlığı ve iş güvenliği” kavramının AKP döneminde “iş güvenliği”ne dönüştürülmesi, “işçi sağlığı” bölümünün çıkartılması boş yere değildir. Keza iş güvenliği uzmanlarının ücretinin fabrikanın patronu tarafından ödenmesi de patronların lehine bir düzenlemedir.

Yanısıra, fabrikanın çalışma koşullarına ilişkin devletin yapması gereken denetimler de zamanında yapılmaz; denetim yapılacağı zaman patronla danışıklı-dövüş halinde yapılır ve denetimlerin olumsuz raporları sümenaltı edilir. Örneğin Coşkunlar Fabrikası da güya Mart ayında denetlenmiş, ama işçiler müfettişler gelmeden kendilerine haber verildiğini, ayrıca birçok yerin gösterilmediğini söylüyorlar.

Tüm bunlar, iş cinayetlerinin göz göre göre yaşanmasının asıl nedenidir. Coşkunlar Fabrikası’nda son 11 yılda kayıtlara geçen 7 iş cinayetinin de, Torunlar İnşaat’tan Soma madenlerine yaşanan tüm katliamlarda da, devlet denetiminin olmadığı, patronlarla işbirliği içinde davrandıkları görüldü. Ve işçilerin uyarılarına rağmen göz göre göre gelen felaketlerin umursanmadığı, aşırı kar için her şeyin göze alındığı ayan-beyan ortada.

Bu cinayetlerin asıl müsebbibi fabrika patronlarıdır. Onların azami kar tutkusudur. Fakat iş cinayetlerinden dolayı patronları suçlamazlar. Ustalar, şefler, işgüvenliği uzmanları vb. görevlilere suçu yıkıp geçiştirirler. Büyük bir kitle tepkisi yükselmediği sürece, patronların tutuklanması sözkonusu olmaz. Coşkunlar’da da böyle olmuştur.

Bu durumu değiştirmenin tek yolu, iş cinayetlerine karşı mücadelenin sürekli yüksek tutulmasıdır. Ayrıca işyerinde örgütlü olmak, bu cinayetleri durdurmak için de elzemdir. İş cinayetlerinin en fazla sendikasız olan yerlerde görülmesi tesadüf değildir. Kısacası yaşam hakkı için bile örgütlenmek ve mücadele etmek dışında bir seçenek yoktur.

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …