Belarus’ta “renkli darbe” girişimi

Belarus’ta 9 Ağustos günü yapılan cumhurbaşkanı seçimlerini Lukaşenko’nun kazandığının ilan edilmesinin ardından, kitleler sokaklara döküldü. Seçim komisyonu, varolan Cumhurbaşkanı Aleksandr Lukaşenko’nun oyların yüzde 80,1’ini alarak seçimleri kazandığını, Svetlana Tikhanovskaya’nın ise yüzde 10,12 oy aldığını duyurdu. Bütün diktatörler gibi, Lukaşenko da seçimlerden istediği sonuçları çıkarmıştı!

Bu sonuçları kabul etmeyen muhalefet, Lukaşenko’nun istifası ve seçimlerin yenilenmesi çağrısıyla, meydanlarda büyük kitle gösterileri başlattı. On binlerce kişinin katıldığı “Özgürlük Yürüyüşü” adlı gösteri, ülke tarihinin en büyük protestolarından biri oldu.

Buna karşılık Lukaşenko, seçimlerin yenilenmesi ve istifa çağrılarını reddetti. Ancak anayasa değişikliği ve bu değişikliğin referanduma sunulması konusunda hazır olduğunu belirtti. Muhalefetin eylemlerine karşılık, Lukaşenko da kendi kitlesini sokaklara dökmeye, eylemler düzenletmeye başladı.

 

Belarus’un yakın geçmişi

Lukaşenko 1994 yılından bugüne, 26 yıldır ülkeyi yönetiyor. 1991’de SB’nin dağılmasının ardından, bütün cumhuriyetler gibi Belarus da dizginsiz biçimde emperyalist yağmaya açılmış, soygun ve talan ekonomisi kurulmuştu. 1994 yılında, halkın bu yağmaya karşı büyük tepki oluşturduğu bir dönemde, Batılı gözlemcilerin “adil ve özgür” diye tanımladığı ve desteklediği bir seçimle Lukaşenko başa geldi. Seçim kampanyasının temel argümanı yolsuzluğa karşı mücadeleydi. Ve “Komünist Parti”li rakibini, yüzde 80 oy alarak ezici bir sonuçla yenmişti.

Dönem, rüzgarların Batılı emperyalistlerden yana estiği bir dönemdi. Sovyetler Birliği dağılmış, Rusya Yeltsin gibi kukla bir yöneticiye bırakılmış, ABD dünya imparatorluğunu ilan etmişti. O koşullarda Lukaşenko, Batılı emperyalistler için yeterli bir adaydı. Eski yöneticilerin ekonomik-siyasi yozlaşmasına duyulan tepkiler üzerinden ve SB’nin dağılma sürecinin rüzgarı ile kitleleri de kendisine yedeklemeyi başarmıştı. Bunun da etkisiyle “Sol Keynesci” bir ekonomi model izledi ve ekonomiyi büyük oranda devlet kontrolü altında tuttu. Devlet kapitalizminin ekonomik ve siyasi gücünü muhalifleri bastırmak için de kullandı ve rakipsiz kaldı. Keza eski SB ülkeleri içinde idam cezasını kaldırmayan tek ülke oldu.

Dönem değişti, 2000 yılının başından itibaren Rusya güçlendi, eski hegemonya alanlarındaki ülkelerle kurduğu ilişkiler farklılaştı. Belarus bu dönem boyunca Rusya’nın yanında yer aldı. Hatta yer yer, Rusya ile Belarus’un birleşeceği, Belarus’un Rusya topraklarına katılacağı da söylendi. Belarus’un, Rusya ve Ukrayna ile birlikte, SSCB içindeki Slav nüfusu temsil ediyor oluşunun da bunda payı vardı.

1994’ten bu yana 6 defa seçimleri kazanan Lukaşenko’nun asıl başarısı, Rusya ile AB arasındaki fay hatlarını iyi değerlendirmesi, denge politikası izlemesiydi. 2017’de yaptığı bir konuşmada “bize Rusya’yla mısınız yoksa AB ile mi diye sorulmamalı” diyordu.

Rusya ile ilişkilerini hiç kesmemişti. KGB tarzı kurumlar Belarus’ta varlığını sürdürebilmişti. Rusya Belarus’u ekonomik olarak sürekli desteklemişti. Mesela Belarus’un ihraç mallarının en önemli alıcısı Rusya oldu. Keza emeklileri korumak gibi sosyal devlet politikaları izlemesinde, Rusya’nın mali desteği önemliydi. Devlete ait 30 civarında büyük sanayi işletmesi, istihdam olanaklarını da güçlü kılıyordu; bu sayede ülkede işsizlik yok denecek kadar azdı. Lukaşenko’nun arkasındaki halk desteğinde, “sosyal devlet” uygulamaları nedeniyle, işsizlik ve açlığın kitlesel bir soruna dönüşmemesinin önemli bir payı vardı.

 

Lukaşenko destek arayışında

Belarus’ta yaşanan seçim darbesi, eski Sovyet coğrafyasında yaşanan renkli darbelerden kimi farklılıklar taşıyor. Zaten muhalefetin seçim öncesi ile seçim sonrasını birbirinden ayırmak gerekir.

Seçim öncesinde muhaliflerin ortak noktası, Lukaşenko karşıtlığı idi. Öyle ki, Rusya yanlısı muhalifler de, Batı yanlısı muhalifler de Lukaşenko’nun gitmesi konusunda aynı noktaya gelmişlerdi. Lukaşenko’nun bugüne kadar iki emperyalist güç arasında denge politikası sürdürdüğünü belirtmiştik. Ancak artık Rusya da, AB de, bu durumun değişmesini, Belarus’un kendi safında netleşmesini istiyordu.

Rusya açısından bu zorlamanın sebebi, son dönemde Lukaşenko’nun Rusya’yı sıkıştıran adımlar atması oldu. Seçim arifesinde, Belarus’ta 33 Wagner askeri tutuklandı ve Belarus devlet ajansı, seçim sürecini sabote etmek için Rusya’nın 200’den fazla askeri ülkeye sokmuş olduğunu duyurdu. Wagner’in, Rusya’nın gayriresmi milis gücü olarak Kırım’ın işgalinde, Ukrayna’nın Donbask bölgesinin bağımsızlık ilan etmesi sürecinde ve Libya’da Hafter’in destekçisi olarak görev aldığı biliniyor. Zaten Belarus, uzun zamandır Wagner askerlerinin Suriye ve Libya’ya gidiş yolu üzerindeydi. Yani tutuklanan askerler de Suriye yolcusuydu. Lukaşenko’nun bugüne kadar müdahale etmediği bir durumu, seçim öncesinde böylesine büyük bir soruna dönüştürmesinin sebebi, Rusya ile pazarlıkta elini güçlendirmekti. Çünkü 2014’te Rusya’nın Ukrayna’ya müdahalesi ve “parça koparması”nı, Lukaşenko gelecekte kendisine dönük bir tehdit olarak da algılamıştı.

Bu tarihten sonra, Rusya ile ilişkilerinde gerilimler ağır basmaya başladı. Rusya, Lukaşenko’nun karşısında aday olarak Victor Babariko’yu çıkardı; Babariko’nun seçim kampanyası Gazprom tarafından finanse ediliyordu ve Babariko, Lukaşenko’nun en güçlü rakibiydi. Babariko’nun daha seçim öncesinde tutuklanıp, Wagner askerlerinin de ortaya dökülmesi, Lukaşenko’nun Rusya’ya dönük mesajıydı. Bir seçimi daha kazanmak istiyor; Rusya’nın buna destek vermesini bekliyordu.

Batılı muhalifler ise, Lukaşenko’yu tam tersi bir yöne çekme uğraşı içindeydiler. NATO’nun Rusya sınırlarına dayanma çabasıydı bu. Bir taraftan Karadeniz’i NATO gölü yaparak Rusya’nın güneyini kontrol altına almak, diğer taraftan Baltık Savunma Planı ile Rusya’yı batıdan kuşatmak, ABD başta olmak üzere batılı emperyalistlerin en önemli hedeflerinden biriydi. 2003’te Ukrayna’da, 2004’de Gürcistan’da, 2005’de Kırgızistan’da düzenlenen seçim darbelerinin sebebi buydu. Rusya, Gürcistan ve Kırgızistan’daki darbeleri tersine çevirmeyi başardı, Ukrayna’yı ise parçalayarak etkisizleştirdi. Keza Bulgaristan ve Romanya da batılı emperyalistlerin yakın markajındaki ülkeler arasına girdi. Estonya, Letonya, Litvanya ve Polonya NATO üyesi yapıldı. Bu 4 ülke ile Rusya’nın arasında sadece Ukrayna ile Belarus kaldı. Baltık Savunma Planı ile ABD, dört Baltık ülkesinin yanısıra Ukrayna ile Belarus’u da saflarına katarak hem Rusya’yı kuşatmak hem de Rusya’ya yakın duran AB ülkelerinin önüne bir set çekmek istiyor. Zaten bu seçim sürecinde Polonya’nın aktif olarak rol aldığı ve Polonya merkezli kimi kurumların protestolar için çağrılar yaptığı söyleniyor. Seçimi kazandığını iddia eden Svetlana Tihanovskaya’nın, seçimlerin ardından Litvanya’ya gitmesi de, yine seçimlerde “renkli darbe” işareti olarak görülüyor.

Batı destekli muhaliflerin protestolarında da bu durum kendisini gösterdi. Protestoların ilk günlerde AB bayraklarının yanısıra, kırmızı-beyaz renkli bayrağın kullanılması önemliydi. Çünkü bu bayrak, 1918’de Belarus Sovyetler Birliği’ne katılmadan önce kullanılan bayraktı. SB döneminde bu bayrak iki defa daha kullanıldı; önce Nazi işgali sırasında Sovyet yönetimine karşı duruşun ifadesi olarak, ikincisi SB dağıldıktan sonra 1991-1995 yılları arasında yine Sovyet karşıtı bir konumlanmayla.

Bu bayrağın kullanımı, salt Lukaşenko’nun politikalarına karşı olduğu için protesto gösterilerine katılan kitlelerin tepkisini çekince, vazgeçmek zorunda kaldılar. Ancak batılı emperyalistlere çağrılar yapmayı, açıklamalarını İngilizce hazırlamayı sürdürdüler.

* * *

Lukaşenko, Batılı emperyalistlere karşı Rusya’nın desteğine sığındı; Rusya da bu desteği verdi. ABD ise başlangıçta NATO’nun Belarus sınırına yığınak yapmak gibi bir tehditte bulunsa da, bu defaki hamleyi kaybettiğinin farkında. Haftalar süren gerilim şimdilik durulmuş görünüyor.

Belarus halkı ise, sosyal desteklerin artırılması, siyasi özgürlüklerin verilmesi, özelleştirmenin yasaklanması, sendikaların sınıfın çıkarlarını savunması gibi haklı talepleri için gerçekleştirdikleri eylemlerini, batılı emperyalistlerin yeni bir “renkli darbe” tehdidine ortak olmamak için bitirmek zorunda kaldılar.

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …