AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan, 19 Ekim günü yaptığı bir konuşmada, “fikri iktidarı tesis edemedik” dedi. Ve ekledi; “eğitim ve öğretimde, kültürde arzu ettiğimiz ilerlemeyi sağlayamadığımızı düşünüyorum. Medyamız, bizim sesimizi ve nefesimizi yansıtmıyor.”
Toplumu gericileştirme çabası
Onun bu sözleri, bir yanıyla “yakınma”, diğer yandan “hedef” ifadesiydi. Yakınmaydı; çünkü, bu kadar uğraşmasına rağmen, gerçekten de ülkedeki “doku değişimini” istediği düzeyde gerçekleştirememişti.
Mesela medyanın önemli bir kesimi artık salt AKP yanlısı yayın yapıyor olmasına rağmen, muhalif kanallar halen varlığını sürdürüyorlar; üstelik de yandaş kanallardan daha yüksek izlenme oranlarına sahipler. Birbirinin kopyası yandaş gazeteler, neredeyse hiç satılmıyor. Yani medyadaki muhalif sesler, halen hem de etkili biçimde yayınlarını sürdürüyor.
Mesela, ülkenin dört bir yanını imam-hatip okullarıyla doldurmuştu; ancak aileler bu okullara çocuklarını göndermemek için ne gerekiyorsa yapıyor. Böylece imam-hatip okulları da boş kalıyor. Aslında imam-hatiplerin kendisi de AKP’nin planlarının tam tersine bir tablo oluşturdu; imam-hatiplerde okuyan çocuklarda “deist” ya da “ateist” olma oranları, hiç beklemedikleri düzeylere fırladı. Ve ailelerin önemli bir kısmı, “keşke imam-hatipe göndermeseydim” demeye başladılar.
AKP tarikatları besledi, şişirdi; kitleleri tarikatlarla kuşatarak kontrol altına almak istedi. Ancak tarikatların her biri çocuk tecavüzleri, tacizlerle anılır oldular.
Daha pek çok yönüyle, AKP’nin dinci-şeriatçı politikaları kitlelerde istediği düzeyde yankı bulmadı, kitleleri kontrol altına almayı başaramadı. Bu nedenle Erdoğan’ın konuşması bu gerçeğin itirafı, aynı zamanda bir “yakınma” ifadesiydi.
Diğer yandan, bu sözler bir “hedef”in de gösteriyordu. 18 yıllık AKP hükümetleri döneminde, eğitim çok özel olarak ele alındı. Her yıl yapılan değişikliklerle eğitimin biçimi de içeriği de değiştirildi. İçerik olarak daha dinci-gerici bir tarz oluşturuldu. Müfredat, derslerin içeriği adım adım “şeriat kurallarına” uydurulmaya çalışıldı. “Aile” kavramı kadın sömürüsü-erkek egemenliği bakışına uygun biçimde anlatıldı ders kitaplarında; evrim teorisi yok sayıldı, hatta kimi durumlarda açıkça yasaklandı; uzaktan eğitimde kılıçla kafa kesme sahneleri “ders” diye gösterildi küçük çocukları; ders aralarında ilahiler okutuldu…
Biçim olarak da, en başta 8 yıllık zorunlu eğitimi ortadan kaldıran 4+4+4 sistemi getirildi; böylece kız çocuklarının 4 yılın ardından okuldan alınması olanağı yaratıldı. Keza bu sistemle çocukların okula “ara verip” Kuran kurslarına gönderilmesi meşrulaştırıldı.
Yanı sıra, eğitimin tüm kademelerinde tarikat mensuplarının, imam-hatip öğrencilerinin, yandaşların sınav kazanmasının koşulları oluşturuldu; kimi zaman kopya vererek, kimi zaman sistem değişikliği ile…
Ve bütün bunlara rağmen gençleri, özellikle de AKP’nin hükümetleri döneminde doğmuş-büyümüş, yani bu hayatta bildiği tek siyasal ortam AKP’nin yönettiği koşullar olan gençleri kazanmayı başaramadı.
Bugün gençler içerisinde AKP karşıtlığı, 18 yılın en yüksek düzeyine ulaşmış durumda. Bir seçim olsa, gençlerden kayda değer bir oy alamayacaklarını biliyorlar.
Tam da bu nedenle, Erdoğan konuşmasıyla, bundan sonra eğitim alanına çok daha sert biçimde saldıracaklarının haberini veriyor. Eğitimde dinci-gerici içeriği güçlendirmek, “şeriat aklıyla” eğitim alanını paramparça etmek için çok daha fazla uğraşacaklarının ilanıdır bu konuşma. Aynı şekilde bir türlü susturmayı başaramadıkları muhalif ve devrimci basın üzerindeki baskıların, toplatma-kapatma cezalarının artacağının göstergesi.
Çünkü hedefleri, hiçbir şeye itiraz etmeyen, aç kaldığı zaman “acıyı bal eyleyen”, işten atıldığında direnmeden evine giden, “din-iman” söylemleriyle beyni uyuşturulmuş bir kitle yaratmaktır. Ancak bu, asla gerçekleşmeyecek bir hedeftir.
Baskı direnişi büyütür
Erdoğan yönetiminin kitleleri kontrol altına alamadığının en somut göstergesi, kitleler üzerinde baskı ve terörün artırılmasıdır. Çünkü kitleleri maniple etmeyi başaramıyor, kendi sömürü politikalarına yedekleyemiyorlar.
Özellikle böyle bir dönemde, bunu başarmaları mümkün de değil. Bir taraftan derinleşmiş ekonomik kriz, yaygınlaşan açlık tehlikesi var iken, diğer taraftan koronavirüsle birlikte sağlık krizi de ürkütücü boyutlara ulaştı.
Bu koşullarda kitleleri kontrol altına almaları, sesini kesmeleri, itirazları-isyanları bastırmaları mümkün olmayacaktır.
Bir maden işçisinin “patronlara gücü yetmeyen devlet, gücünüz bize mi yetiyor” diye haykırması, bir madenci eşinin “askıda ekmek ne demek, paramızı verin biz kendi ekmeğimizi alırız” isyanı, bunun en somut göstergesidir. Devletin artan baskı ve saldırıları, kitlelerin isyanını daha da büyütecektir.