Mafyanın devletleşmesi-Devletin mafyalaşması

Geçtiğimiz günlerde mafya lideri Alaattin Çakıcı, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nu, kendine has küfürleriyle dolu bir mektupla tehdit etti. Ardından MHP lideri Devlet Bahçeli, Çakıcı için “ülküdaşım, dava arkadaşım” dedi. Bu açıktan sahipleniş, gelinen noktanın görülmesi bakımından oldukça çarpıcı ve sarsıcıydı.

Elbette Bahçeli’nin Çakıcı’ya sahip çıkması yeni değil. Bahçeli, Çakıcı daha cezaevinde iken ziyaretine gitmiş, birlikte fotoğraflarını servis etmiş ve onun tahliye edilmesi için “af yasası” hazırlayarak AKP üzerinde baskı kurmuştu. Sonunda bu yasayı geçirtip Çakıcı’nın serbest bırakılmasını sağladı da.

O Çakıcı ki, Türkiye’de mafya deyince, ilk akla gelen isimlerden biridir. Eşini öldürtmekten uyuşturucuya kadar birçok suçtan yargılanmış, hapis yatmıştır. Adlarına “ülkücü mafya” denilen Çakıcı ve benzerlerinin MHP’yle ilişkisi zaten biliniyordu. Dahası, devletin gizli operasyonlarında kullanıldıkları da sır değildi. Ama hiç bir dönem bu kadar açıktan bir sahipleniş olmamış, ilişkinin aleniyet kazanması böylesine pervasız biçimde sergilenmemişti.

Dolayısıyla bugünü farklı kılan; Bahçeli’nin Çakıcı’yı sahiplenmesi değildir sadece. Çakıcı’nın Kılıçdaroğlu’na yazdığı küfür dolu tehdit mektubundan sonra “dava arkadaşım” diyerek arkasında durması, bu suça ortak olmasıdır. Bir siyasi partinin liderinin bir mafya lideri ile aynılaşması, onun üzerinden bir başka siyasi parti liderine küfür ve tehdit savurmasıdır.

Bununla da kalmıyor. MHP bugün AKP’nin “küçük” (gerçekte büyük) ortağı durumundadır ve ülke yönetiminde söz sahibidir. Üstelik AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı sıfatıyla Erdoğan’ın konuya dair tek bir söz söylememesi, işi MHP’den çıkarıp bir bütün olarak yönetimin tutumu düzeyine çıkarmıştır. Çakıcı’nın sözlerine alt perdeden dahi olsa karşı çıkan AKP’lilere dönük soruşturmaların başlaması, hatta Bülent Arınç gibi “ağır top”ların harcanması, AKP’nin MHP’ye bağımlılığı kadar; mafya-devlet ilişkisini de ortaya koyuyor.

Daha önce yine bir başka mafya lideri Sedat Peker, muhalifleri “kan banyosu yaptırmakla” tehdit etmiş ve hakkında hiçbir işlem yapılmamıştı. Peker’den sonra Çakıcı dönemi başladı. Çakıcı, yurt gezilerine çıkıyor, eski kontra elemanlarıyla toplanıyor, oradan Edirne’ye geçip CHP’li Belediye Başkanı’nı ziyaret ediyor, onun elinden hediyeler alıyor ve muhalifleri en ağır sözlerle tehdit edebiliyordu. Son yıllarda sadece MHP’nin değil, AKP’nin de mafyayla iş tuttuğu bir dönem başladı. Mafyanın devletleştiği, devletin mafyalaştığı bir tablo oluştu. AKP-MHP blokunun bugünkü görünümü budur.

* * *

“Mafya-devlet” ilişkisinin en çok tartışıldığı dönem, 3 Kasım 1996 yılında Balıkesir’in Susurluk ilçesinde gerçekleşen bir trafik kazası olmuştu. Kamyonla çarpışan lüks bir otomobilin içinde, firari faşist Abdullah Çatlı, DYP milletvekili Sedat Bucak ve Emniyet Müdürü Hüseyin Kocadağ biraradaydı. Ki o yıllar, başta Kürt illerinde olmak üzere arka arkaya “faili meçhul” cinayetlerin işlendiği bir dönemdi. ’80 öncesi işlediği cinayetlerden aranan faşist Abdullah Çatlı’nın devlet tarafından birçok kirli işte kullanıldığı bu kazayla birlikte ayan-beyan ortaya çıktı. Dönemin başbakanı Tansu Çiller de, “devlet için kurşun atan da kurşun yiyen de şereflidir” diyerek, Çatlı’yı devlet adına sahiplendi. Onu bir kahraman gibi gösterip büyük bir cenaze töreniyle yolcu ettiler.

Abdullah Çatlı, Mehmet Ali Ağca, Oral Çelik, Haluk Kırcı gibi MHP’li faşist katiller, ’80 öncesi yükselen halk hareketini durdurmak, ’80 sonrası ise Ermeni örgütü ASALA’yı ve Kürt hareketini bastırmak amacıyla tetikçi olarak kullanıldılar. Her dönem devletle bağları vardı; fakat bu bağ ’80 öncesi daha gizli ve dolaylıydı, 12 Eylül sonrası ise doğrudan devlet tarafından görevlendirildiler. Ama hiçbir dönem bu kadar açıktan sahipleniş olmamıştı.

Çakıcı’nın sözkonusu mektubu yazmadan kısa bir süre önce, Bodrum’da eski komutanlarla birarada fotoğrafları yayınlandı. Mehmet Ağar, Engin Alan, Korkut Eken gibi geçmişin kontra elemanları ve mafya liderinin aynı karede yer alması, 1995 yılında Susurluk’ta ortaya çıkan resmi hatırlatıyordu ve “yeni bir Susurluk fotoğrafı” şeklinde yorumlandı. Tek fark; o zaman “kaza” sonucu ortaya çıkan bu içiçelik, şimdi aleni bir şekilde ifşa ediliyordu. Keza 1978 yılında 7 TİP’li öğrenciyi katleden Haluk Kırcı’nın bir televizyon kanalına çıkarılması ve bu katliamı meşrulaştırması, eski faşist liderlerinin yeniden parlatıldığını gösteriyordu.

Bugün artık en yetkili makamlar, faşist katillerle, mafya liderleriyle ilişkilerini saklamaya bile gerek duymuyorlar. Çakıcı’nın Bahçeli tarafından açıktan, Erdoğan tarafından ise örtük bir şekilde sahiplenilmesi, bunun son örneği oldu. Belli ki, hasımlarını bu şekilde korkutmak, sindirmek istiyorlar. Daha önemlisi, kriz ve pandemi koşullarında bıçağın kemiğe dayandığı işçi ve emekçilerin olası patlamalarının önünü şimdiden kesmek istiyorlar. Ellerindeki polis, jandarma, bekçi ordusu yetmiyor; mafya bozuntusu para-militer güçleri devreye sokuyorlar. Özcesi; toplumsal muhalefetin her yükseliş döneminde olduğu gibi, sokaklar terörize ediliyor; kitleler faşist terörle korkutuluyor.

* * *

CHP’ye yakın bir gazeteci olan Necdet Saraç’ın 15 Ekim’de yazdığı “Sokak hazır, muhalefetin silkelenmesini bekliyor” başlıklı yazısına, MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın, “sıkıysa sokağa çıkın!” diye yanıt verdi. Ardından Devlet Bahçeli; “Hele bir sokağa çıkın. Hanyayı Konyayı görürsünüz” sözleriyle, bu tehdidi devam ettirdi.

Kılıçdaroğlu’nun Bahçeli’ye atfen söylediği “sarayın bekçisi” sözüne ise, Çakıcı hörledi; “seni bakla kazığı ile tanıştırırım” gibi kendine yakışır bir jargonla Kılıçdaroğlu’nu ölümle tehdit etti. Bahçeli’nin Çakıcı’ya tam da bu sözlerinin ardından “dava arkadaşım” diyerek sahip çıkması, onunla aynı “dava”yı güttüklerini ilan etmesi, Kılıçdaroğlu’na ölüm tehdidini meşrulaştırması, onaylamasıydı.

Son aylarda CHP’ye ve Kılıçdaroğlu’na yönelik tehditlerde gözle görülür bir tırmanış var. CHP’nin sinik muhalefetine karşın hedefe çakılması, boş yere değil. CHP nezdinde genel olarak toplumsal muhalefete gözdağı veriliyor. Haklarını almak için Ankara’ya yürümek isteyen madencilere, işten atıldığı için direnişe geçen metal işçilerine; pandemiyle birlikte iflasın eşiğine gelen esnafa, küçük üreticiye, doktorlara vb. kısacası ezilen-sömürülen tüm kesimlere sopa sallanıyor.

Elbette bu, AKP-MHP blokunun kitle hareketinden ne denli korktuğunun ve ne kadar zor günler yaşadığının açık kanıtıdır. Son günlerde içlerindeki çatırdama da, ayaklarının altındaki halının çekildiğini göstermekte ve can havliyle saldırıya geçmektedirler. Mafya liderlerinden kontra elemanlarına kadar ellerindeki tüm güçleri seferber etmeleri, içlerine düştükleri açmazın ve korkunun büyüklüğünü gösterir.

Bugün için büyük bir kitle hareketinin olmaması, kimseyi yanıltmasın! Onlar dipten gelen fırtınayı bizden daha iyi farkediyor ve hemen tırnaklarını gösteriyorlar. Çürüyen her rejim gibi mafyalaşıyor, her aracı devreye sokuyorlar. Ama bütün bunlar, ne fırtınanın patlamasını önleyebilir, ne de fırtına sonrası ayakta kalmalarını sağlayabilir. Sonu gelen her yönetim gibi tüm güçleriyle saldıracaklar, fakat bu onların yıkılışını durduramayacak…

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …