Yine aynı oyun; YİNE SEFALET ÜCRETİ!

Asgari Ücret Tespit Komisyonu 28 Aralık günü son toplantısını yaptı ve 2021 yılı için belirlenen asgari ücreti, bekar bir işçi için net 2 bin 825 TL olarak resmileştirdi. Toplantı öncesinde Türk-İş bile “3 bin  TL’den daha aşağı olamaz” diye açıklamalar yapmak zorunda kalmıştı. Ancak devlet, TÜİK’in “asgari geçim düzeyi” rakamını sadece 75 TL arttırmayı yeterli buldu. Bunu da, “Asgari ücrete 500 TL zam yapıldı” diye böbürlenerek duyurdu.

Söylenen rakam işçilerin geçimini sağlamaktan o kadar uzaktı ki, bu defa Türk-iş bile, devletle uzlaşma görüntüsü vermemek için son ana kadar muhalif konuşmalarını sürdürdü. Hatta asgari ücretin açıklandığı toplantıda bile, rakamın yetersizliğini, kendilerinin bu rakama muhalefet şerhi düştüğünü belirtme gereği duydu. Asgari ücret açıklandığı sırada Kadıköy’de bir basın açıklaması yapmakta olan DİSK de, bu ücretin yetersiz olduğunu belirtti.

Her yıl aynı tablo ile karşı karşıya kalıyoruz. Vasat bir tiyatro oyununun sahnelenmesi gibi yürütülüyor bu süreç. Aralık ayının ilk haftasında, sözde “eşit temsil” ile işçi, patron ve devlet masaya oturuyor; üstelik “işçi”leri temsilen Türk-İş gibi işbirlikçi bir sendika toplantıda yeralıyor. Bu işçi düşmanı ittifak, 3 hafta boyunca pazarlık yapar gibi görünüyor, gerçekte ise işçi-emekçi tepkisinin düzeyini kontrol ediyorlar. Sonunda işçilerin isyan sınırındaki rakamı açıklıyorlar.

Yine aynı tiyatro oynandı ve bir kere daha işçi ve emekçiler, sefalet ücretine-kuru ekmek ücretine mahkum edildi.

 

Asgari ücret vergiden muaf olmalıdır

Daha insanca bir asgari ücret için, öncelikle asgari ücretten alınan her tür vergi kaldırılmalıdır.

Asgari ücretli bir işçinin brüt ücretinden damga vergisi, gelir vergisi, primler, KDV ve ÖTV gibi dolaylı vergiler hesaba katıldığında, yaklaşık bin lira vergi ve kesinti gerçekleşmektedir.

Asgari ücretli için bir başka darbe de “vergi dilimi” üzerinden indirilmektedir. AKP’li yıllarda sistematik biçimde, “ilk vergi dilimi tarifesi” düşük tutulmakta ve işçilerden alınan vergi artırılmaktadır. Vergi dilimleri tarifesi, normal koşullarda en az kişi başına Gayri Safi Yurtiçi Hasıla oranında artırılmalıdır. AKP dönemi öncesinde de bu böyleydi zaten. Hatta 2002 ve 2003 yıllarında, “ilk vergi dilimi tarifesi”, asgari ücretin 15 katı idi. Böylece asgari ücretlinin vergi dilimi tarifesi, yıl boyunca değişmiyordu. Sonraki yıllar içinde bu oran adım adım geriletildi. 2020 yılına geldiğimizde, “ilk vergi dilimi”, asgari ücretin 7,5 katına gerilemişti. Bu nedenle asgari ücretliler, yılın ikinci yarısında ikinci vergi dilimine girmeye, daha çok vergi ödemeye mecbur bırakıldılar.

Asgari ücret üzerindeki vergi yükünü artıran bir başka ayakoyunu da, “vergi iadesi” üzerinden yapıldı. 2008 yılına kadar ücretliler için vergi iadesi uygulaması sözkonusuydu. Ücretliler temel harcamaları için topladıkları fatura ve fişler karşılığında devletten vergi iadesi alıyordu; ama vergi iadesi ücretin bir parçası değildi. 1 Ocak 2008’de vergi iadesi uygulaması kaldırıldı; bunun yerine AGİ (Asgari Geçim İndirimi) uygulaması başlatıldı. AGİ’nin eklenmesi, net asgari ücretin olduğundan daha yüksek gösterilmesini sağladı. Mesela 2020 yılında net asgari ücret, AGİ ile birlikte 2 bin 324 TL oldu; AGİ çıkartıldığı zaman, net asgari ücret 2 bin 103 liraya düşüyor. Patronların ödediği rakam da bu kadardır. 2008 yılında vergi iadesinin AGİ’ye dönüştürüldüğü demagojisi yapılmıştı, gerçekte ise bu, çalışanlar için ciddi bir gelir kaybı oldu.

 

Asgari ücret en büyük toplusözleşmedir

DİSK-AR’ın araştırmasına göre, Türkiye’de 3,3 milyon işçi asgari ücretin altında bir ücretle çalışmak zorunda kalıyor. Toplamda 7,5 milyon işçi, asgari ücret ve altında ücret alıyorlar. Asgari ücretin biraz üstünde ücret alanlar da eklendiğinde, sayı yaklaşık 10 milyona çıkıyor. Tüm çalışanların yaklaşık yüzde 60’ı, asgari ücret civarında ücret alıyor.

Ancak asgari ücretin belirlenmesi sadece bu kesimi etkilemiyor. Aslında asgari ücret, yaşamın her alanını, çalışan-çalışmayan tüm emekçileri etkiliyor.

En başta, genel olarak tüm çalışanların ücret artışları, asgari ücrete paralel olarak düzenleniyor. Yanısıra, 13 milyona yakın emekli, dul ve yetimin maaşları, engelli maaşları, 65 yaş aylığı, işsizlik ücreti, geçici işsizlik ödeneği, iş göremezlik ödeneği, evde bakım ücreti gibi devletin doğrudan ödemeleri, asgari ücrete bağlı hesaplamalarla belirleniyor. Memur maaş zamları da asgari ücret oranında düzenleniyor. Kıdem tazminatı, Bağ-kur primi, patronların ödediği SGK primleri, BES’e (Bireysel Emeklilik Fonu) yapılan kesinti ve devlet katkısı, isteğe bağlı SGK ödemeleri, doğum ve askerlik borçlanmaları, GSS (Genel Sağlık Sigortası) primleri, asgari ücret zammına bağlı olarak hesaplanıyor. Ayrıca, herkesin yaşamını bir biçimde ilgilendiren pek çok konu; mesela SGK idari para cezaları, medeni hukukta kimi hesaplar (mesela nafaka), kimi vergi cezaları, çocuk yardımı, ücretten kesilen gelir ve damga vergisi vb, vb, asgari ücrete göre belirleniyor.

Yani asgari ücret, sadece “asgari ücretli”nin sorunu değildir. Tüm toplumun yaşamını bir biçimde etkileyen bir konudur. Bu nedenle de “en büyük toplu sözleşme” olarak geçer. Bu sözleşmede kaybeden işçi ve emekçilerin, hayatın pek çok alanında mağduriyet yaşaması kaçınılmazdır.

 

Asgari ücret mücadelesi

Yaşam hakkı mücadelesidir

İşçi ve emekçilerin tamamını ilgilendiren asgari ücret pazarlıklarında, devlet her araç ve yöntemle patrondan yanadır. Mesela tam asgari ücret pazarlıkları sürerken, TÜİK yoksulluk ve açlık sınırına ilişkin resmi rakamları açıklar; bu rakamlar gerçek yoksulluk ve açlığın çok altındadır. Keza yılın son aylarında açıklanan resmi enflasyon rakamları da gerçek rakamlar değil, asgari ücreti düşük tutma çabasına uygun rakamlardır. Kurulan masa bile Türk-iş-patron-devlet işbirliği ile işçi düşmanı bir kimlik taşımaktadır.

Bu koşullarda, asgari ücret masasında işçinin haklarını, çıkarlarını savunan hiç kimsenin olmadığını söylemek yanlış değildir. “Masada” olmayan işçilerin yapabileceği tek şey “sokakta” olmaktır. İşçi ve emekçiler asgari ücret pazarlıklarını sokakta ve eylemle karşılamadığı sürece, devletin ve patronların vereceği asgari ücret, açlıktan ölmeme ücreti-kuru ekmek ücretidir. “İşçinin evine kuru ekmek giriyorsa, aç değildir” diyen AKP zihniyetinin belirleyeceği ücrettir.

Asgari ücret, işçi ve emekçilere biçilen “asgari yaşam”dır aslında. Ve yaşam hakkının savunmanın tek yolu, işçi sınıfının üretimden gelen gücünü kullanmasıdır.

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …