TÜİK işsizlik rakamlarını azaltıyor İŞSİZLİK KAPİTALİZMİN ÜRÜNÜDÜR

issizler

TÜİK işsizlik verilerini açıkladı. Buna göre, resmi işsizlik yüzde 10,9! Geçtiğimiz yılın aynı dönemiyle karşılaştırıldığında yüzde 1,3 artmış durumda. Tarım-dışı işsizlik oranı ise, yüzde 12,9 oldu.

İşsizlik sayısı geçen yılın aynı dönemine göre 563 bin kişi artış göstererek 3 milyon 145 bine ulaştı. İş talep edenlerin sayısı geçtiğimiz yılın aynı dönemine göre 1 milyon 807 bin artı. Açıklanan bu rakamlar bile, krizin en ağır şekilde yaşandığı 2009 yılının işsizlik oranını geçerek, rekor kırdı.

TÜİK’in açıkladığı işsizlik verilerinde, geçici bir işte çalışıp iş bittiği için işsiz kalanlar, toplam işsizler arasında ağırlıklı kesimi oluşturuyor. Toplam işsizlerin yüzde 36’sı, yani 1 milyon 131 bini geçici bir işte çalışanlardan oluşuyor. Kadınlarda tarım-dışı işsizlik oranı yüzde 16,7 olarak gerçekleşti. Kadınlar için resmi işsizlik oranı ise bir önceki yılın aynı dönemine göre 1,1 puan artarak yüzde 12,6’ya yükseldi. Gençlerde ise (15-24 yaş) işsizlik yüzde 20’lere ulaşmış. Yani her 5 gençten biri işsiz! Bu oran, yüksek öğrenim mezunları arasında daha da artıyor.

 

Gerçek işsizlik gizleniyor 

İş başına gelen bütün hükümetler hep gerçek işsizliği gizlemişlerdir. AKP hükümeti rakamsal hilelerle, yöntem değişiklikleriyle işsizliği en fazla gizlemeye çalışan hükümet ünvanına sahip. Çünkü işsizliğin yüksek olması ekonominin ne kadar kötü olduğunun göstergesidir aynı zamanda. Başka bir ifadeyle toplam ulusal gelirin adaletsiz bir şekilde üç-beş burjuvazinin elinde toplanmasıdır.

TÜİK’in işsizlik hesaplama yöntemi, burjuva liberaller tarafından bile eleştiriliyor. Çünkü TÜİK’te geniş tanımlı işsizlik yok! İş bulma umudunu kaybetmişler, TÜİK’in hesaplamasında yer almıyorlar. Son üç ay içerisinde bir gün veya bir saat çalışanlar da, işsiz sayılmıyorlar vb…

Hal böyle iken, TÜİK 2014 Şubat döneminde yeni bir hesaplama yöntemine girerek, işsizliği daha düşük göstermektedir. Önceden ‘son üç ay’ referans alınırken, yeni hesaplama yöntemiyle ‘son dört hafta’ alınmaktadır. DİSK’in araştırmasına göre bu yöntem değişikliğiyle işsizlik oranı 0,4 puan gerilemiş, işsiz sayısı ise 165 bin kişi azaltılmış gösteriliyor.

Diğer yandan TÜİK işsizlik araştırmasını illere göre tarım ve tarım/dışı şeklinde ayrıştırmıyor. Oysa işsizlik araştırmasının illere göre tarım ve tarım/dışı diye ayrıştırılıp verilmesi gerekir. Çünkü tarımın işsizliği gizleyen özelliği var. Tarım nüfusunun ağırlıklı olduğu illerde bu ayrım yapılmadan gerçek işsizlik saklanmış olur. Bu noktada Mustafa Sönmez’in, daha önceki TÜİK’in işsizlik verilerini araştırma yöntemine dönük 4 Temmuz 2014 tarihli Sözcü gazetesindeki yazısında verdiği rakamlar dikkat çekicidir. TÜİK’in verdiği genel işsizlik oranı, Ağrı ve çevresi için yüzde 6-7’dir. Yani Türkiye ortalamasının 2 puan altında bir işsizlik sorunu varmış gibi görünüyor. Oysa aynı bölgede tarım/dışı işsizlik yüzde 15’in üzerinde. Bu yolla 8 puan işsizlik gizlenmiş oluyor.

Kısacası TÜİK’in verilerinin gerçek işsizliği yansıtmadığı ortada. Zaten DİSK’in yaptığı araştırmaya göre, gerçek işsizlik yüzde 10,9 değil, yüzde 18’dir. Aralık 2014 döneminde resmi işsizlere, umudu olmadığı için veya diğer nedenlerden dolayı son 4 haftadır iş aramayanları eklediğimizde, işsizlik oranı yüzde 17,8; işsiz sayısı ise 5 milyon 563 bin kişi olarak karşımıza çıkar. Kadınlarda geniş tanımlı işsizlik oranı ise, yüzde 25, gençlerde yüzde 30 olarak gözüküyor.

Bir an TÜİK’in verilerini gerçek işsizlik olarak kabul etsek bile, işsizliğin ne kadar tehlikeli boyutlara geldiğini görülüyor. Gerçek işsizliği göz önünde bulundurduğumuzda, tehlikenin ötesinde alarm veriyor. Özellikle gençler arasındaki işsizliğin bu denli yüksek olması, krizin giderek derinleştiğini gösteriyor.

Kapitalist emperyalist sistemde işsizlik sürekli olur. Ama işsizliğin beli sınırları aşıp yükselmesi, krizin varlığını gösterir. Ve gidişat, işsizliğin daha da artacağı yönündedir. AKP hükümetinin ‘ekonomiyi düze çıkardık’, ‘büyüyoruz’ söylemlerinin ne kadar boş olduğu görülmektedir.

 

Kapitalizm işsizliği üretir 

Kapitalist sistemin ekonomi yasaları, çalışabilir bütün nüfusun istihdam edilmesine izin vermez. Azami kar elde etmek için üretimin yapıldığı bu sistemde, her kapitalist azami karını sürekli artırmaya çalışır. Herkes payını artırmaya çalıştığından dolayı merkezi bir planlama yapamazlar. Ayrıca işsizlerin olması, patronların azami karlarını artırmanın güvencesidir. Çalışan işçileri basınç altında tutmak ve düşük ücrete çalıştırmak için, yedek iş gücüne ihtiyaç duyarlar.

Patronlar daha fazla kar için, işçileri uzun saatler çalıştırmanın yanı sıra, az işçiyle çok iş çıkarmaya çalışırlar. Üç kişinin işini bir işçiye yaptırırlar. Dolayısıyla işsizler ordusunu büyütürler. İşsizleri çalışanlara karşı koz olarak kullanırlar. Dışarda binlerce işsizin beklediğini bilen işçi, işini kaybetmemek için bir çok şeye boyun eğer. Ücretinin artırılmasını isteyen işçilere patronlar ‘dışarda yarı fiyatına çalışan binler var’ diyerek susturmaya çalışır.

Teknolojinin gelişmesi işçilerin iş yükünü hafifletmek için kullanılmaz, tam tersine çalışan işçilerin üzerine daha fazla yük bindirir. Teknolojideki her gelişme işsizler ordusunu çoğaltmıştır. Bu yüzdendir ki, tarihte işçilerin ilk eylemleri makinalara karşı olmuştur. Kısacası işsizlik, kapitalist sistemin ayrılmaz bir ürünüdür.

Kapitalist sistemde işsizlik ortadan kaldırılmaz ama azaltılabilir. Çalışma saatleri kısaltılarak ve vardiya sistemi artırılarak işsizlikte düşüş yaratılabilir. Fakat bu kapitalizmin azami kar dürtüsüne aykırıdır.

İşsizlik bu denli yüksek olduğu halde Türkiye, çalışma saatleri en uzun ülkeler arasındadır.

Türkiye’de haftalık çalışma süreleri, devlet memurları kanununa göre 40 saat, iş yasasına göre ise 45 saat. İş yasasına göre bir işçi, yılda en fazla 270 saat fazla mesai yapabilir. Bu süre 52 haftaya bölündüğünde, işçinin haftalık çalışma süresinin 50 saati geçmemesi gerekiyor. Sosyal-iş sendikasının Şubat 2014 tarihinde yaptığı araştırma sonuçlarına göre, Türkiye’de ücretli çalışanların yüzde 44,8’i, yani neredeyse yarısı, haftada 50 saatten fazla çalışıyor. (Tam rakamlar şöyle: Yüzde 19’u haftada ortalama 55 saat, yüzde 21.4’ü haftada ortalama 65 saat, yüzde 8.8’i ise haftada ortalama 75 saat )

Araştırmaya göre, son 25 yılda tam zamanlı çalışan ücretlilerin haftalık ortalama çalışma süresi, 47.6 saatten 52.1 saate çıkmış! Yani çalışma süresi yaklaşık 5 saat artmış. Fazla mesai ücretlerinde yasalara uyulsa, işçiler her ay normal ücretlerinin yüzde 60’ı kadar fazla ücret alacaktır. İşte işsizliğin artmasında en önemli faktörlerden biri, patronların işçileri uzun saatler düşük ücrete çalıştırmalarıdır.

Diğer taraftan işsizlik bu denli yükselirken, dolar milyaderleri de artmaktadır. Forbes dergisinin her yıl yaptığı dünya zenginleri listesine Türkiye’den 32 tekelci patron, “dünya zenginler listesi”nde yerini aldı. Türkiye’nin en zengini de 4,4 milyar dolar servetiyle, Koç ve Sabancıları sollayan Murat Ülker oldu.

Burjuvazi ve hükümetlerinin işsizliği çözmek diye bir derdi yoktur. Onların tek derdi, azami kardır. Çok gerilere gitmeye gerek yok, sadece AKP hükümetinin işsizliği çözmek veya azaltmak için yaptığı bir tek yasal düzenleme söz konusu değil. Buna karşın işçi emekçilere saldırının adı da “istihdam yaratmak”tır.

AKP hükümetinin esnek çalışma, taşeronlaştırma, özelleştirme konusunda yasal düzenlemelerinin hepsi, işsizliğe çözüm olarak sunulmuştur. Kriz döneminde patronların kitlesel işçi kıyımına ‘teşvik paketleri’ ile destek olmuştur. Keza patronların da işsizliği azaltmak için iş saatlerini kısaltıp dışarıdaki işsizlerden işçi alıp çalıştırdıkları görülmemiştir. Tam tersine her fırsatta işçileri işten çıkarırlar, beş işçinin yapacağı işi, üç işçiye yaptırırlar. Sadece ve sadece çalışanlarla işsizler birlikte hareket ettiklerinde, işsizliği azaltmak için bir takım düzenlemeler yapmak zorunda kalırlar.

 

Herkese iş herkese çalışma hakkı 

İşsizlik yalnızca istatistiksel bir olgu değildir. Aynı zamanda sosyal, siyasal boyutları olan bir sorundur. İnsan üreten toplumsal bir varlıktır. Kapitalist sistem insanın bu üretken gücünü, çalışma hakkını elinden alarak, ona, değersiz bir varlık duygusunu yaşatır. Ama üreten toplumsal bir varlık olarak insan, yeri geldiğinde harekete geçer, ayağa kalkar. Bunun tarihte pek çok örneği vardır. İşsizlerin ayaklanması, çalışanlarla işsizlerin birlikte harekete geçmeleri gibi…

En belirgini 1831 yılında Fransa’nın Lyon kentinde gerçekleşen ayaklanmadır. Bu ayaklanmada işsizler ‘ya bizi kurşuna dizin, ya da iş verin’ diye haykırmıştır. Lyon’un sloganı “ya çalışarak yaşamak, ya da savaşarak ölmek”tir. Ölümüne bir direniş sergilenir.

Burjuvazi de bunu bildiği için, işsizliğin çığlaştığı dönemlerde ‘sosyal patlama’dan bahsederler. Hükümetler aracılığıyla daha baskıcı, faşist yasaların böylesi dönemlerde arka arkaya çıkarılması boşuna değildir.

İşsizliğin düşkünleştirici bataklığı içerisinde yaşamaktansa, işçi sınıfının bir parçası olarak birlikte örgütlenip harekete geçilmelidir. Herkese iş herkese çalışma hakkı, 4 vardiya 6 saatlik iş günü, işsizlik fonu patronlara değil, işsizlere açılsın, işten atmalar yasaklansın, taşeron sistemi kaldırılsın vb talepler etrafında mücadeleyi yükseltmekten başka çare yoktur.

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …