ABD’de kongre baskını sırasında, Trump yanlısı ırkçı-faşistler “Konfederasyon bayrağı” ile gösteriler yapınca, ABD iç savaşındaki sınıf mücadelesini farklı bir gözle anlatan bu filmi bir hatırlatmak istedik.
Film ABD İç Savaşı (1861-1865) sırasında, Paris Komünü’nden sadece birkaç yıl önce, ABD topraklarında, “özgürlük-eşitlik-adalet” taleplerini “Anayasa maddesi” olarak yazılı hale getiren ve “bağımsızlığını” ilan eden “Özgür Jones Devleti”nin kuruluş hikayesini anlatıyor.
Amerikan İç Savaşı bir yanıyla köleliğe karşı başkaldırıdır; diğer yandan sanayileşen Kuzey eyaletler ile uçsuz bucaksız pamuk çiftliklerine sahip Güney eyaletlerin iktidar savaşıdır. İç savaşı yakından takip eden ve düzenli olarak bazı gazetelere bu konuda yazılar yazan Marx, savaşı şöyle tanımlamıştır: “Güney ile Kuzey arasındaki mevcut mücadele… iki toplumsal sistem arasındaki, kölelik sistemi ile özgür emek sistemi arasındaki mücadeleden başka bir şey değildir. Bu mücadele patlak vermiştir, çünkü sözkonusu iki sistem, Kuzey Amerika kıtasında artık barışçıl bir şekilde yan yana yaşayamamaktadır. Bu durum, sadece bir sistemin zaferiyle sona erebilir.”
İç savaşın temelinde “köle emeği”nin nasıl kullanılacağı yatıyordu. Sanayileşen Kuzey, daha fazla işgücüne ve bu işgücünün serbest dolaşımına ihtiyaç duyuyordu. Afrikalı kölelerin büyük direnişleri, kapitalizmin işgücü ihtiyacıyla birleşmiş, bu nedenle Kuzey’de kölelik kaldırılmıştı. Keza yeni kurulmakta olan Batı eyaletlerinde de kölelik peşpeşe yasaklanmaktaydı. Güney ekonomisi ise, büyük çiftliklerde pervasız bir köle emeği sömürüsünü zorunlu kılıyordu. Ancak Güney’deki köleler de, ülkenin genelinde elde edilen haklardan yararlanmak istiyor, sıkça isyan ediyor, kaçıyor, üretim zarara uğruyordu.
Bu koşullarda, Güney’de de köleliğin yasaklanacağını öngören 11 eyalet (Missisippi, Güney Karolina, Florida, Alabama, Teksas, Georgia, Louisiana, Virginia, Arkansas, Kuzey Karolina ve Tennessee) ABD’den bağımsızlıklarını ilan ettiler. Bu eyaletler, kendilerini “Konfederasyon” olarak tanımladılar. Kuzey ise “Birlik” ismini kullanıyordu. Bağımsızlık ilanı ile birlikte, 1861 yılında iç savaş patlak verdi. Savaşı Kuzey’in kazanması kaçınılmazdı. Her şeyden önce toplumsal açıdan daha ileri bir noktayı temsil ediyordu. Bununla bağlantılı olarak mali gücü, insan kaynağı, ordu gücü vb. her yönüyle Güney’den daha güçlü, daha üstün durumdaydı. Savaş 4 yıl sürdü; 1865 yılında Kuzey’in zaferi ile sonuçlandı. 1865 yılı, aynı zamanda yasal olarak köleliğin kaldırıldığı (savaş resmi olarak bitmeden 5 ay önce) tarih olarak kayıtlara geçti.
İç savaşı anlatan bir film
Filmdeki olaylar; iç savaş yıllarında, köleliğin en vahşi biçimde uygulandığı Güney eyaletlerinden biri olan Missisippi’nin Jones bölgesinde geçiyor. Yoksul bir çiftçi olan Newton Knight, “köle sahiplerinin savaşı”nda yoksulların öldürülmesine ortak olmak istemediği için savaştan kaçar, kaçak kölelerle birlikte bölgenin bataklığında saklanır. “Vergi” adı altında yoksul çiftçilerin tüm gıdasına ve malına el koyan orduya karşı direnen beyazlarla birlikte bataklığın “nüfusu” artar. Bir aşamada, orduya karşı direniş başlar. Önce Kuzey hükümeti ile işbirliği kurmaya çalışırlar; ancak Güney ile uzlaşma arayışı içinde olan Kuzey, bu çabalarını karşılıksız bırakır. Bu koşullarda, kendi bağımsız devletlerini ve eşitlik-özgürlük odaklı kendi anayasalarını ilan ederler. Bu anayasa, sadece siyahlara özgürlük tanıyan “ırksal eşitliği” değil, “bir insan fakirken diğeri zenginleşemez” gibi maddelerle “sınıfsal eşitliği” de öngören maddeler taşımaktadır.
Amerikan İç Savaşı’nı ve köleliğe karşı mücadeleyi anlatan çok sayıda Amerikan filmi vardır. Bu filmlerde genel eğilim, “çaresiz-zavallı” siyahların yaşadığı zulme karşı “beyaz bir kahraman” tarafından başlatılan direnişi anlatmaktır. Siyahların bilinçlenmesi, örgütlenmesi, silahlı mücadele vermesi, kölelik karşıtı bu filmlerde bile yok sayılmakta, üstenci bir bakış açısı, örtük bir ırkçılıkla birlikte filme yedirilmektedir. En ilerisi, siyahlara karşı “hümanist” yaklaşımı aşamaz. Kimi filmler de, siyahların “bireysel intikam” hikayeleri (mesela Quantin Tarantino’nun “Zincirsiz-Django” filmi) üzerine kuruludur.
Ancak Özgür Jones Devleti (Türkiye’de “Özgürlük Savaşçısı” adıyla gösterildi), birçok yönden bu filmlerden farklı bir içerik sunuyor.
En başta, sınıfsal bir bakış açısını filmin geneline yaygınlaştırıyor. Savaşın içindeki askerler arasındaki konuşmalarda ya da asker kaçaklarının toplandığı bataklıkta, savaşın zenginlerin çıkarına olduğu ama kölelerin ve yoksulların savaşa sürüklendiği sıkça vurgulanıyor. Savaş sırasında çıkartılan “20 köle kanunu”nu da (20 kölesi olan savaştan muaf tutulur) teşhir ederek, savaştaki bu sınıf farkın altı çiziliyor.
Bu yaklaşım, savaşa karşı direnişin içinde, kaçak siyah kölelerle yoksul beyaz çiftçilerin birlikte mücadele etmeye başlamasıyla daha da güçlü bir hal alıyor. Yoksul beyazların içinden de elbette ırkçı olanlar çıkıyor; ancak genel olarak yoksul beyazlarla siyahların, yaşamı-yemeği-eylemi paylaşmaları, Konfederasyon ordusuna karşı birlikte direnmeleri, Özgür Jones Devleti’ni birlikte kurmaları gibi unsurlar, filmin güçlü yanını oluşturuyor.
Keza, hareketi başlatan kişi bir beyaz olmasına rağmen, “siyahların yerine” savaşan bir “kurtarıcı” değil, “siyahlarla birlikte” mücadeleyi örgütleyen biridir. Askeri bilgisini aktarıyor olması “üsten” bir yaklaşımla değil, “eşitlikçi” bir tarzdadır. Ve savaştan kaçan, vergi toplayan görevlilere karşı direnen yoksul beyazların da toplandığı bataklık, ortak yaşam alanları olmuştur.
Diğer taraftan, kadınların filmdeki konumlanışı da standart iç savaş filmlerinden farklıdır. Bu filmde figüran değildir kadınlar. Çaresiz, savunmasız, korunmaya muhtaç varlıklar olarak değil, mücadeleye kattıklarıyla anlatılır siyah ve beyaz kadınlar. Mesela Knight’in ilk “ordu”su, vergi ödemek istemeyen yoksul bir beyaz kadın ile onun üç küçük çocuğudur. Pasif savunmadan orduyla savaş aşamasına geçiş ise, bir cenaze törenindeki kadınların, yanlarında duran askerlere ateş etmesi ile başlar. Zaten savaş koşulları, cephe gerisi olan bu bölgede kadın ve çocuk nüfusun fazla olmasını zorunlu kılmıştır; ve bu kadınlar yaşamın da, üretimin de, direnişin de merkezindedir.
Yine standart kölelik karşıtı filmler, 1965’te iç savaşın bitmesi ve köleliğin kaldırılmasının anayasa maddesi haline getirilmesine dönük kutlamalarla biter. Özgür Jones Devleti filmi ise, egemen sınıfların bu konudaki iki yüzlüğünü tüm çarpıcılığıyla ortaya koyar. Bir kere daha savaş sürerken, Güney’deki devlet sisteminin tamamen çökmesini istemeyen Kuzey’in, direnen grupları nasıl yalnız bıraktığını görürüz. Sınıfsal saflaşmada, Kuzey ve Güney’in egemenleri aynı saftadır. Keza köleliğin kaldırılması, kölelik karşıtı mücadelenin zorunlu bir sonucu olarak yasalaştırılmıştır; ancak çıkartılan dolambaçlı yasalarla (mesela “Çıraklık sözleşmesi” ile siyah çocukların köleliği sürdürülmektedir) ve köle sahiplerinin fiili müdahalesiyle (savaş sırasında bölgeden kovulan köle sahipleri geri dönmüş, yönetici konumlarda görevlendirilmiştir) kölelik en ağır yöntemlerle sürdürülmektedir. Ku Klux Klan adlı ırkçı-vahşi bir örgüt, bu atmosferde doğmuştur. Yasa ile özgürlükleri güvence altına alınan siyahlar Ku Klux Klan tarafından katledilmekte, kiliseleri yakılmakta, işkence yapılmaktadır. Bu dönemde Güney eyaletlerindeki onbinlerce siyah, en vahşi yöntemlerle öldürülmüştür.
“Seçme ve seçilme hakkı” konusunda filmde verilen mesaj da çarpıcıdır. Seçimlerde aday olan siyah önder, açıkça katledilir; siyahların oy kullanmasını engellemek için saldırılar düzenlenir; seçim günü siyahlar ve yoksul beyazlar, ancak silahlarını gösterip çatışmaya hazır olduklarını ortaya koyduklarında oy kullanabilirler; ve yüzlerce kişi Cumhuriyetçilere oy kullanmış olmasına rağmen, Cumhuriyetçi Parti’ye kullanılan oy sayısı sadece “2” olarak kayıtlara geçirilir.
* * *
Köleliğe karşı mücadele, ABD tarihinin en önemli yönlerinden biridir. Ancak ABD egemen sınıfları için, her türlü vahşeti uygulayabildikleri bu bedava işgücünün ellerinden alınmış olması, öylesine kabul edilemez bir durumdur ki, yasal düzenlemeler ne olursa olsun, ırkçılık ve kölecilik yüzyıllar boyunca canlı tutulmuş, beslenmiş, bir kitle tabanı oluşturulmuştur. Ve ırkçılık genel olarak devlet tarafından korunmuş-kollanmış, ırkçılar ödüllendirilmiştir. Siyahları katleden polislerin prim alması, tatile gönderilmesi vb. bunun göstergesidir. Benzer biçimde, Kongre baskını sırasında köleci Konfederasyon bayrağının yeniden hortlatılması da öyle.
Diğer taraftan, son yıllarda ABD emekçilerinde farklı bir hareketlenme de yaşanmaktadır. Birkaç yıl önce Kızılderililer bağımsızlık ilan edeceklerini duyurdular; geçtiğimiz yıl “Siyah hayatlar değerlidir” eylemleri sürecinde de Seattle kentinde komün ilan edildi ve başka eyaletlerde bu türden “bağımsızlık” başkaldırıları gündeme geldi.
Bir taraftan Trump’ın ırkçıları harekete geçirdiği, diğer taraftan kitlelerin eşitlik-özgürlük arayışlarının böylesine yoğunlaştığı bir dönemde, ABD tarihinin bu çarpıcı kesitini anlatmayı, yoksul çiftçiler ve siyahlar tarafından kurulan bu ilk “Komün”ü hatırlatmak istedik.