Baskılara, işkencelere, gözaltılara karşı BAŞLAR YUKARI!

Boğaziçi Üniversitesi’nde kayyum rektöre karşı direnişe geçen öğrencilere, bir polis şefinin “aşağıya bak” diye bağırması, egemenlerin binlerce yıllık korkularının bir kez daha dile gelişiydi. Sömürünün başladığı ilk dönemlerden beri, sömürülen-ezilen kesimlere boyuneğdirmek için uğraştılar. Onları en çok başeğmeyen, onurlu ve dik duran insanlar korkuttu. Diğerlerine örnek olması ve kitlesel bir başkaldırının fitili ateşlemesi, sonlarını getirebilirdi çünkü. Ama korkularının ecellerine faydası olmadı… Birer birer yıkılmaktan kurtulamadılar.

Köleci toplumdan günümüze tüm sömürücü sistemler, insanlığa başeğdirmeye çalıştı, çalışıyor. Ellerinde tuttukları devlet denilen devasa aygıtla; polisi-ordusu, zindanları-mahkemesiyle herkesi diz çöktürmek istediler. Köleleri zincire vurdular, boyunduruk taktılar, sırtlarından kırbacı eksik etmediler; ama yine de köle isyanlarını durduramadılar. Spartaküs gibi başeğmeyenler çıktı hep…

Kölelik yıkıldı fakat egemenlerin zihniyeti değişmedi. “Yılanın başını küçükken ezeceksin” diyerek, gencecik fidanlarımızı kırdılar. Ama yokedemediler! Kırıla kırıla korundu değerler. Kırıla kırıla çoğaldı. Düşenin bayrağı yerde kalmadı. Her defasında daha güçlü, daha kitlesel olarak yüründü sömürücülerin üzerine…

* * *

Şimdi bu bayrak Boğaziçili gençlerin elinde. Büyük bir kararlılıkla ve vakurla taşıyorlar onu. Onun için de egemenlerin tüm hiddetini-şiddetini üzerlerine çekiyorlar. Dik duruşları çıldırtıyor onları. “Aşağı bak” diye bağırıyorlar. “Başları ezilmesi gereken yılanlar” diye böğürüyorlar. Onlar ise, “aşağıya bakmayacağız-başeğmeyeceğiz” sloganıyla sürdürüyorlar eylemlerini.

Bin yıllardır süren sınıf kavgasıdır bu; başeğmeyenlerle-baş ezenler arasında yaşanan… Ama günün sonunda kazananlar, hep başeğmeyenler olmuştur. Tarihin ileriye doğru gidişi de bu sayede başarılmıştır. Ortaçağın karanlığı, faşizmin vahşeti, bu şekilde yenilmiştir.

“Biz dizlerimiz üstünde olduğumuz için, onlar büyük görünüyor; ayağa kalkalım!” diyen halk kahramanları çıkmıştır hep. Ve kitleler ayağa kalktığında, o canavarların gerçekte ne kadar zavallı, ne kadar küçük oldukları görülür.

* * *

Bu tarihsel bilinç ve onun getirdiği inanç ve umut yeşermesin diye, egemenler halkı cahil bırakmaya çalışırlar. Beyinleri dinle afyonlayıp, huzur ve mutluluğu “öbür dünya”da bulacağına inandırırlar. Gözlerine çekilen bu perde yırtılmasın diye de öncüleriyle buluşmaları engellenir. “Vatan haini”, “bölücü”- “yıkıcı” diyerek öcüleştirir, kitleler korkutulur.

Kriz ve pandemi koşullarıyla birlikte devasa boyutlara ulaşan işsizlik ve açlık, kitlelerin öfkesini arttırdıkça, devletin korkusu da saldırıları da büyüyor. Böylesi bereketli topraklarda insanlar ilk kez açlıktan ölüyorlar. İşsizlik ve açlık intiharları yaşanıyor. Bir yandan salgın, bir yandan açlık, yoksul ölümlerini ikiye katlamış durumda. Ama bu durum egemenleri hiç rahatsız etmiyor. Onları asıl rahatsız eden, bu gidişe dur diyen, itiraz eden ve başkaldıranlardır.

Onun için kayyumlara direnen öğrencilere, haklarını arayan işçilere, ulusal özgürlük isteyen Kürtlere azgınca saldırıyorlar. Boğaziçi direnişinden dolayı bugüne dek 500’ü aşkın kişi gözaltına alındı, 10 kişi tutuklandı. Madencilerden sonra Ankara yollarına düşen metal ve PTT işçileri sürekli polis saldırısı altında. Başta Kürtler olmak üzere muhalif kesimler, açılan davalarla, cezalarla bunaltılıyor. Sopalı-silahlı çeteler, sokak ortasında gazeteci-siyasetçi dövüyor ve serbestçe dolaşabiliyorlar.

Bütün bunlar gerici-faşist yönetimin ayakta kalabilmesi içindir. Ama çürüyen ve yıkılmaya mahkum olan her iktidar gibi, giderek daha keyfi-kuralsız bir saldırganlık içinde mafyatik bir çeteye dönüşüyorlar. Ve ne yaparsa yapsınlar, tıpkı diğerleri gibi yıkılmaktan kurtulamayacaklar!

* * *

Ateşi Tanrılardan çalıp insanlığa sunan Prometheus’tan beri, insanlığın zalimlere karşı direnişi sürüyor. Mitolojik bir öyküdür bu. İnsanlık ilerlesin ve özgür olsun diye Tanrıların Tanrısı Zeus’tan ateşi çaldığı için Prometheus, bir kayaya zincirlenip akıl almaz işkencelere maruz kalır. Yıllarca süren işkencelere direnir; “bağlı bulunduğum esaret zincirlerini çözmesi için en iğrendiğim yaratığa el açıp yalvarmayacağım” der ve asla teslim olmaz. Bir gün Herakles gelip bağlı bulunduğu zincirleri kıracak, Prometheus özgürlüğüne kavuşacaktır.

Antik Yunan mitolojisinden alınma bu direniş öyküsü gerçekte yaşanmamıştır elbette. Ama önemli olan, binlerce yıl öncesinin insanının, inandığı değerler uğruna en ağır işkencelere bile katlanabileceğini düşünebilmesidir. Prometheus’un şahsında sembolleştirdiği şey; tehlikelerden korkmamak, özgürlük uğruna kendini feda etmek, düşmanından aman dilememek ve zorbaların bir gün yıkılacağına inancını kaybetmemektir.

O günden bu yana çağlar değişti, büyük altüst oluşlar yaşandı, toplumlar, insanlar, anlayışlar farklılaştı; ama her devir kendi sınıflarıyla birlikte kendi kahramanlarını yarattı ve efsaneler gerçeğe dönüşürken, gerçekler efsaneleşti… Şairin dediği gibi, “o günlerden geriye bir yarına gidenler kaldı/ bir de yarınlar adına direnenler…”

Karanlığın en koyusunda bile inançlarını yitirmeyen, başları hep yukarıda olanlar; insanlığın yüzakı olarak gelecek güzel günlere inancı pekiştirdiler. “Eziliyorsan ve sömürülüyorsan, davayı sonuna kadar sürdürmeye kararlıysan, o zaman bütün dünyanın ezenlerin saldırısıyla karşı karşıya kalacağını bilmelisin” diyordu Lenin. “Ve bu hücuma karşı durmaya hazırsan, mücadeleyi kazanmak uğruna yeni kurbanlar vermeye hazırsan, o zaman devrimcisindir” diye ekliyordu. Aksi halde ezilmek ve yokolmak kaçınılmazdı.

* * *

Bugün Boğaziçi öğrencileri, gerici-faşist yönetimin her tür saldırısına karşı insanlığın bin yıllık deneyimiyle direniyor. Korku gibi cesaret de bulaşıcıdır. Onlar direndikçe, destek ve dayanışma da dalga dalga gelişiyor; başeğmeyenler ordusu büyüyor. Gerici-faşist yönetimin sonunu getiren de bu ordu olacak!

Bunlara da bakabilirsiniz

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …

Ser verip sır vermeyen yiğit: İSMAİL GÖKHAN EDGE

İsmail Gökhan Edge, Diyarbakır işkencehanelerinde sır vermedi, ser verdi. O, 1953 yılında Eskişehir’de doğdu. İzmir …