Amasya, Bolu ve Trabzon’da 15 yayla, KHK (Kanun Hükmünde Kararname) ile “yayla” statüsünden çıkarılarak imara açıldı! 29 Ocak 2021 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren karar, ciddi tepkilere yol açıyor.
Yayla statüsü kaldırılan yerlerden 11’i Amasya’da (Ahmetoğlu, Keşbeli, Çukurtuzla, Melikli, Çukuryayla, Alanbaşı, Kadıçayırı, Kulam, Peynirçayırı, Düvenci ve Fındıkpınar), ikisi Bolu-Mudurnu’da (Güllüören ve Yaylabeli), Arapların yoğun yatırım yaptığı ve halk arasında “Drakula Villaları” denen yerin oldukça yakınında bulunuyor. Tarihi ve kültürel dokusuyla çok eski ve görkemli bir yere sahip olan Hıdırnebi 1 ve Hıdırnebi 2 yayları da Trabzon’da…
Tarım Orman ve Çevre Bakanlığı “kamu yararı ve zaruri durumlarda, gerçek ve tüzel kişilere bu alanların üzerinde betonlaşmaya izin verileceği…” şeklinde demeçler veriyor. “Faili meçhul” -bizce belli- orman yangınları sonrası bölgeye villalar dikiliyor. Yerel çevre örgütleri yaylaların statüsünün kaldırılmasının enerji, maden ve turizm şirketlerine menfaat sağlamak için olduğu yönünde görüş beyan ediyorlar. Devamla doğal dengenin bozulduğunu ve bunun ciddi iklim değişikliklerine yol açtığını ekleyelim. Hayvancılığın vazgeçilmezi olan yaylacılık bu uygulamalardan derin yaralar alıyor. İmara açılan yaylalar turizm ve madencilik sektörüyle bağlantılı pazarlanıyor.
Aslında uzun zamandır Karadeniz yaylaları başta olmak üzere yaylaların yağmalanması saldırısı sürdürülüyor. Bu yağmanın en önemli ayağını, Samsun’dan Artvin’e kadar Karadeniz yaylalarını birbirine bağlamayı hedefleyen ve “Yeşil Yol” adı verilen proje oluşturuyor. 2015 yılında gündeme getirilen bu projedeki ulaşım, yol, baraj ve HES ihalelerinin tamamı, milletin anasına küfretmesiyle bilinen Mehmet Cengiz’e, Cengiz-Limak ortaklığına verilmişti. 2015 yılında yürütülen büyük mücadeleler sonucunda devlet geri adım atmak zorunda kaldı; proje geri çekildi. Ancak, “yayla yolları yapıyoruz” adı altında, parça parça yollar, duvarlar yapılmaya, ağaçlar kesilmeye, maden ruhsatları verilmeye devam edildi.
Öyle ki, yayla bağlantı yolları da yapıldığında Artvin’den Amasya’ya ve oradan da Bolu’ya kadar birbiriyle bağlantılı yayla yol hattı bitirilmiş olacak. Şu an bu hat üzerinde her yerde yayla yol inşaatları devam ediyor. Yanı sıra maden ve taşocakları ve bunların bağlantı yollarıyla adeta örümcek ağı gibi her tarafı çevirmiş yağmalıyorlar.
Yağmanın, zannedildiğinin aksine Karadeniz bölgesiyle sınırlı olmadığını yine Mart 2020’de KHK ile 11 ilde imara açılan 126 yaylanın dağılımına baktığımızda daha net görüyoruz: Adana’da 9 yayla, Artvin’de 1, Bolu’da 3, Erzurum’da 7, Eskişehir’de 3, Giresun’da 35, Maraş’ta 20, Kastamonu’da 1, Konya’da 35, Kütahya’da 7, Trabzon’da 5!!! Yine Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren bu karara göre, “yayla alanı” olmaktan çıkartılan alanların toplamı yaklaşık 14 milyon metrekare tutuyordu ve daha önce bu kadar büyük bir alanın gaspı sözkonusu olmamıştı.
Yaylalarımız adım adım gaspedildi
1998’de çıkan ve 2007’de revize edilen “Mera Kanunu” ile fiilen köylüye ait olan mera ve yaylalarda köylüler “kullanıcı” olarak kodlandı. 2007’deki Mera Kanunu’nda bu “kullanıcılar”ın yaylalarda kullandıkları meskenlerin kira bedellerinin belirlenmesi için bir komisyon kurulmasından söz ediliyor örneğin. Yine devamında Tarım Orman Bakanlığı tarafından, sürü sahiplerine “otlatma izni” dayatıldı. Buna göre her yıl sürü sahipleri sayı bildirerek dilekçeyle il-ilçe müdürlüklerine başvuracak ve izin alacaklar. Hatta otlatma izni başvurusu yapmayan sürü sahiplerine çeşitli vesilelerle ceza yazıldığı da görüldü.
Böylelikle adım adım yayla ve meralar devlet tarafından gasp ediliyordu. Bunun önündeki en büyük engel olan geleneksel yaylacılık-hayvancılık ve köysel üretim, çıkarılan yasalarla önce kontrol altına alınıyor ve daraltılıyor. Diğer taraftan köylüye “modern hayvancılık” adı altında endüstriyel hayvancılık dayatılıyor. Hayvanların 12 ay 24 saat ahırdaki küçücük “gezinti” alanını saymazsak dışarı çıkmadığı; yaylada-merada yayılarak serbestçe otlamadığı, bunun yerine önceden tasarlandığı üzere çoğu endüstri artığı hazır gıdalardan üretilen “yem”lerle ve adeta obezite rasyonlarıyla (*) beslenen ve her gün aynı miktarda sağıldığı bir “üretim”…
Geçmişte “terör” bahanesiyle çıkarılan yayla yasağı ülke genelinde 1 Haziran’a kadar sürüyor. Beraberinde “özel sicil” vb. kanunlarla belli bir rakımın üzerinde özel mülke sahip olunmasının önü kesilmiş oldu. Burada hedeflenen 250-300 yıldır köylülerce kullanılan yayla evleri ve bu evlerin bulunduğu arsaların zilliyetten doğan mülkiyet hakkının engellenmesiydi. Son olarak kadastro uygulaması ile de köylüye ve devlete ait olan yerler tespit edilmiş oldu.
Geleneksel yaylacılık bir yandan geleneksel-hayvancılık boyutuyla sürmekle birlikte, hayvancılıktan elini çeken ancak yayla zamanı yaylada yaşayarak kültürel bir iç turizm oluşturan bir kesimi de içermektedir. Bu kendi doğal seyri içerisinde devam etmeli ve korunmalıdır. Ancak yayla ve meralara karşı devletin bu yönelimi hayvancılığı holdinglerin, doğal kaynakları maden şirketlerinin, turizmi büyük ve yabancı turizm şirketlerinin yağmasına teslim eden; köylünün ise yaşam alanlarını giderek daraltan ve göçe zorlayan topyekun bir saldırıdır.
Bu topyekun saldırı karşısında geçmişte HES’lere karşı olduğu gibi topyekun bir savunma hazırlanmalı, öncelikle herkes bulunduğu yerden karşı koyuşları örgütlemeli ve bunun üzerinden “YAYLALARIN KARDEŞLİĞİ”ni hayata geçirmelidir.
* Rasyon, hayvanların günlük olarak almaları gereken protein, karbonhidrat, mineral, vitamin oranları anlamına geliyor. Besi hayvancılığında hayvanların daha fazla kilo alması amaçlandığı için, “obezite” amaçlı rasyon uygulatılıyor.