Montrö tartışmaları gölgesinde; KARADENİZ’İN SULARI ISINIYOR

Montrö Anlaşması, Kanal İstanbul Projesi, emekli amirallerin bildirisi üzerinden darbe çığırtkanlığı… Son günlerde en yoğun tartışılan konular bunlar. “İç politika gündemi” olarak ele alınan ve “gerçek gündemi saptırma” olarak yorumlanan bu gelişmeler, aslında çok daha önemli bir gündemin bir parçası. İçerideki bu tartışmalara, Ukrayna-Rusya sınırına karşılıklı askeri yığınak yapılması, ABD’nin Karadeniz’e savaş gemisi göndermesi, Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski’nin Türkiye ziyareti gibi başlıkları eklediğimizde tablo değişiyor.

Bütün bunlar, yeni bir savaş hazırlığının, ABD’nin Karadeniz’i karıştırma çabalarının göstergesi. Ve Türkiye de, bu çabaların en önemli parçasını oluşturuyor.

 

Ukrayna yeni savaş alanı

ABD’nin Libya ve Suriye’deki savaş hesapları beklediği gibi gitmedi. Son olarak Azerbaycan-Ermenistan çatışması da ABD’nin planlarının dışına taştı; ABD’yi değil, Rusya’yı güçlendirdi.

Rusya’nın savaş gücünü, kendi planları önünde sürekli bir engel olarak gören ABD, zaten sistematik olarak “Rusya’yı çevreleme” politikası izliyor. Bu politikanın bir yanını, Rusya’ya yakın ülkelere NATO’nun füze kalkanını kurmak oluşturuyor; bir yandan da eski Sovyet coğrafyasındaki ülkeleri kazanma faaliyeti sürdürülüyor. Açık-gizli darbelerle bu ülkelerin yönetimlerini değiştirmek, her kritik eşikte NATO üyeliğini yeniden gündemleştirmek gibi yöntemlerle, Rusya üzerindeki tehdit büyütülüyor.

Ukrayna başından itibaren Rusya’ya dönük tehdidin en sıcak olduğu ülkelerden birisi oldu. 2004’te “Turuncu Devrim” adı verilen AB-ABD darbesiyle yönetimi değiştirildi. Sonrasında Rusya yeniden hakimiyetini kurunca, 2014 yılında bir darbe daha gerçekleştirildi. Bu defa Rusya’nın cevabı daha sert oldu: Hem Kırım’ı ilhak etti, hem de Ukrayna’nın doğusunda, Donetsk ve Luganks bölgelerinde “Donbass Cumhuriyeti”nin bağımsızlık ilan etmesine önayak oldu.

Batılı emperyalistler de, Ukrayna da Kırım’ın ilhakını mecburen kabullenmek zorunda kaldılar; Rusya bu konuda tavizsiz davranacağını gösterdi. Ancak Donbass için aynı durum geçerli değil. Rusya, bu bölgenin Ukrayna toprakları içinde kalmasına şimdilik itiraz etmiyor; ancak bunu, Ukrayna’ya geri adım attırarak, Ukrayna’nın batılı emperyalistlerle kurduğu ilişkileri baltalayarak yapmak istiyor. Çünkü sonuçta Rusya, Ukrayna’yı belli düzeyde de olsa kontrol altında tutmak istiyor. Ukrayna ile ipleri tamamen koparacak adımlar atarsa, Ukrayna’nın NATO’ya üyeliği gündeme gelir. Bu da, NATO’nun doğrudan Rusya sınırına gelmesi demektir ki, Rusya için bunun “kırmızı çizgi” olduğunu biliyoruz.

Bu doğrultuda, 2016 yılından itibaren Donbass’ın statüsü konusunda Ukrayna ile Rusya arasında çeşitli görüşmeler gerçekleştirildi. Aralık 2019’da, Almanya ve Fransa’nın da devreye girdiği ve Normandiya Görüşmeleri adı verilen bu toplantılarda belli konularda uzlaşmaya varıldı. Mesela Donbass’ın ağır silahlardan arındırılması ve bölgede “kapsamlı ateşkes” uygulanması kararlaştırıldı. Başka bölgelerden taşınmış paralı askerleri kullanan Rusya’nın, bu bölgede güç azaltması anlamına geliyordu bu karar. En önemlisi, Donbass bölgesinde AGİT gözlemciliğinde seçimlerin yapılması ve Donbass’a özerklik verilmesi konusunda bir uzlaşma oluştu. Tek çelişki, önce seçimler mi yapılacak, yoksa önce özerklik mi verilecek konusunda ortaya çıktı. Ancak Ukrayna açısından, bu görüşmelerde Kırım’ın gündeme bile gelmemiş olması oldukça rahatsız ediciydi.

Normandiya Görüşmeleri’nde Ukrayna ABD’nin yeterince desteğini alamamış; Rusya ile ilişkileri bozmak istemeyen Almanya ve Fransa’nın baskıları karşısında da önemli geri adımlar atmak zorunda kalmıştı. Avrupa’ya doğalgazını Ukrayna üzerinden gönderen Rusya’nın, 2004 seçim darbesinden itibaren yeni bir yol arayışına girmiş olması da Ukrayna’nın elini zayıflatan bir başka unsurdu. 2004’e kadar Avrupa’ya giden Rus gazının yüzde 80’i Ukrayna topraklarından geçiyordu; 2004 sonrasında Kuzey Akım-I Projesi ile bu oran yüzde 55’e düştü. Rusya’dan doğrudan Almanya’ya, Baltık Denizi üzerinden boru hattı uzatan Kuzey Akım-II Projesi ile, bu da ortadan kalkacak. Bu durum Ukrayna ekonomisini fazlasıyla etkiliyor ve Rusya karşısında elini zayıflatıyor.

 

ABD Karadeniz’e çıkmak istiyor

Diğer taraftan ABD, Biden dönemi ile birlikte Avrupalı emperyalistler üzerindeki baskısını artırma politikası izlemeye başladı. Bu yanıyla Almanya’nın Rus doğalgazına bağımlı olması da, bu doğalgazı Ukrayna yerine doğrudan Kuzey Akım II hattından almaya başlaması da, Ukrayna’nın Rusya’nın dayatmalarına boyun eğmek zorunda kalması da ABD açısından büyük sorun oluşturuyor.

Bu koşullarda ABD, hem AB ile ilişkilerini zorlamak, hem Rusya’yı sıkıştırmak, hem de Ukrayna’ya olan desteğinin sürdüğünü göstermek için, son dönemde Ukrayna üzerindeki baskısını artırdı. 2019 sonunda Donbass bölgesinde belli bir noktaya gelinmiş olmasına rağmen; son haftalarda Ukrayna’nın sınıra askeri yığınak yaptığı yolundaki haberler hız kazandı. Buna karşılık, Rusya da kendi sınırındaki askeri yığınağını güçlendirdi. Öyle ki ABD, Rusya’nın bu güne kadar ki en büyük askeri yığınağını gerçekleştirdiğini açıkladı. Yapılan açıklamalar ve asker yığınakları ile, Ukrayna sınırında gerilim büyüyor.

2008 yılında Gürcistan’ı kışkırtarak, NATO’ya alma vaadiyle harekete geçiren, özerk bölgeler Güney Osetya ve Abhazya’ya askeri harekat düzenlemesine neden olan ABD, Rus ordusu Gürcistan topraklarına girince Gürcistan’a yardım edememiş, seyretmek zorunda kalmıştı. Rus ordusu başkent Tiflis’e kadar girip, Gürcistan yönetimini yerle bir ederken, ABD emperyalizmi Karadeniz’e gönderebildiği tek askeri gemiyi de, Montrö Anlaşması’nı ihlal ettiği için geri çağırmak durumunda kaldı.

Bugün Ukrayna’yı savaş sahasına süren ABD, 2008’deki duruma düşmemek için çare arıyor. Ve bulabildiği en iyi çare, Türkiye’yi savaşın bir parçası haline getirmek.

Burada iki yönlü bir girişim içinde ABD: Bir taraftan Karadeniz’e kıyısı olmayan ülkelerin Karadeniz’deki askeri varlığını çok ayrıntılı kurallarla sınırlayan Montrö Anlaşması’nı etkisizleştirmeye çalışıyor. Kanal İstanbul, bunun en önemli yöntemi olacak. Diğer taraftan, Türkiye’nin doğrudan savaşa girmesini istiyor.

ABD bu defa, Ukrayna’yı Rusya’nın karşısında yalnız bırakmamaya kararlı. Ancak işi daha zor. Çünkü yaklaşık 7 yıl içinde Ukrayna’nın doğusunda oluşmuş bir statü sözkonusu. Keza Rusya da, 2008 yılına göre çok daha güçlü ve kendi sınırlarını korumak konusunda kararlı durumda. Üstelik Rusya’nın NATO tarafından kuşatılmasının “kırmızı çizgi” olduğunu her defasında çok net biçimde ifade ediyorlar. Bu nedenle ABD emperyalizmi, Türkiye’nin Ukrayna’nın yanında savaşması için çok yönlü hamleler yapıyor.

 

Erdoğan’ın sıkışmışlığı içinde

savaş arayışları

Gerek Montrö tartışması, gerekse emekli amirallerin hazırladığı bildiri, bir çok kesim tarafından “gerçek gündemi saptırma” olarak yorumlanıyor. Ekonomik kriz bu kadar derinleşmişken, koronavirüs salgını böylesine yaygınlaşmışken, bu tartışmaların etkin hale gelmesini anlamsız buluyorlar. Oysa bu tartışmalar gündem saptırma değil, gündemin ta kendisidir.

Erdoğan yönetimi, ekonomik ve siyasi açıdan çok büyük bir sıkışmışlık içindedir. Buna, dış politikadaki açmazları da eklemek gerekir. Özetleyecek olursak;

Birincisi, Merkez Bankası’nın rezervleri eksi 45 milyar dolar düzeyindedir. Kasa boşalmış durumda, ancak dünyanın en yüksek faizi verilmesine rağmen yeni bir gelir kaynağı yaratılamamaktadır. Açlık dizboyudur ve kitlelerdeki umutsuzluk, devlet açısından “yönetilebilir” sınırları fazlasıyla aşmış durumdadır.

İkincisi, Koronavirüs salgınını en kötü yöneten (daha doğrusu yönetmeyen) ülkelerin başında gelmektedir Türkiye. Nüfusuna oranla en yüksek vaka ve ölüm sayıları sözkonusudur ve sürü bağışıklığı oluşturma dışında, salgına karşı bir çare üretme çabaları da yoktur.

Üçüncüsü, Suriye savaşında on yıllık beklentiler yerle bir olmuş durumdadır. Üstelik son günlerde Rusya, Türkiye’nin işgali altında olan Cerablus, El Bab gibi bölgelere çeşitli saldırılar düzenlemekte, özellikle petrol tesisleri hedef alınmaktadır. Rusya, artık Türkiye’nin Suriye topraklarındaki varlığını daha açıktan hedef almaktadır.

Dördüncüsü, Libya’da Türkiye destekli Trablus hükümeti, Libya’nın ortak bir hükümet kurma girişimleri içinde güç ve etkinlik kaybetmiştir. Libya topraklarındaki “yabancı güçler”in çıkartılması, artık çok daha yüksek sesle dile getirilmektedir.

Beşincisi, ABD’nin yeni yönetimi Erdoğan’a karşı sert tutumunu sürdürmektedir. Biden’in göreve başladığı 20 Ocak tarihinden bu güne geçen üç aya yakın süre boyunca, Biden-Erdoğan görüşmesi henüz gerçekleşmedi. Dahası, S-400’lerin ABD ve NATO için “kırmızı çizgi” olduğu açıklandı. Hatta ardından CAATSA yaptırımları (ABD’nin Hasımlarına Yaptırımlar Yoluyla Karşı Koyma Yasası) gündeme geldi.

Türkiye’nin Akdeniz’deki hidrokarbon anlaşmalarından dışlanmasından Ege adalarının Yunanistan tarafından silahlandırılmasına, ABD’nin Türkiye’yi “lider ülke-model ülke” yapmaya çalıştığı Arap-Afrika coğrafyasında Suudi Arabistan’ın bile TC ürünlerine boykot uygulamasına, içeride AKP’nin kitle tabanının 18 yılın en düşüğüne gerilemesine kadar, hemen her alanda bir yönetme krizi sözkonusudur.

Ukrayna’da yaşanan sertleşme, Erdoğan’ın yaşadığı çıkmaz içinde, adeta bir cansimidi gibidir. Zaten 2014’te Ukrayna’da yaşanan kısmi iç savaş döneminde, Erdoğan safını Ukrayna’nın ABD-AB destekli faşist yönetiminden yana belirlemiş; sonrasında çeşitli defalar “Kırım’ın Ukrayna’ya ait olduğu” yolunda açıklamalar yapmıştı. Rusya ile gerilim yaşadığı her defasında, Erdoğan Ukrayna yanlısı bir tutum almıştı. Ukrayna ile yapılan askeri anlaşmalar, karşılıklı ziyaretler, bu tutumun açık göstergesiydi.

Bu askeri anlaşmaların bir parçası da, Erdoğan’ın damadı Bayraktar tarafından üretilen SİHA’ların (Silahlı İnsansız Hava Aracı) Ukrayna’ya satılması oldu. Son dönemde Erdoğan yönetimi, önce Libya’da, ardından Azerbaycan-Ermenistan savaşında belli askeri başarılar elde etti. Sonrasında bunu siyasi başarıya dönüştüremese de (Azerbaycan’ın yanında barış görüşmelerine katılamadı, Libya’da desteklediği Trablus hükümeti Libya’nın ortak hükümet kurma çalışmalarında güç kaybetti, vb.), bu askeri başarıları göz doldurdu. Şimdi de, Bayraktar’ın SİHA’ları Donbass üzerinde uçuyor. Ve Rusya bu durumdan büyük rahatsızlık duyuyor. Keza Türkiye’nin önce Suriye’de kullandığı, sonra Libya’ya götürdüğü, ardından Dağlık Karabağ’a taşıdığı cihatçı çetelerin de Ukrayna’ya götürülmesi ihtimali sözkonusu.

Bu tabloya, NATO’nun doğrudan Rusya’ya karşı kurduğu “Çok Yüksek Düzeyli Müşterek Görev Kuvveti Komutanlığı” görevinin, 1 Ocak’tan bu yana Türkiye’ye verildiğini ve kısa bir zaman önce, TC ve ABD donanmasının Karadeniz’de askeri tatbikat gerçekleştirdiğini de eklemek gerekir.

Kısacası AKP yönetimi, ABD’nin Ukrayna’da başlatacağı bir savaşa hazır olduğunu göstermek için uğraşıyor. Ancak doğrudan Rusya’yı hedef alacak bir savaşa girişmek o kadar da kolay değil.

 

“Rusya’yı çevrelemek” için savaş

Karadeniz, ABD’nin giremediği tek denizdir. Tayvan üzerinden Çin’in burnunun dibine kadar yanaşabilmektedir mesela. Ama Karadeniz, Montrö Anlaşması ile ABD emperyalizminin savaş heveslerine kapatılmıştır. Şimdi ABD bunu çeşitli biçimlerde delmeye, NATO’nun temel “görev tanımı” olan “Rusya’yı çevreleme” politikasını hayata geçirmeye çalışıyor.

Bu konudaki en önemli girişimi Kanal İstanbul Projesi’dir. Bugün çeşitli çevrelerde “Montrö sadece Boğazlar’ı değil, Karadeniz’in kullanımını da ayrıntılı biçimde tanımlar. Nereden geçerse geçsin, isterse havadan uçsun, kıyıdaş olmayan ülkelerin savaş gemilerinin Karadeniz’de kalma süre-sayı ve ağırlık tanımları net olarak yapılmıştır” söylemleri giderek artıyor. Elbette bu söylenenler doğrudur. Ancak Kanal İstanbul, Montrö’ye açılmış bir gediktir. Marmara’dan Karadeniz’e yeni bir yol açıldığında, yeni bir statü de oluşacaktır. Ve açılan her gedik, bir biçimde, bir tarihte, bir pazarlık üzerinden, bir uygun konjonktür yakalandığında… büyütülecektir. Bu nedenle Kanal İstanbul Projesi, bugün bir rant projesi olarak Çin ve Katar’ın da desteğini almış olsa bile (Çin emperyalizmi bu aralar kanallarla yakından ilgileniyor; bir kanal açma projesini de Nikaragua’da hayata geçirmek, Panama Kanalı’na alternatif olarak kendi kanalını kazmak istiyor), asıl olarak ABD’nin Karadeniz’de savaş arayışlarının projesidir.

Son dönemde bu çabanın başka görüngüleri de artmaktadır. Temmuz 2020’de, Montrö Anlaşması’nın yıldönümüne denk gelen günlerde, NATO üyesi çok sayıda ülke Karadeniz’de bir askeri tatbikat gerçekleştirdikten sonra, ABD Büyükelçisi “Karadeniz dünyanın tüm milletlerine açık ve serbest olsun” demişti. Ardından 2020 Ekimi’nde ABD ve Yunanistan arasında önemli bir “Savunma İşbirliği Anlaşması” imzalandı. Keza Yunanistan’daki askeri üs ve tesislerde ABD ve NATO’nun askeri kullanımını artırma kararı alındı. Girit adasındaki ABD askeri üssü güçlendiriliyor. Ardından Karadeniz’de Gürcistan ile NATO’nun, Ukrayna ile NATO’nun ve Türkiye ile ABD’nin ortak askeri tatbikatları düzenlendi. Romanya’daki ABD askeri yığınağı güçlendiriliyor. Mart ayından bu yana da, NATO’nun “Avrupa Savunucusu 2021” adlı tatbikatı için, Yunanistan’ın Dedeağaç kentine çok büyük bir askeri yığınak yapıyor. Mayıs-Haziran aylarında Baltık Denizi ve Karadeniz’de gerçekleştirilecek bu tatbikata, NATO üyesi olmayan Ukrayna’nın da katılacağı ve “Rusya ile savaş senaryosu”nun uygulanacağı açıklandı.

Erdoğan yönetimi ise, 2016’dan itibaren Ukrayna’daki Zelenski hükümetiyle imzaladığı askeri ekonomik anlaşmalarla, SİHA satışlarıyla, Ukrayna ile ortak SİHA üretme planlarıyla, Kırım konusunda yaptığı açıklamalarla, bu savaşın bir parçası olmak istediğini ortaya koyuyor.

 

Rusya’nın tutumu belirleyici

ABD’nin hazırlıkları bu yönde. Avrupa Birliği’nden ayrıldığından bu yana, dünya siyasetinde daha etkin bir rol oynamaya çalışan İngiltere de, savaş kışkırtıcılığında ve Rusya karşıtlığında ABD’nin yanında yer alıyor.

Ancak burada asıl belirleyici olan, Rusya’nın tutumu olacaktır.

Rusya’nın askeri gücünün, ABD ile rekabete girecek durumda olduğu görülüyor. Bazı yönlerden ABD’nin kullandığından çok daha nitelikli savunma sistemlerini, füzeleri, askeri uçakları ürettiği biliniyor. En son geçtiğimiz günlerde gerçekleşen bir tatbikatta, üç denizaltısının aynı anda buzları kırarak yüzeye çıktığı görüntüler, bütün dünyanın gözü önünde büyük bir meydan okuma gösterisiydi.

Diğer taraftan, hegemonya alanı olarak gördüğü Suriye’de ABD’nin bütün silahlı güçlerine karşı büyük bir savaş veren Rusya, kendi topraklarındaki bir savaşta tüm gücünü ortaya koyacaktır. Kırım tartışması, Rusya açısından bitmiştir. Donbass konusunda ise, ilhak etmek yerine, Ukrayna topraklarında kendisine bağlı bir alan açarak Ukrayna yönetimi üzerinde baskı oluşturmayı tercih etmektedir. Ancak iş açık savaşa geldiğinde Rusya tavizsiz davranacaktır.

* * *

ABD, düşmanlarına karşı yine bir “vekalet savaşı” planlamaktadır. Bu defa sahaya sürülen Ukrayna’nın Zelenski hükümetidir. Ancak Karadeniz’de, Türkiye ABD’nin saflarında savaşa girmediği koşulda, ABD’nin kazanma şansı yok denecek kadar azdır. Türkiye üzerinde son dönemde artırılan baskının, yaptırımların, tehditlerin, Montrö tartışmalarının, imzacı emekli amiraller üzerinden baskı kurmanın sebebi budur.

Diğer taraftan ABD emperyalizmi “vekil”lerini savaştırırken, Rusya’nın doğrudan kendi yaşam hakkı savaşı olacaktır. Bu nedenle Türkiye işçi ve emekçileri, çok büyük bir tehlike ile karşı karşıyadır.

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …